20

62 8 2
                                    

Güneş tepelerden yükseliyor, şehirin yakıcı sıcaklığıyla tüm çiçekler solmdurmuştu.
Bu, aylarda özelikle bazı günlerde sıcaktan dolayı mahallelerde bir insana karşılaşmak mümkün değildi.

Yeni aşıkların filizlendiği dönemdi. Şekha aşkını düşünürken, okan bir an bile çıkarmıyordu aklından.
Çekim için dersler alırken, büyük bir çaba sarf etmişti. Özellikle çabasını şekha’nın sayesinde olmuştu. Birini sevip ve sahiplenmek duygusu ona büyük bir katkı sağlamıştı.
Her dakika, her saat ona daha çok bağlanıyordu.
Uçan her güvercine pencereden bakarken, bir an şekha’nın güvercin olabileceğini düşünmüştü. Her uçan güvercin şekhaydı onun için.
Şekha ise kuaförde eğitim alırken dayısının oğlu mahsum arabayla gidip gelmeler yaşıyordu.
Mahsum, gayet ona kibar hata hiç beklemediği ilgiyi göstermişti.
O soğuk kanlı adam gitmiş yerine kibar bir beyefendi gelmişti.

Mahsum doktorluk bölümünü bitirmesine rağmen, işine özgü davranmamıştı.
İlk başta, bu mesleği çok isterken sonradan kendisinde değişik bir şey olduğunu fark etiğinde aslında çok geç kalmıştı.
Kendisindeki bu değişikliği fark etiğinde aslında onun fark etiği şey adalet ve hukuk yasasında yer edinmesiydi.
Hak ve özgürlüğün demokratik rejimi yer edinmek istemesi nerden geldiğini bilmiyordu.
Odasındaki bilgisayara göz gezdirdiğinde, raflardaki hak ve özgür olmak adındaki yazdığı politika kitabını inceledi.
Sonra bir anda aklına Üniversite’de arkadaşlarının ona şunu dediğini hatırladı.

“Çok aptalsın tıp da yüksek derce üzerinde bölümü bitir ve ben hak özgürlüğün peşine düşeceğim. Sen bunca yılını çöpe mi atacaksın. Aç kaldığın, uykusuz kaldığın geceleri hatırla ve aklını başına al. Özgürlüğü sağlamak sana kalmamış”

Belik de haklıydı. Şu an ne yapacağını bilmiyordu. Ya gidip bir hastanede görev yapacaktı, ya da babasının iş yerinde bir köşede politikaya atanmak için elinden geleni yapacaktı.
Mahsum bu konuda kararsızdı. Şimdilik her şey olduğu gibi yerinde kalsın, yoksa her şey karma karışığa dönecek.
Mahsum ilk okula başladığından beri, tüm öğretmenleri onun okuması için nice diller dökmüştü.
Çünkü Güneydoğu’da okuma yazması olan nadir insanlar bulunmaktayken, mesleğe atanan çok az insan vardı.
Öğretmenlerin çoğu fark etmişti mahsumdaki zekayı.
Üniversite gittiğinde doçent öğretmenlere rest çeker gibi bilgiye sahipti.
İlk başta bilgisi çoğu kişiye sorun olmuştu ama gittikçe bu inanılmaz bir hal almıştı.
Sırf bir problemi çözmek için iki gece uykusuz kaldığında hata, bazen günde bir saatlik uykuyla yetinmişti.

Bundan pişman değildi, hata yine olsa yine yapardı. Bunları yapa yapa alışkanlık yapmıştı. Sabah beş buçukta uyanmış masa başında bir şeyler yazıyordu.
Tüm hücrelerini buna alıştırmış gibiydi. Gözleri ise her zamanki gibi bir ışık hızıyla aynı fonksiyonda görebiliyordu.
Tabi bunu yaptığı sporlara borçluydu.
Her tıpçılarda olduğu gibi, onunda son zamanlarda saç dökülmesine maruz kalmıştı.
Dik başlı olması ona sorun yapmıyor, çevrede probleme yol açıyordu.
Bir bardak suyu içerek odadan Hızır gibi çıkıverdi.
Arabaya binerek şekha’yı işine götürmek için ilerledi.
Mahsum genelde pek kızlarla ilgilenen biri değildi ama şekha onun için farklıydı.
Zaten okula gittiğinde bir tek karşılıklı ders çalışmaya bir tek şekha’ya izin verirdi.
Şekha çoğu zaman ödevlerini ve bulmadığı matematik sorularını ona sorardı.
Şimdi ise yine onunla uğraşmaktaydı.
Onu işine bırakması mahsum için her ne kadar zaman kaybı olsa bile, aslında şekha’yı yakından tanımakta pek sorun olmaz diye düşünüyordu.

Liseye başladığında o zamanlar birine aşık olmuştu. O kişi göz önünde imkansız görünse bile hayali bile ona acı vermişti o zamanlar.
İnsan bir öğretmenine hayran duyarda aşık olur muydu?
Günlerce bu acı içinde yanıp tutuşmuştu.
Birine acılarını dökmek, anlatmak istiyordu ama bir türlü derdini kimseye diyemiyordu. Tek yapabildiği saatlerce ders çalışarak unutmaktı.
Lise sonlarında öğretmeni evlenmiş hata bir çocuğa sahip olacaktı. O günlerde ne zorluklar yaşayarak üniversite sınavlarına girmişti.

Tabi bunu az çok şekha’ya borçluydu.
Günlerce ona vaatler vermiş,
Tam altı yıl önceydi çok uzak değil,
Hatırladıkça yol uzuyordu.

Öğretilmenin evlendiği gün, özelikle başarılı öğrencisi mahsum’da bu özel gününde gelmesini istemişti.
Bahar aylarında yakın bir zamandaydı.
Çiçekler açmış ve kelebekler havada uçuşuyordu.
Ama onun içinde bir alev, onu yakıp kül etmişti. Odasında ders çalışıyormuş gibi yapardı.
O günlerde şekha’da evlerine gelmişti. Kapıyı hafifçe tıkladı.

“Mahsum içeriye girecem müsaitsen giriyorum ha”

Bu durma donuk kalan mahsum, bir anda şekha’nın girmesiyle eline bir kitap aldı.
Kaşlarını havaya kaldıran Şekha şüpheyle ona baktı.

“Evdeki herkesi kandır ama beni asla!” diyerek işaret parmağını kaldırdı.
“Ders çalışıyorum diye herkesi kandır.” diyerek sandalyeye oturdu. Sonra kitapları karıştırıp, yeni alınan testlerin hiç birine kalem dahi atılmadığını gördü Şekha. Sadece yatağın üzerinde bir MP3 ve kulaklık durmaktaydı.

Bunu fark eden şekha konuşmaya başladı.
“Baban oğlum çok başarılı diye övünsün mahsum bey” dedi ve başını sağa sola çevirdi.
“İşine karışmak gibi olmasın ama kaybedeceksin ve çok pişman olacaksın. Çünkü babanın aldığı bu kitaplara yazık.” diyerek testi yere fırlattı.
“Beliki aşık olmuşsun ama bu duygular gelip geçici şeyler.. Senin gibi okumak isteyen ama imkanı olmayan ne kadar çok insan var biliyor musun? bunlar sana zarar vermekten başka bir şey yapmayacak” dedi ve bir müddet sustu. “Sonuçta bu senin hayatın ama ders çalışmaya mahkum et kendini..
Sokak serserileri gibi kendini kötü şeyler yapmak istiyorsan önce git eline jilet vur.. “ dedi ve ona yaklaşarak “neden biliyor musun? Acı çektiğini o zaman fark edeceksin ikinci hamlede bırakacaksın.. çünkü fark edeceksin ki hiç bir şey acı çekmeye değmez.. ”

Bu sözlerini hatırladığında aslında haklı olduğunu o günü anlamıştı. Tuvalete girerek elini jiletlemişti ve sonra ikinci hamlede bırakmıştı. Sonra elleri kanaya kanaya ders çalışmıştı.
Elinden kan gelmesi ilgisini çekmiş ve tıpı okumak için gecelerini gündüzlerini bir etmişti.

Kapının önüne geldiğinde onun o öfke saçan halini görmek istiyordu. Diğer kızlara benzemediği için onu her zaman gurur olarak görmüştü.
Hata bazen şekha’nın o olgun halini yaş olarak kendisinden büyük hissediyordu.
Üniversiteye gittiğinde o jilet olayını tüm arkadaşlarına hata doçent öğretmenlerine koz olarak kullanmıştı.
Bazı arkadaşları derse karşı öfkelendiğinde
“Gidin elinize jilet vurun birincisinde acı çekmeseniz bile ikincisinde bırakmak zorunda kalacaksınız. Çünkü canınınız acıdığında beyin fonksiyonu devreye girer ve sizi geri çeker.
Çünkü bir şizofren değilseniz kendinizi acıya mahkum etmezsiniz.”

Bu o günden sonra ona ders olmuş ve hiç bir zaman kötü günleri hatırlamamıştı.
Şekha kapıdan çıktığında dudaklarında bir tebessüm vardı.
Şekha’yı hep sabit duran bir kız olarak gözünde sabitlemişti.
Hiç bir zaman tebessüm etmeyen kız!
Oysa tebessüm kadınlara has bir şeydi.
En çokta şekha’ya yakışmıştı.
Daha önce onu hiç öyle görmemişti mahsum.
Gün ve gün ona hayran olarak kendi kendine onu düşünmekten alıkoyamıyordu kendini.
En son lisede bir öğretmenine aşık olmuştu ve ondan sonra hiç bir zaman kimseye kapılmamak için, acı çekmemek pahasına aşık olmaktan
Kendini korumuştu adeta.

“Bir daha asla” diye mırıldadı.

İmkansız bir aşka dahil olmayacaktı. Belki diye düşündü.

Şekha ona yabancı değildi. Gördüğü tüm kadınlardan zeki, ağır başlı tutuğunu elde eden biriydi.
Önceden ona karşı hayranlığı vardı, belki de ona karşı hayranlığı bir bulmacaya dönüşebilirdi.

Şekha, ön koltuğa oturdu ve hafiften sırıtmalarıyla dikkati çoktan çekmişti.
Oysa şekha’nın içi aşkla dolmuş sonsuz bir mutluluğa dahil olmuş gibi içi kıpır kıpırdı.

“Hayret..” dedi mahsum “seni böyle mutlu görmek ne güzel..”

“Ne demeye çalışıyorsun?” Dedi şekha ve sırıttışlarını hakim olmadan.

“Ne demeye çalışıyorum” dedi mahsun Arabayı sürerken.
“Diyorum ki nedir seni bu kadar mutlu eden? Seni böyle mutlu hiç görmemiştim”

Şekha onun ne dediğini aldırmadan camdan yolu izlemeye koyuldu.
Rüzgar saçlarına temas ederken elini pencereden çıkardı.
Daha önce böyle bir şey yapmamıştı. Sanki tekrar çocukluğuna döner gibiydi.
Parmaklarından rüzgar geçerken..

“Hava ne güzel değil mi?” Diyerek mahsum’a baktı.

“Evet öyle” dedi mahsum şaşkınlıkla.
‘Kesinlikle bu şekha olamazdı. Bir gariplik var onda.. bu hali çok güzel’ diye geçirdi içinden.

Dalgın dalgın arabayı sürerken gözleri ara ara şekha’ya bakınıyordu. Sanki gökten inmiş bir melek gibiydi mahsun’un gözünde. Yalnız gözlerinde öyle bir ışık vardı ki, buda neyin nesiydi.
Şekha iş yerine geldiğinde dönüp ona baktı.

“Bence artık beni almaya gelme”

“Neden?” Dedi mahsun. Sanki kalbine bir kurşun yer gibiydi.

“Öyle.. görüyorsun yol uzun değil, ayrıca kavşaktan geldiğimde daha yakın oluyor”

Mahsun bu duruma pek fazla itiraz etmek istemiyordu. Sanki büyük bir darbe yercesine kaşlarını çatı.
“Ama babam..”

“Dayımı sen ikna edersin..”

“Nasıl?”

“İşim var.. ona da zor oluyor beni bekliyor bazen işe geç kalıyor dersin.. bul bir bahane o kadar okul okudun”

“Ben tıpı okudum uluslararası yalancılık bölümü değil”

“Aman her neyse.. ben kendi evime kendim giderim ve ayrıca uluslararası yalancı okulu yoktur hukukta yalan var.. tıp da olduğu gibi”

“Nasıl?”

“Boş ver bir gün ne demek istediğimi anlarsın.. “

“Birincisi seni anlamak gibi bir niyetim yok! İkincisi ben seni vaktinde işine götürüp getiriyorum ben senin servisçin değilim”

“Olmanı istemiyorum zaten.. biti mi çünkü benim işlerim var”

“Ne halin varsa gör”

Şekha hızlıca arabadan çıkıp kapıyı sertçe kapattı. Açık olan camdan

“Hadi yol al” dedi gülerek arkasına döndü ve içeriye girdi.

Arkasında baka kalan mahsun avucunu sıktı. Sonra direksiyona sertçe vurdu.

“Senden nefret etmek istiyorum ama edemiyorum” diye söylendi.

Arabayı babasının işyerinde park ederek evraklarını inceledi.
Bir hastanede görev almaya üstlenecekti.
Aslında aklında bir hastane alarak orada görev yapmak niyetindeydi. Sonra orada bir çok fakir insan için, elini uzatacaktı.
Belki bunun sayesinde şehirde, bir çok yerde anılabilirdi.
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü okumak niyetindeydi.
Bu bölüm onun lisanslı biri yapacaktı. Bu kadar iş arasında bu bölümü okumak biraz sabır istenilirdi.

Mahsun bu bölümü korkusuzca okuyacaktı. Hastane için şimdiden başvurulara başlamıştı. Babasının ona verdiği bir miktar parayla, bir hastaneyi devrine alacaktı.
Kağıtları gözden geçirerek hastanede yapılacak bir çok değişikleri mimariye verecekti.
Bu iş uzadıkça uzayacak ve onu daha yoğun bir hale alacaktı.
Şirkete girerek odasına geçti. Bilgisayardan şirkete dair geniş alanları inceledi.
Bu şirketi de yönetmek istiyor hata bu şirketi büyük bir mertebeye yükseltecekti.
Şirketin arşivine giderek dosyaları tek tek kontrol ederek, gece gündüz bazı konular üzerinde çalıştı.
Daha öncede bu işle ilgili bir çok ders almıştı.

Şirketin alanı ise şehrin tüm tarım ve elektronik ihracat alana yönelmekti.
Şirket yatırım için bir çok pamuk, mısır, buğday ve mercimek ihracatı yapmaktaydı.
Tarımlardan alınan ürünleri, ülkeler arsında bir ticaret oluşmaktaydı.

En çok yurt dışına satılan ürünler ırak  ve İran bulunmaktaydı. Mahsum ise bu alanı değiştirmek için, bazı şirketlerin kökünü araştırarak harıl harıl çalışıyordu.

                           ***
Zaman ilerledikçe işler daha yoğun ve gelişmekteydi. Mahsum şirketi alt yapısını değiştirmişti adeta. Babası ise onunla gurur duyuyordu.
Şirketin alanlarını değiştirerek fazladan cari yatırma yönelmişti Yusuf bey.

Bir yandan bu yoğun işlerde koşuşturan mahsum babasına danıştı.

“Baba..” dedi sesindeki sıcaklıkla

“De oğlum.. dile benden ne dilersen”

“Baba, bizim gelirimiz önceden fazlaydı ben geldiğimde bu üç katına yükseldi. Belki bu yükselme oranı fazladan ilerler bundan eminim. Ama şöyle bir durum var ki” dedi eline alacağı hastanenin projesini gösterdi.

“Bu yatırım şirket dışına bir hastaneye yatıracağım... hastanede görev almayı düşünüyorum.. zaten şirket fazladan cari alınacak ve sen diğer maliyeti bu şirkete değil, başka alana yatırım yapacaksın.. benim istediğim ise” dedi ve elindeki kağıdı çevirdi.
“Bu hastanede görev yapıp tüm şehirin insanlarına yardım eli uzatmaktır. Bu konuda ne düşündüğünü bilmiyorum ama ben bu alana yöneldim bile ve bana verdiğin parayı bu hastaneye yatırım yaptım.. bunu geç söylediğim için affet..”

Yusuf bey kaşlarını çatıp öylece oğlunu seyretti. Bir süre düşündü ve adımlarını oğluna doğru atı.
Mahsum, bir an için endişelenerek hata babasının bazen hoşuna gitmeyen işlere bağırıp, çağırıp kırdığına şahit olduğu için bir an korktu.

“Oğlum... ben, ne yaptım bilmiyorum.. qllah beni neyle sınıyor onu da bilmiyorum” diyerek sesini alçaltı. “Umarım bu benim için hayırlıdır.. öyle bir oğlum var ki onunla ne kadar gurur duysam seni nazar etmış olurem..
Sen okula gittiğinde beri oralarda açımıder susamışımder diye düşünüp duruyordım.. bazen senin hayırsız bir evlat olduğunu düşünüyor değildim.
Sana gönderdiğim tüm paraları geri çeviriden. Seni evlendirmek isteyerek hata mı yaptığ bilmiyorum? Sen bunun için iki yıl bizimle konuşmadın ama sonra 5 yıl evede uğramadın.. herhal bizi unuttu diye artık düşünmüyorduğ” dedi yusuf bey, o an gözleri dolmuştu.

“Baba ben..”

“Biliyorum..” dedi sözünü keserek “oralarda gurbet ellerdeydin.. ama oğlum ne oldu da bir evlilik meselesi için bize bu kadar kızdın ki? Biz senin iyliğini istiyorduğ”

Yusuf bey nemli gözlerini silip yutkundu. Oğlunun esmer tenine dikkatlice bakıp, içindeki pişmanlığı görmüş, ne kadar zorunlu olduğunu iddia edercesine bir bakışı vardı.

“Tamam sen haklıydın ama biz senin kötülüğünü ister miyiz? Biz senin aileniz.. her gece annen bu çocuk ne yiyor, ne içiyor diye az yanmadık.”

Mahsum başını eğip, gözlerinin nemlenmesini göstermemek için gözlerini kapattı.
“Baba...” dedi yutkunarak
“bunun için özür dilerim... ben bunu yapmak zorundaydım.. eğer sizinle iletişimi kesmeseydim, tıp bölümünü birincilikle bitiremezdim. Bunu bende istemezdim.. şimdi bu işleri rahat bir şekilde yapıyorsam çok çalışıp emek vermemden geliyor.

İnsanlar okul okumayı meslek olarak görürdü.. okuyup işe atanmak.. ama ben öyle düşünmüyordum her dakikamı, her saniye mi.. çalışıp öğrenmekle geçindim. Hayat kalmayı değil, öğrenmeye öğrenilmeye gitmiştim.
Her baba oğlunu sever ona sahip çıkar..
Gittiğim Üniversite paralı bir üniversiteydi.. ben ise başarımla o Üniversiteyi kazandım.. başarımla birinciliği bitirdim.. Türkiye’nin en iyi uzman cerrah doktoru oldum..
Size kızdığımdan değil gelmemem, ben.. öğrenmek için oradaydım eğer buraya gelseydim zamanımı harcamış olur pek başarılı olamazdım.”

Mahsum başını yukarıya doğru dik bir şekilde tutu. Kendinden o kadar emin, bir o kadar da endişeli biriydi.
Daima doğru düşünür doğru kararlar verirdi.
Doğru bir kişiliğe sahip olması ve doğru insanlarla geçiniyordu.
Dik kafalı değil, yeri gelince dik kafalı oluyor, kötü değil, yeri gelince kötü biri oluyordu.
Her zaman karşı tarafın hamle yapmasını bekler, eğer karşı taraf ona karşı bir savaş açarsa oda savaşın en iyisini yapardı.
Boş konuşanları değil, doğru konuşanları severdi.

Yusuf bey, odadan çıkar çıkmaz, bir süre çalışarak kendini dar sokakların eşliğine bıraktı.
Gün batımına doğru geliyor dışarıda çocukların oyun oynamalarını arada izlemişti.
Bir an aklına çocukluğu gelip de geçti.
O zamanlar, her şey daha güzel ve anlamlıydı.
Şimdi ise büyüdükçe her şey karmaşaya dönüyordu onun için.
Sürekli bir çaba bir çaba, nereye kadar gidecekti bu çaba.
Hayat o kadar anlamsızdı ki onun için, tek bir nedeni yoktu.
Dar sokaklardan ilerleyerek evine giden yoldan ilerledi.
Bir an tanıdık birini görür gibi oldu ve aniden freni bastı. Araba ani frenle cizz diye ses çıkardı. Durmuştu araba ama sessizdi her yer.
Çocuklarla oynayan genç bir kız..
Öylece izleyip tanıdık gelen bu kızı görmek istemişti.
Genç kız, arkasında döndüğünde gülen yüzüyle güneşin yansımasıyla pek gözükmemişti.
Mahsum ne olduysa arabadan indi ve çocukların olduğu yere doğru yürüdü. 
Genç kız gördüğünde bir an ürperdi.
Şekha’dı bu!
Bu o olamazdı.
Şaşkınlıkla ona baktı uzunca. Bakışları anlamsız olsa da, nedense dalıp gitmişti.
‘Ben neden her seferinde yanılıyorum. Tanıdığımı zannettiğim kişi her gün farklılaşıyor. Bu şekha mı?’ Diye düşündü. Bir müddet onu izlerken düşünüp durdu.
‘ne oluyor sana şekha?
Ağır başlı ve insanlara karşı hep soğuk olan şekha, şimdi ise çocukluğunu yaşıyor.
Keşke bende bazen öyle farklı olabilsem.
Ben hep bir kalıp gibi olacağım asla değişemeyeceğim.. kendimi mutlu etmeyi asla başarmayacağım.
Ah her şeyde mükemmellik yaratırken, başarılara meydan okurken bir tek mutlu olamıyorum
Neden? Neden?’

Öylece çocukları izlerken, gün batımı tepelerden aşağıya süzüyordu. Sanki bahardan gelen bir çiçek gözlerinin önünde yeşeriyordu.
Bir mısra gibi, gökdelenlere yükseliyor tüm semaya bir yıldız katar gibi anımsadı şekha’yı.

Şekha yoluna doğru giderken aniden mahsum’u görünce şaşkınca baka kaldı.
Gözlerinin içine bakan mahsum ona doğru adım atıp şimdi ise burun burunaydı.

“Mutlu olmak ne demek?” Diye sordu mahsum o an. Kimse söylemiş onu da bilmiyordu. Sadece söyleniyor konuşuyordu.

Şekha donuk bir şekilde ona baka kaldı. Mahsum’un ne dediğini anlamaya çalıştı.
Şekha’nın yüzünde büyük ifadesizlikler doluyken, neden böyle bir şeyi ona sorduğunu anlamamıştı. Şehri dolduran çocukların çığlıklarıyla dolup taşmıştı.

Gizli aşk bahçesi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin