Bölüm 34: Daha kaç defa yanıltacaksın? Yanılmaya devam ettiğin sürece...

1.4K 39 32
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Bölüm 34: Daha kaç defa yanıltacaksın? Yanılmaya devam ettiğin sürece...

27.03.20

''Her şeyi gerçek Yongayı korumak için yaptım.''
Gerçek Yonga...
Gerçek Yonga mı?

''Ne?'' dedim şaşırarak. ''Ne demek gerçek Yonga?''
''Senin içindeki gerçek Yonga değildi Elis. Senin içinde bulunan gerçek Yonganın sadece küçük bir parçasıydı.''
Boğazım tıkandı, kelimeler yığılıp yumru oluşturdu. Hafifçe öksürdüm ve boğazımı temizleyip şaşkınlık nidalarımın dökülmesine izin verdim. ''Bir dakika, ne?'' dedim, sesimi yükseltip. ''O zaman EAC...''
''Gerçek Yonga, seni gerçekten öldürürdü Elis ancak ne kadar tehlikeli bir silah açığa çıkardığımı fark ettiğim anda onun bir parçasını ayırmam ve saklamam, sen ve ben dâhil tüm insanlığı kurtarırdı.''

''Bir dakika, bir dakika...'' diye mırıldandım. Doğruldum ve başımı geriye atıp babama daha dikkatli baktım. Uzun zamandır sakladığı bu gerçeği şimdi tüm çıplaklığı ile açık etmekten oldukça memnun görünüyordu. Üzerindeki siyah takım elbisesinin önünü açtı, ceketini geriye atıp ellerini cebine sokuşturdu.

''İçimdeki gerçek Yonga değildi de, sadece bir aldatmaca mıydı? Onca örgütün peşimde sürüklenmesinin hiçbir anlamı yok muydu? Gerçek Yonga bende değil miydi?''
''Değildi,'' dedi kısaca. ''Yonga hiçbir zaman sende olmadı, aslını istersen benim elimde de oldukça kısa bir süre bulundu. Sonra onu sakladım, hiçbir örgütün bulamayacağı ve onu silaha dönüştüremeyeceği bir şekilde gizledim.''
''Tüm bu oyunun hepsi bir hiç miydi?'' diye sordum ısrarla. ''Hiçbir örgüt gerçekten Yongayı elde edemedi yani? MİT bile sahteleri ile yüzleşti?''
''Aynen öyle oldu. Tüm örgütler tehlikeli bir silah peşindeydi, bende onlara istedikleri kadarını verecek bir virüs bıraktım. EAC gibi bulaşması çok daha az riskli olan, basit bir şekilde önlem alabilecekleri, sonunda kurtulma imkânlarının olduğu ve hatta senin kanın ile aşı üretilebilecek bir virüsü saldım. Bunu salmalarına izin verdim. Bu, gerçek Yonganın vereceği yıkımın yanında oldukça basit bir etki oluştururdu.''

''Herkesi kandırdın,'' dedim. ''Ürettiğin silahın peşindelermiş gibi gösterdin ama onlar varlığından bile bir haberler...''
''Onlar istediğini aldı ama daha fazlarını almalarını engelledim, aksi halde kendileri bile hayatta olamayacaklardı Elis. Sen ve ben burada bile olamayacaktık, dökecek gözyaşın dahi olmayacaktı.''

Başımı iki yana salladım ve yüzündeki o gururlu ifadenin aslında yanlış bir izlenim sonucu oluştuğunu dile getirdim. ''Bununla gurur duyma baba,'' dedim. ''Ne kadar büyük bir yıkımı engellemiş olursan ol, yine de burada yaralananlar var. Hala daha bu depremin altında kalmış depremzedeler var. Yine her şey mahvoldu, hiçbir şey rayında değil.''
''En kötüsünden sakınmak için elimden geleni yaptığımı söylüyorum Elis. Her şeyin sorumlusu olduğumu biliyorum ama suçlanmayı hak etmiyorum. Gerçek Yongayı saklayabilmek ve atom bombasından bile daha etkili olabilecek bu patlamayı önlemek için sevdiğim birini kaybetmeyi bile göze aldım. Yaptığım fedakârlıkları sormuştun ya hani...'' dediğinde, onun gerçek anlamda birini sevip sevmediğini sorguluyordum.
''Ben, gelecek için katil olmayı seçtim Elis. Hem annenin, hem de EAC virüsüne yakalanıp yitirilecek canların katili olmayı seçtim çünkü biliyorum ki, aksi halde kıyamet gününü koparan bir güç olacaktım.''

Kıyamet günü...
Kıyamet çokta uzak değil zaten baba...
Ama...
''Annemin ölümü ile ne ilgisi var?'' diye sordum, bir öfkeyle. ''Annemin kendini benim için feda ettiğini söylediğin halde nasıl olurda bunu kendi fedakârlığına yaslayabilirsin ki? Aldattığın bir kadının ölümüne sebep olman, yaptığın fedakârlığı değil caniliği ifade ediyor. Sen cani bir ruha taşıyıcılık yapıyorsun baba. Adi birisin...''
Son sözümü oldukça kısık bir sesle söylememe rağmen duydu.
''Babana karşı kullanmaman gereken sözcükler kullanıyorsun,'' diyerek bir hiddetle beni azarladı. ''Ne yaşanmış olursa olsun, hala daha himayem altında olan evladımsın. Baban olduğum gerçeği hiçbir zaman değişmedi ve bana saygı duymak senin yegâne tepkin olmalı.''

Evet, tabii... Öyle olmalıydı.
''Üzgünüm baba,'' dedim. ''Senin aksine...''
''Elis, şayet gerçek Yonganın getireceği yıkımları görme imkânın olsaydı, bana gerçek anlamda minnet duyardın,'' dediğinde bir hiddetle elimi zemine çarptım. ''Minnet mi? Sana minnet duymam için herkesin ölmesi mi gerekiyor? Öyleyse tüm insanlık yok olursa, ancak o zaman sana gerçekten minnet duyarım baba. Şimdi, ne olursa olsun benden minnet bekleme!''

''Öyleyse bunun gerçekten mümkün olmasını dilerdim,'' dedi. Ona minnet duymam için gerçekten insanlığı öldürebilir miydi? Neden bu hiç olmayacakmış gibi konuşuyordu. Gerçek Yongaya ne olmuştu?
''O kadar emin konuşuyorsun ki...'' diye mırıldandım. ''Gerçek Yongayı gerçekten yok mu ettin? Öyleyse EAC'i ortaya çıkaran –sözde sahte- Yongayı da yok etseydin de bunların hiçbirine – gerçek anlamda- gerek kalmasaydı ya! ''

''Bunun yalnızca tek bir şekilde gerçekleşebildiğini öğrendiğimde ne kadar kahrolduğumu bilmiyorsun Elis.''
''Ne olması gerekiyordu? Nasıl yok edebildin? Sahi, annemin bununla ne ilgisi var?''
Sorduğum sorunun cevabının bu kadar can yakıcı olduğunu bilseydim, gerçekleri duymak için bu kadar kararlı olmazdım belki de.
''Yonganın yok edilebilmesi için canlı bir bedenin feda edilmesi gerekiyordu,'' dedi. ''Taşıyıcı bedenin ölümünün Yongayı yok edeceği tamamen uydurmaca bir bilgi değildi. Bir kısmı gerçekti; annende senin gibi bir taşıyıcıydı Elis.''

Ve tüm gücüm o anda sökülüp atılmış gibi hissettim. Toprak gücümü emdi, bedenim iyice kamburlaşıp annemin mezarının üzerine eğildi. Ellerim, toprağın altına, derinlere doğru gömüldü. Birkaç çiçeği kökünden rahatsız etmemi umursamadım, soluklarım yavaşladı. Bedenim tir tir titrerken, ellerimin altında, yaslandığım toprağın altında gerçek bir katilin yaşadığını bilerek soluk almaya başladım.

Orada ölü bir beden vardı.
Ve katili hemen yanı başındaydı.
Annem, içine yerleştirilmiş gerçek bir savaş silahı ile katledilmişti. Annem, içindeki milyonların katilini susturmak için sonsuzluğa lal olmuştu. Annem... Annem beni terk edip giderken aslında beraberinde tüm güzel anılarımı da götürmüştü.

Annem, kendini yalnızca benim için değil, dünyada yaşayan canlı nüfusunun tamamı için kendini feda etmişti.
Annem bir taşıyıcıydı ve gerçek Yonga yüzünden öldürülmüştü.
Annem bir taşıyıcıydı...

''Annen vurulduğunda, beraberinde Yongayı da götürdü Elis. Gerçek Yonga hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yerde gizliydi, çünkü annen onu yok etmişti.''
Annem silahı yok etmişti...

''Bu-bunu...'' dedim ama konuşmaya çalıştığım anda hıçkırıklarım boğazıma takıldı ve ben ağlamaya başladım.
Düşünmem gereken olağanca şey, pek çok teori ve yanlışlıklar vardı ancak düşünebildiğim tek şey; sanki ölmesi gereken kişi ben iken annemin ölmüş olmasıydı.
Sanki benim yerime ölmüş gibiydi.
''Annen... Senin için kendini feda etmek istediğini söyledi.''


Hayatımın son beş yılını Yonga yüzünden öleceğim üzerine kurmuş, bu yüzden ölmemin çok daha iyi bir sonuca ulaştıracağını dahi düşünmüştüm ve şimdi, beş yıldır aklımı kemirip duran, olması gerekenin dışına çıkılmış gibi gösteren bir gerçekle karşılaşıyordum.

Annem benim yerime geçmiş ve Yonga yüzünden ölmüştü...
Bu kaldırabileceğim bir bilgi değildi belki de...
Onca örgütten kaçıp, ölümle yüzleşip, tüm gücümle savaşıp ve kalbimi kaybettiğim o günlerde aslında annemin ölümünü yalnızca tekerrür ettiriyordum. Oysa bir ilke sebep olduğumu sanmıştım.

Benim yerime annem ölmüş gibi hissediyor ve gerçek anlamda vicdan azabı duyuyordum; oysa babamda bunun acının bir miktarı dahi yoktu.

''Bu çok acı...'' dedim sonunda. ''Buna nasıl izin verebildin?''
''Öyle olması gerektiğini biliyorsun Elis.''
''Hayır!'' diye bağırdım. ''Senin anlattıkların dışında hiçbir şey bilmiyorum, gerçekleri bilmiyorum. Beni yine kandırıp kandırmadığını bilmiyorum!''
''Öyleyse!'' diye bağırıp hırçın nefeslerimi kesti babam. Birkaç adımla yanıma geldi ve saçlarımdan tutup başımı yana çevirmeme neden oldu.

Hıçkırıklarım mezarlıkta yankılanırken, buğulu gözlerimin ardından gördüğüm şey yine aynıydı; Bahar Doğan, Ö. 27.03.15.
''Öyleyse ellerinle annenin mezarını kaz ve tüm gerçekler ile yüzleş.''
Sanki yapamayacağımı adı gibi biliyormuş gibi tükürerek, bir nefretle sarf etti sözlerini. Ellerim toprağın altına çekildi adeta.
Ellerimle annemin mezarını kazıp, onun katilini kemiklerinin arasından sıyırabilir miydim sahi? Onun huzura erememiş ve gözlerini her açtığı sırada ölümün bekçilerini gördüğü masum bedenini deşebilir miydim arsızca? Annemi yattığı toprağın altında rahatsız etme gücünü kendimde bulabilir miydim, babamın adi fikirlerinin altından?

Ben onun gibi değildim. Onun yalanlarına inanacak olsam dahi, annemi mezarında yüzsüzce rahatsız edecek biri değildim. O, metresini özgürce yanında sürükleyip aldattığı günlerin acısıyla birlikte mezarı başında sahte gözyaşları dökerken, onun gibi vurdumduymaz olamazdım.

''Mezarı kazdığımda beni ne karşılayacak?'' diye sordum, çoktan bunu yapmış gibi duran babama karşı. Eğildi, dudaklarını kulaklarıma yaklaştırdı ve sıcak nefesini nefretle üfledi. ''Ne bir et, ne bir kemik, ne de en ufak bir kırıntı... Annenin kalıntıları çoktan toprağa karıştı; annenin bedeninden geriye hiçbir şey kalmadı Elis. Her gün gelip ağladığın mezar artık bomboş, ruhu çoktan burayı terk etti çünkü tutunacak hiçbir kalıntısı kalmadı. Ölümünün üzerinden yalnızca 27 saat geçtikten hemen sonra çürüme tamamlandı. Onun bedeninin yok oluşunu kendi gözlerimle gördüm.''

''Her şeye şahit misin?''
''Her şeye şahidim. Tıpkı et kemiren bir böcek ordusu gibi Yonga onun bedenini hızlıca çürüttü. Annenin hayatta kalan son hücresi çöker çökmez Yonga parçalandı ve bedeni, buzullar altında çırpınan birer kül gibi savruldu Elis. Orada kimse yok...''

Toprağı sıktım,
Ellerime bulanan taneciklerin annemin bedeninden birer parça olabileceğini hayal ettim,
Orada, çiçeklerinin kökünün uzandığı yerin hemen altında,
Karanlık bir odanın olduğunu ve orada yalnız başına uzandığını düşündüğüm annemden aslında hiçbir şey kalmadığını düşündüm.
Beş yıl boyunca aksatmadan geldiğim her gün, aslında sesimi duyan kimsenin olmadığı acısıyla tutuştum.
Bedeninin parçalanışı benimde ciğerlerimi parçaladı.
Bir mezarı olsa da ağlasam dediğim günlerde, yine bir aldatmaca olan boş bir mezar taşına yakındığımı anladım. Dileğim bu değildi oysa... Dileğim kandırılmak değildi.
Ve anladım ki, annemin kokusunu hatırlayamamamın sebebi; sahra çölündeki bir avuç kumdan, atlas okyanusundaki bir damla sudan bile daha da önemsiz olan bir toprağın başında annemi hayal etmemdendi. Burası annemin mezarı değildi. Annemin kokusu burada değildi ve ben bu yüzden onun kokusunu solumadan yıllarımı kaybetmiştim.
Onsuz geçen her yılımın birer işkence olduğunu düşünürken, onsuzluğun bile yetersiz olduğunu anladım.
''
Şayet Yonga onun bedeninde gizlenmeseydi, gerçek dünyada aynen bu şekilde yok olacaktı. İnsanların ölümü, yalnızca 27 saat içinde tamamlanmış olacaktı. İnsanlar adeta toza dönüşecekti. Ben insan ırkı için birini feda etmek zorundaydım, o da bunun için kendini feda etmek zorundaydı. Anneni gururlandır Elis.''

Bir mezarı bile olmasına izin vermedi, dedim.
Babam onun huzur içinde uyumasına bile izin vermedi.
Ruhuna taşıyıcılık eden bedeninin huzura ermesine, hak ettiği ölümü dahi tatmasına izin vermemesine yakındım.
Babam, anneme dünyada çektirdikleri yetmezmiş gibi ölünce de onu azapta bırakmıştı.
Bir mezarı olmasına bile izin vermedi, dedim.
Bir mezarı olmasına bile izin vermedi.
O şimdi yok, tamamen kayıp...
Bedenini yok etti, ona dair her şeyi sildi.
Onun dünya ile olan bağlantısını kopardı.
Yeryüzü kucaklamaya hazır iken terk etti.
Babam, annemin bir mezarı bile olmasına izin vermedi. 

GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin