Yeni karakterlere kucak açtığımız bir başka bölümün ardından Elis'in çok zorlu kararlar vermesi gereken anlara yaklaşıyoruz. Herkes, Barkan'ın güvenilmez olduğunu düşüyor. Peki gerçekte kime güvenebilir?
Bölüm 8: ''Güven denilen kelimenin hiçbir anlamının olmadığı dünya...''
Kadın telaşlı bir şekilde yanımdan uzaklaşıp karanlığa karışınca nefes almak için vakit tanıdım kendime. Dört bir yanımı saran huzursuzluğun toz bulutu halinde düşüncelerime sızıp, karamsar ve oldukça kötümser bir ruh haline bürünmeme engel olamadım. Kollarımı sarmalayıp ağırca arkamı döndüm ve Barkan'ın bana baktığını fark ettim.
Kaşları çatılmış, gözlerine gölge düşmüş ve yüzü gerilmişti. Çenesi kasılı bir halde kızıl dumanların arasından sıyrıldı ve oldukça telaşlı bir şekilde kalabalığı yararak yanıma adımladı. O gelene dek, yalnızca hareketlerini izledim. Hakkında duyduğum onca şeyi sindiremiyordum, birazdan elini tutup peşinden sürükleneceğim hissi beni tedirgin ediyordu.
Onu dinlemeye karar verdiğim anların üzerinden saatler geçmeden güvenimin sarsılacağı şeyler duyuyordum ve bu artçı depremleri kaldırabilecek birisi değildim. Bir enkazın altında kalmak üzereydim.
Barkan yanıma gelir gelmez kollarımdan tutup beni kendine çekti. Çene kası açığa çıkmış, gözleri kararmış bir halde gözlerime bakıyordu. ''Kiminle konuştun?'' dedi, hırıltı halinde. Cevap veremedim, kiminle konuştuğumu bilmiyordum.
''Sana kimseyle konuşma demedim mi? Niye sözümü dinlemiyorsun?''
Yutkundum, ''Tehlikeli birisi değildi.''
''Bunu nereden bileceksin!'' diye bağırınca irkildim. Sesi müzik sesini adeta yarıp geçti. Yakınımızdaki insanların başını çevirip baktığını hissettim. Kolları arasından kurtulmak için hamle yaptım ama buna izin vermedi. Parmakları ceketimi delip tenimi yakarken sessiz kaldım. ''Sana ne söylemiştim ben?'' dedi.
''Bir Agron olduğunu söylemedin,'' dedim.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım, tek bir duygunun dahi açığa vurulmadığı kuyuları sessizce bekledi.
''Agron'un ne olduğunu biliyor musun?''
Kalbim tekliyordu, kötü şeyler olacağı hissi berbattı. ''Bilmiyorum.''
''Güzel.''
Kolumdaki eli bileğime kaydı ve beni beklemeden çekiştirmeye başladı. ''Gitmeliyiz.''
Bir şey söylemedim, buradan gitmemiz konusunda herkes hemfikirdi. Koşar adım kalabalığın arasında ilerlerken müziğin yarıda kesilmesine neden olan tiz bir çığlık sesi tüm mekânı kapladı. İrkildim. Herkes korkuyla durup sesin geldiği yöne dönerken bizde aniden durduk. Alanda ki hareketlilik şimdi tamamen dinmiş, tüm sesler susmuş ve herkes merakla yukarıya doğru bakıyordu.
Başımı ağırca çevirdim ve diğerlerinin baktığı yere baktım. Üst katta, merdivenlerin başında duran takım elbiseli adamları gördüm.
Sayıları çok fazlaydı. Hepsi yan yana dizilmiş, ellerindeki silahlarını sıkı sıkı kavramış, kalabalığı tarıyorlardı. Birini arıyorlardı... Yutkunamadım, bedenim adeta kaskatı kesildi ve Barkan'ın bileğimdeki eli sıklaştı. İkimizde ne olduğunu tahmin edebiliyorduk, oradaki adamların kim olduğunu biliyorduk. Yanımdaki yabancı insanların bazılarının mırıldandığını duydum.
''Gümrük...''
Onları tanıyorlardı.
Simsiyah saçları ve çehresini örten bir sakala sahip olan adam öne çıktı ve saçlarından kavradığı genç bir kızı önünde zorla diz çöktürüp silahı alnına dayadı. Sarı saçları olan kız zorlukla başını kaldırıp etrafa bakındı. ''Burada olduğunu biliyoruz!'' diye bağırdı adam. ''Araba numarası güzeldi ancak bu bizi daha da sinirlendirmekten başka bir işe yaramadı.'' Barkan soluklandı. Gümrük'ten kaçarken ki çaldığımız araca ne olduğunu bilmiyordum ancak anlaşılan Barkan onlar için güzel bir tuzak kurmuştu. ''Senin yüzünden onlarca kişinin kanını dökmek zorunda kaldık. Şimdi de burada bulunan herkesin canı sana bağlı...'' Adamın bakışları etrafta gezindi. ''...Elis.''
Barkan, bileğimden çekiştirip beni kendine çekti ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. ''Sakın ters bir şey yapayım deme.''
Başımı çevirip ona bakmak, söylediği sözü anlayıp uygulamak için çabalamam gerekirdi ancak adamın ellerinde can çekişen genç kıza bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Kız saçlarındaki ele tutunmuş, ağlayarak ''Lütfen...'' diye mırıldanıyordu. ''Bırak beni, lütfen...'' Yüzü kıpkırmızı olmuş, dudağının kenarından akan kanı öylesine silmişti.
Adam, kızın saçlarını çekiştirip kükredi. ''Kes sesini!''
Silahını daha çok bastırdığında, soğuk namluyu saçlarımın arasında hissettim, kız gibi. Benim yüzümden birini öldüreceklerdi, genç bir kız savunmasız bir şekilde öylece ölüme sürüklenecekti. Orada, onun yerinde kendimi görebiliyordum ama şuan oradaki ben değildim. Ve gözlerim, bir başka ölümü kaldıramayacaktı.
''İçeride onlarca adamım var ve tüm çıkışları kapadık, kaçacak yerin kalmadı. Saklanacak hiçbir yer yok.'' Soluklandı. ''Kan dökülmeden önce açığa çık yoksa döktüğün her bir kanı teker teker sana içireceğim.''
Adamın gür sesi mekânda yankılanıp insanların telaşla birbirine bakmasına neden olurken Barkan diğer elini belime yasladı. Kaçmayacağımdan ya da deli gibi bağırıp yerimi belli etmeyeceğimden emin olmak ister gibi sarmaladı beni. Sıcak nefesi saçlarımın arasına karıştı. Yakınlığımızın bana ne hissettirdiğini kavrayamadım. ''Sakın sesini çıkarma, senden önemli değiller.''
Boğazım acıdı, öksürüp dikkat çekmemek için kendimi zorladım.
Senden önemli değiller...
Barkan'ın gözünde önemli biri olduğum gerçeğini öğrenmenin yanında, birinin benden daha değersiz olduğunu düşünmek canımı yaktı. Kim, bir diğerinden daha önemli veya önemsiz olabilirdi ki?
Adam gülüp yeniden bağırdı. ''Acele etme Elis, bir tek sen kalıncaya dek buradaki insanların hepsini teker teker öldüreceğim. Bolca vaktin var...''
Ve bir silah sesi...
Çığlıklar...
Korku dolu bağırışlar...
Birbirine giren insanlar...
Gözlerim, silah sesi ile korkuyla kapandı ve başından vurulup yere düşen kızı görmemek için direndim. Anne ve babamın ölüm anını tekrar yaşadım. Koyu kırmızı lekeler eteklerime doluştu, acı içinde haykırdım, çığlıklarım ve gözyaşlarım durmadı. Anne ve babamın adını defalarca sayıkladım.
Can çekişen kapalı göz kapaklarımı açmamakta kararlıydım ki, Barkan'ın sesini yeniden duydum.
''Dediklerimi harfiyen uygularsan sağ salim buradan çıkarız,'' dedi. Kalın, mırıltı halindeki sesi gergin bedenimi daha da huzursuz etti. Krizin eşiğinde olduğumu ikimizde biliyorduk, pes etmeye hazır yanım hareketlenmişti. Barkan, ne kadar güçsüz olduğumu ve benim yüzünden bir başkasının ölmesine izin vermeyeceğimi biliyor olmalıydı.
Belimdeki eli ağırca karnıma dolandı ve uzun parmakları usulca karnımı okşadı. Etraftaki insanlar deli gibi bağırıp hareketlenmişken ikimiz, sarmaş dolaş bir halde öylece durduk. Kendimde olsaydım bulunduğumuz konumun beni yakıp kavuracağını fark ederdim. Gözlerim kapalı, dışarıdan gelen seslere yanıtsızdım. Duyduğum tek şey, hayatımı mahveden o geceden kalan çığlıklarımdı. Biraz sonra, karnıma dolanmış sıcak elin hareketlerine kapıldım ve kulaklarım bu defa yalnızca Barkan'ın nefes seslerini işitti. Kulağımın hemen yanında, bedenimi usul usul okşarken mırıldanıyordu.
''Sakin ol, Elis. Sakin ol...''
Adımı ondan duymak, gerilmiş kaslarımı ağır ağır gevşetti. Adımı o kadar garip söylüyordu ki, tıslıyormuş gibi hissettim. Dokunuşları etki etti ve ben bulunduğumuz durumu kavrayıp sindirebilecek kadar sakinleştim. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ama Barkan, tüm sinirlerime ters etki yaptırdı.
''Beni iyi dinle,'' dedi. Başımı belli belirsiz sallayıp onu dinlediğimi belirttim. ''Gümrük seni yakalamak için her türlü yolu deneyecek, bu yüzden o adamlara inanma ve bedenini sadece kaçmak için hazırla.''
Onayladığıma dair mırıltı çıkardım. Sırtım, Barkan'ın göğsüne yaslanınca başım istemsizce geriye düştü. Saçlarım arasındaki nefesi şakaklarıma kaydı.
''Sessiz olun! Kıpırdayanı vururum!'' diye bağıran adamların ardından insanlar hareketsiz bir şekilde kalınca Barkan'ın karnımdaki eli kuvvetle beni kendine bastırdı. Küçük bedenim tamamen Barkan'dan destek alırken o, emir vermeye devam etti.
''Ortalığı karıştıracağım, sende kırmızı sisin olduğu yere doğru koşacaksın. Kimsenin seni durdurmadığından emin olacağım. Hiçbir yere bakma, oraya gittiğinde durma ve koş. Hiçbir yere sapma, çıkışı bulana dek arkana bakma.''
Gözyaşlarım bir bir yanağımdan düşerken Barkan hiç beklemediğim bir şekilde dudaklarını şakaklarımdan düşen gözyaşımın üzerine kondurdu. Sıcak dudakları gözyaşımı adeta buhara dönüştürdü. Bedenim titredi.
''Seni almak için geleceğim, sakın durma.''
Cevap vermediğim, öylece durduğumuz bir anda ikinci bir silah sesi alanda yankılandı.
''Bir kişi daha gitti Elis! Hala ortalıkta görünmüyor musun?''
Gözlerimi zorlukla açıp başımı kaldırdığımda, merdivenlerden ağır ağır inmeye başlayan adamı gördüm. Silahını çekiştirdi ve karşısına çıkan bir kişiye daha ateş etti. ''Senin için saymaya devam edebilirim.''
Ardındaki adamlar bir bir kalabalığa karışıyorlardı. Karıncalar gibi kalabalığın arasında tüneller açarken tek tek herkesi kontrol ediyor ve kimsenin hareket etmediğinden emin oluyorlardı.
''Emin ol, seninle tattığım heyecanı vermiyorlar Elis.''
Adamın sözleri kalbime defalarca hançer saplanmasına neden olurken onu dikkatle süzdüm. Uzun bir boyu, geniş omuzları ve incecik bacakları vardı. Birbirine girmiş saç ve sakallarından yüzü zorlukla seçiliyordu ama onu hatırlıyordum.
Günlerce işkence gördüğüm o bodrumda beni öldüresiye döven adamlardan birisiydi bu. Gözyaşlarımdan ve çokça acıdan yüzünü hiçbir zaman net göremediğim adamı kolyesinden tanıdım. Kolyesinde küçük bir anahtar vardı. Ucu kırılmış, oldukça paslı ve üzerinde lekelerin olduğu bu küçük anahtarı kollarıma ve sırtıma batırıp küçük küçük kesikler açıyordu ki, zaten yaralı olan cılız bedenimle jilet etkisi yapan bu anahtar o adamı asla unutamayacağımın bir göstergesiydi.
Bedenimle hala açtığı darbelerin izi vardı, kolumdaki zikzaklı çiziklerin ve yanıkların sebebi oydu. Dinmeyen acılarımdan kalan hatıralarıma sahipti.
''Hazır mısın?'' dedi Barkan.
Değildim ama başımı olumlu anlamda salladım. Kısacık bir an başımı kaldırıp ona bakmak istedim ama izin vermedi. Karnımdaki elini çekip bileğimi serbest bıraktı. Üzerimden çekilen baskısını istemsizce geri çağırmak istedim.
''3''
Soluklandım. ''2''
Ellerim yumruk halini aldı, gözyaşlarımı sildim. ''1''
Kalbim kelebek misali çırpındı. ''Koş!''
Barkan'ın hızla önüme geçmesi ve bariyer oluşturması ile birlikte arkamı dönüp koşmaya başlamam bir oldu. Barkan, silahını çıkarıp ateş açmaya başladığında insanlar çığlık atmaya ve kaçışmaya başladı.
Curcunanın arasında kaldım, soluk soluğa kızıl sise doğru ulaşmaya çalıştım. Telaşlı insanlar sürekli bana çarpıyor ve sıska bedenimi itekleyip duruyordu, ilerlemek zordu. Ardımdan silah sesleri yükseldi ve çığlıkları an be an kesen ateş sesleri kulaklarımı patlattı.
Barkan, Gümrük ile çatışma altındaydı. Kızıl sise zoraki ulaştığımda arkamdan birisi beni itekledi ve dengemi kaybedip yere düştüm. Avuçlarım şiddetle yere çarpınca kollarım titredi. Acıyla sızlanıp yere oturdum ve görüşümü bulanıklaştıran gözyaşlarımı defalarca temizledim.
Ayağa kalktığımda ise yola devam etmek yerine arkamı dönüp etrafa bakındım.
Görmeyi beklediğim şey açıktı ama ben şaşırmama engel olamadım.
Karanlık ara ara silahlardan fışkıran kurşunların basıncı ile aydınlanıyor, insanlar etrafa kaçışıyor ve bazıları, kanlar içinde yatan sevdiklerinin başında ağlıyordu.
Savaş alanı...
Eğlence mekânı savaş alanına dönmüştü. Ölüler ve inadına savaşan askerler çıldırmış gibi ateş ediyordu. Benim yüzümden gerçekleşmiş bu karmaşa kahrolmama neden oldu ancak şaşırdığım bir diğer şey, mekândaki diğer insanlarında birer silah çıkarıp ateşe karşılık verişi oldu.
Mekândaki tüm insanlar, Gümrük'e ateş açmaya başladı. Hepsi silahlı, hepsi sıradanlıktan çok uzakta insanlardı ve şimdi öylece kaçmanın yanında ateş ediyorlardı. Eğlence için gelmiş insanlardan çok savaşa hazır askerler gibiydiler. Kimse sıradan değildi, burasını özel kılan buydu.
Dudaklarım dahi titrerken bedenimi zorlukla çevirdim ve karanlığa karıştım. Girişteki gibi kızıl bir koridor karşıladı beni. Durmadım ve koşmaya devam ettim, ara sıra geçen insanların taşıdığı büyük silahlara korku dolu gözlerle baktım.
Burasının sıradan bir gece kulübü olmadığını anlamıştım ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Durmadan ilerledim, dakikalarımı alan koridoru hiçbir yere sapmadan devam ettim. Sonunda, dümdüz bir duvarla karşılaştım ve hıçkırıklarım firar etti.
Ellerim kollarım çaresizce etrafımda dolanırken geri dönmek için harekete geçtim. Aynı anda solumdan bir ıslık sesi duydum. Başımı hızla çevirip baktığımda, bir ayna ile karşılaştım. Dağılmış, oldukça yorgun ve bitik halde görünen bedenimi, çökmüş yeşil gözlerimi gördüm. Ağlamaktan gözlerim şişmiş ve kızarmıştı, berbat görünüyordum.
Aynaya yaklaşıp kendime daha dikkatli bakmaya başladım. Yeşil gözlerim o kadar soluktu ki, hiçbir zaman bu kadar üzgün görünmediğimi düşündüm. Bunca zaman, birkaç gün, birkaç hafta... Yitirmişti beni...
Aynada bir başka yüz görmemle çığlık atıp birkaç adım geriledim. Aynı anda ayna bir kapı misali arkaya doğru açıldı ve az önce gördüğüm beyaz saçlı kadın açığa çıktı. Bembeyaz teni ve upuzun, soluk saçları ile ruh gibi karşımda dikiliyordu, karanlıktan elini uzattı.
''Acele et!''
Önce etrafıma bakındım, ardından da beklemeden elini tutup onunla birlikte karanlık alana girdim. Ne olduğunu, kim olduğunu ve ona güvenip güvenemeyeceğimi bilmiyordum ama en azından beni uyarma zahmetine girdiği için ona minnettardım. Şimdi de kaçmam için bana yardım ediyordu.
Öyle umuyordum.
''Demek peşinde Gümrük var ha?'' dediğinde dar alanda ona bakmaya çalıştım. Kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı ve çok geçmeden daha geniş bir alana çıktık.
''Başın sandığımdan da daha kötü bir belanın içine batmış. Tebrik ederim,'' dedi.
''Evet, maalesef.''
Güldü, sonra elini belime yaslayıp beni ittirdi. ''Hadi git, senin yüzünden azar işitmek üzereyim.''
Şaşkınlıkla suratına bakarken beni ittirdiği duvara baktım. Siyah, dümdüz duvarın ortasında metalik bir kapak vardı. Kapağı açtığında, tıpkı havalandırma boşluklarını andıran oldukça dar ve uzun bir tünel gördüm. İleride aşağı doğru kıvrılıyordu ve nereye gittiği belli değildi.
''Acele etmelisin. Barkan seni aşağıda bulur.''
O beni kapaktan girmem için ittirirken bende itiraz edip ellerini tuttum. Soğuk teni beni bile ürpertirken telaşla gözlerine baktım. ''Dur, bana bir açıklama yap. Orada söylediğin hiçbir şeyi anlamadım.''
''Yapamam Elis, acele et.''
''Hayır, hayır,'' diye itiraz ettim. ''Lütfen, bana görevden bahset. Kalp atışlarından kastın neydi? Barkan'da aynı görev için mi uğraşıyor?''
Kadın oflayıp arkasına baktı ve sinirle yeniden bana döndü. ''Şu l*net yere girecek misin artık? Vakit kaybediyoruz.''
Israrla kollarına tutundum bu defa. ''Lütfen, açıkla bana! Barkan neden bu kadar tehlikeli?''
Kadın gözlerini devirdi ve ensemden tuttuğu gibi beni çevirip başımı kapaktan içeriye soktu. Benim kadar sıska birinin bile zar zor girebileceği bu alanda iki büklüm olup ayaklarımı toparladım.
Kadın kapağı kapatmadan önce elimi soğuk metala yasladım ve onu durdurdum. ''En azından bunu açıkla! Orada durup öylece Barkan'ı bekleyeceğim ve hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ondan kurtulmamı söylüyorsun ama nasıl yapacağımı bilmiyorum bile. En azından bunu söyle; neden bu kadar tehlikeli birisi? O ne yaptı?''
Kadın eğilip göz alıcı güzelliğini daha net görmemi sağlarken fısıldadı, ''Yaptıklarından çok yapacaklarından korkmalısın. Çünkü bundan sonra ilgilendiği tek kişi sen olacaksın.''
Kapağı kapattı, karanlık beni yuttu. Duyduğum son sözler kulağımda çınlarken kapağın ardından gelen ateş sesleri ile korkup geriye doğru kaçtım. Yüzüstü uzanıp daha rahat bir pozisyon aldıktan sonra ellerimden destek alarak dar alanda ilerlemeye başladım.
Metallerden yansıyan yamuk yumuk görüntüler, karanlıkta yalnız olmadığım hissi veriyor ve korkmama neden oluyordu. Gözkapaklarım ağlamamdan ötürü deli gibi sızlarken terlemiş ellerim hareket etmemi engelliyordu. Yattığım zemin neredeyse vıcık vıcık su olmuştu. Biraz sonra, aşağı doğru olan eğime yaklaştım ve aşağıda ne olduğunu görmek için başımı uzattığımda ise ben daha ne olduğunu göremeden bedenim kaydı ve aşağıya doğru kaydım.
Bedenim süratle kaydıraktan kayar misali aşağıya doğru yol olurken korkuyla gözlerimi kapadım ve ellerimi duvarlara yaslayıp kendimi durdurmaya çalıştım. Ancak o kadar eğimli bir şekilde kayıyordum ki, ellerim sürtünme ile yanıp tutuşmasına rağmen kendimi durduramadım. Uzun bir süre, kıvrıla kıvrıla ilerledim. Acıdan sızlanıp bir süre sonra açık havaya çıkınca da çığlığımı engelleyemedim. Girdiğim tünel yarıda kesilmiş ve ben resmen havada kalmıştım. Süratle kaymamdan dolayı önce havada süzüldüm. Hızım bir nebze azaldı, biraz sonra ise korkunç bir süratle yere doğru düşüşe geçtim. Asfalt zemin gittikçe bana yaklaşıyordu, yer çekimi beni aşağı sürüklüyordu.
Korkuyla bağırıp bir işe yararmış gibi ellerimi salladım ve yere çakılıp öleceğim korkusuyla aklıma il gelen şeyi yapıp Kelime-i Şehadet getirdim. Rüzgâr bedenime çarpıp saçlarım başımın etrafında geriye doğru savrulurken yere çarpmama saniyeler kalmıştı. Biraz sonra gürültüyle yere düştüm, korkuyla hareketsiz bir şekilde öylece bekledim. Bedenimin ezildiğini ve parçalara ayrıldığımı düşündüm.
Kalbim, göğüs kafesimden fışkıracakmış gibi gürültüyle çırpınıyordu ve nefes seslerim kilometrelerce uzaklıktan duyulacak kadar telaşlıydı. Ellerimi göğsüme yasladım ve kemiklerimi yokladım. Hiçbirinde bir kusur bulamayınca kaşlarım çatıldı, gözkapaklarım titreyerek açıldı. İlk gördüğüm şey, biraz önce düştüğüm yarıda kesilmiş metalik boru oldu. Eski bir duvarın kenarına bağlıydı, karanlıkta görünmeyecek bir halde gizlenmişti. O kadar yüksekteydi ki, oradan düşüp nasıl hayatta kaldığımı sorguladım.
Sonunda başımı kaldırdım ve düştüğüm yere baktım. Az önce orada olmadığına emin olduğum yumuşak bir minderin üzerinde olduğumu gördüm. Nereden ve nasıl çıktığını bilmediğim minder parçalar halinde dağılmamı engellemişti. Yara almadan yere inmiştim.
Telaşla ayağa kalktım ve dönen başımı umursamamaya çalışarak etrafıma bakındım.
Karanlık bir ara sokaktaydım, etrafımdaki binalar metrelerce yükseliyordu ve tek bir ışık dahi yansımıyordu sokağa. Pencerelerdeki perdeler kapalı, sokak lambaları kırıktı. Siyah bir kedi, çöp konteynırından çıkıp sakin adımlarla sokakta ilerlerken burada yalnız olduğumu anladım.
Minderden uzaklaştıktan biraz sonra duvara yasladım ve nereye gideceğime karar vermeye çalıştım. Duyduğum hışırtı sesleri korkuyla yerimden sıçramama neden olduğunda biraz önce düştüğüm mindere baktım. Minder, tıpkı şişme bir balon ağır ağır söndü ve asfalt zemine yapıştı. Karanlıkta belli bile olmayan siyah örtü, biraz sonra soldu ve tamamen yok oldu.
Bunun, alternatif bir kaçış yolu olduğunu ve düşüşün hemen ardından açılan bir düzenek olduğunu anladım ancak minder, birkaç saniye geç açılsaydı şimdiye ölmüş olacaktım.
Başımı kaldırıp yeniden düştüğüm yere baktım. Oradan gerçekten nasıl düşmüştüm?
Barkan ile girdiğimiz eğlence merkezi zemin kata yakın bir yerdeydi ve oradan kaçarken girdiğim boruda da sürekli aşağıya doğru düştüm. Yerin birkaç kat altında çıkmam gerekirken 6 katlı bir binanın 4. Katından aşağıya nasıl düşmüştüm?
Sarsak adımlar ile etrafta dolanmaya başladığımda, buranın Barkan ile geldiğimiz bina olmadığını gördüm. Başka bir binanın içinden çıkmıştım ve bunun nasıl olduğunu algılayamıyordum.
Daha önceki binaya bakınmak için açık alana çıkmaya çalıştım ama bacağıma saplanan acı ile sendeleyip yere düştüm. Avuçlarım, iki kez düşmenin ve biraz önceki sürtünmenin etkisi ile cayır cayır yanıyordu. Acı dolu inlemelerim dudaklarımdan firar etti. Kalçamın üstünde oturup ellerimi silkeledim. Avuçlarım o kadar çok yanıyordu ki, şimdiden kabarıp su toplamaya başlamıştı. Bacağımdaki yara ise ondan çok daha beterdi. Kurşun yarası düşmemin etkisi ile iyice açılmıştı ve kanıyordu.
Benim gibi güçsüz biri için geçmeyecek bir yaraydı; vücudumdaki hiçbir yaranın geçmeyeceğini biliyordum. Söylene söylene ayağa kalktım. Eğer, Barkan'ı bulmak için eski binayı aramaya koyulursam yakalanacağımdan ve kaçamayacağımdan korkuyordum. Zaten, çok fazla uzakta olmadıklarını biliyordum. Beyaz saçlı kadın ile aynanın içinden geçtiğimde başka bir binanın içine girmiş olabilirdim. En fazla iki bina arkada olan Gümrük'e yakalanmamalıydım.
Bu yüzden çok yakınımda olan bu tehlikeden uzaklaşmakta karar kıldım. Kaplumbağa misali ağır adımlarla ters yöne ilerlemeye başladım. Sık sık ardıma bakıp birinin beni takip edip etmediğini kontrol ettim. Buradan ve Barkan'dan kaçıp kurtulmak istiyordum ama tek başıma korkuyordum. Bir yanım, Barkan'ın beni bulup yanıma geldiğinde ne kadar rahatlayacağımı söyleyip beni huzursuz ediyordu. Barkan'ın beni bulacağını dair söylediği sözlere çaresizce tutunuyordum. Çünkü şuan nereye gideceğimi bilmiyordum.
Yalnız başıma ağır ağır dört sokak ilerledikten sonra saatler geçtiğini bilmeme rağmen durmak zorunda kaldım. O kadar yorulmuştum ki, durup dinlenmezsem zaten bayılıp kalacaktım. Alçak binanın yanında, onu bir sarmaşık gibi saran eski bir ağaç görünce yanına çömeldim ve sırtımı gövdesine yasladım. Her anlamda zayıf bedenim yaşadıklarımı kaldıramıyordu ve durursam, yakalanacağımı biliyordum.
Destek aldığım yerde sağıma soluma bakındım, he an bir yerlerden çıkabilirlermiş gibi gelen Gümrük'ü veya Barkan'ı görmeye çalıştım. Hala yalnızdım, nefes seslerim bu sokaktaki tek canlılık belirtisiydi.
Yine de Barkan gelmeyecek bile olsa Gümrük'ün beni orada bulamayınca sokakları aramaya koyulacağını biliyordum.
Birkaç dakikanın ardından tekrar ayaklandım ve kaldığım yerden devam etti. Bir saatin sonunda, ışıkların yanık olduğu birkaç binaya ulaştım. Tenha yerlerden çıkıp şehrin caddelerine gelmiştim. Sokak lambaları yanıyordu, evler daha oturabilir bir haldeydi. Etraf, daha önceki sokakların aksine pis kokmuyordu ve en azından birkaç yavru kediyi uyuklarken görebilmiştim.
Elimi karnıma yasladım ve bulanan midemi bastırmaya çalıştım. Başım zonkluyordu, ayaklarım sızlıyordu. Zor zor biraz daha ilerledikten sonra yanımdaki apartmanın merdivenlerine yaslandım. Giriş kapısının aralıklı bırakılmış olduğunu görünce yüzümde tatlı bir tebessüm oluştu.
Kapıya doğru yaklaştım ve kapının önüne küçük bir taş sıkıştırılmış olduğunu gördüm. Kapı bir şekilde açık kalmıştı ve ben soğuk havadan kurtulabilecektim. Apartmana girip kapıyı ardımdan kapattım ve merdivenlere oturdum. Kalçalarım mermerin soğuğuna hızlı bir tepki gösterirken bacaklarım tekrar tekrar teşekkür etti, dinlendiğim için.
Tepemdeki lamba bir an için yanınca irkildim ancak biraz sonra kendiliğinden yeniden söndü. Başımı merdiven tırabzanlarına yaslayıp acıyan gözlerimi kapadım. Ara ara korkudan gözlerimi açıp camın ardından dışarıyı izlesem de, uykuya yenik düştüm.
Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum, uzun bir süre sonra tavandaki lamba yeniden aydınlandı ancak gözlerimi açacak hali bulamadım. Bedenim havalandı, alnıma dökülen saçlarım toparlandı. Sıcak bir beden beni sarmaladığında, kâbuslarla dolu düşlerime geri düştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-II
Acción''Üzgünüm güzelim... Görevim bu; ya ölürsün, ya da ölürüm...'' -Görev: Agron'un Çırağı RomanceTR, Aksiyon-Macera okuma listesinde... Merakta Bırakan Ender Kurgular (Ön okuma) kazananı... Tanıtım videosu ilk bölümdedir. ilk kitap tamamlanmıştır, ik...