Keyifli okumalar diliyorum, yorumlarınızı esirgemeyin.
Bölüm 3: Tanımadıklarını tanımalısın.
Barkan ile yolculuk boyunca hiç konuşmamış, sadece yanımızdan usulca geçen arabaları izlemiştim.
Kolumu kapının çıkıntısına yaslayıp, başımı da yumruk halindeki elime yaslamış, düşünceli bir şekilde dışarıyı izliyordum.
Bir ara uyumuştum. Yorgunluk, açlık, acılar ve yaralarım beni iyice bitap düşürmüştü. Yine de daha kötü bir durumda olabileceğimi, şimdikinin aksine gün yüzü göremez bir halde o bodrumda çürüyebileceğimi biliyordum. Barkan, bir belirsizlik içinde beni kurtarmıştı. Şimdi ise nereye gittiğimizi bilmiyordum.
Bacaklarımı indirdim, sızlayan yerlerimi ovaladım. ''Nereye gidiyoruz?''
Sert kaşlarını çatmış dikkatli bir şekilde yolu izliyordu. Tek eli direksiyonu sıkıca kavramışken diğeri serbestçe bacağının üzerinde duruyordu. ''Vücudun biraz daha iyi bir duruma gelene kadar birkaç gün bizi bulamayacakları bir yere gitmemiz gerek. Normalde bir yer bulmuştum ancak arkada kalan adamlarımdan cevap gelmediği için artık oraya gidemeyiz.''
Karnımı ovaladım, ''Yani, şuanda bir yere gitmiyoruz.''
''Güvenli bir yer bulana kadar duramayız. Aracın takip cihazını söktüm ama yine de bizi bulmaları gecikmez.''
Takip cihazı... Araçta bir takip cihazı olabileceği yeni aklıma geliyordu.
''Peki, ne yapacağız?''
''Kimsenin olmadığı, bir süre barınabileceğimiz bir yer biliyorsan söylemekte çekinme.''
Alaya alır tonda söyleyişini es geçerek gerçekten gidebileceğimiz bir yer düşündüm. Aklıma pek fazla seçenek gelmiyordu, çok fazla yer bilen birisi değildim.
''Babamın ara sıra gittiği bir çiftlik vardı, orada kimse yaşamıyor. Güvenli mi bilmiyorum ama oldukça sessiz bir yer. Belki birkaç gün...''
''Aileden birinin üstüne mi?''
Başımı iki yana salladım. ''Hayır, bildiğim kadarıyla.''
Barkan başını salladı. ''Tamam, bir bakarız.''
***
Upuzun bir yolculuk sürecinin ardından, karnımı doyurmuş olmanın rahatlığı ile çiftliğe doğru giden yolu hatırladığım kadarıyla tarif ettim. Yaklaşık bir veya bir buçuk gündür yoldaydık. Barkan, takip edilmediğimizden emin olmak için iki defa araç değiştirmiş ve yoldan geçen küçük bir çocuğa para vererek yiyecek ve ilk yardım malzemeleri almıştı. Bacağımdaki yara temizdi, biraz olsun açlığım dinmişti ve şimdi, güvenli olduğunu umduğumuz çiftliğe gidiyorduk.
Araç durduğunda, arazinin ortasında duran iki katlı ahşap evi süzdüm. Koyu renk ahşaptan yapılma evin çevresi çitlerle çevriliydi, etrafında tek tük ağaçlar vardı ve oldukça sessiz görünüyordu. Yalnızca iki defa geldiğim bu çiftliğin yolunu doğru hatırlayabiliyor oluşum beni şaşırtırken, görmediğimden bu yana yapının değiştiğini fark ettim. Evin yanında ek bir yapı daha vardı ve üst katta, tıpkı teras gibi döşenmiş bir çıkıntı daha yapılmıştı.
Barkan uzanıp torpido gözündeki silahı aldı. Mermileri kontrol ettikten sonra araçtan indi, onu beklemeden bende aşağı indim ancak yaralı bedenim kendi başına yürüyebilecek kadar kuvvetlenmemişti. Barkan, tek elini belime dolayıp bana destek olduğunda başımı eğdim. Her şekilde ona muhtaç olmam can sıkıcıydı.
''Burası mı?'' diye sorunca başımı salladım. ''Kimsenin olmadığına emin misin?''
Başımı kaldırıp eve yeniden baktım, ağlayıp durduğum için gözlerim artık gittikçe bulanık görmeye başlamıştı. ''Öyle olmalı, neden?''
Barkan başını salladı, ''Perdelerin bazısı açık, ayrıca biri bahçeyle uğraşmış gibi.''
''Belki bakım için gelen amca buralardadır.''
Ağır adımlarla çitleri aştık ve eve doğru ilerledik. Ayaklarım altında ezilen toprak, nedensizce anılarımı daha da körüklerken etrafa bakındım. İlk gelişimde hevesle diktiğim ağacın yerinde olmaması beni şaşırtmadı, babam bu konuda beceriksiz olduğumu söylemişti.
Hüzünlü bir tebessüm dudaklarımda yerini alırken Barkan, belimdeki elini sıklaştırdı. Diğer elini arkasında tutuyordu ki, silahı ateşlemeye hazır olduğunu biliyordum. ''Evde birisi var,'' dediğinde bakışlarım açık perdelere kaydı. Perdenin ardında, arkası bize dönük bir şekilde dikilen kadını o an gördüm.
Huzursuzlandım, kötü adamların burayı bilip bilmediği konusunda şüpheye düştüm. ''Önden yürü,'' diyerek beni ittiren adama şaşkınlıkla baktım. ''Durma, seni öldürmeyeceklerini biliyoruz. Arkanda olacağım.''
Barkan'ın güven verdiğini sandığı bakışları beni daha çok ürkütürken ağır ağır evin girişine doğru ilerledim. Arkamda olacağını söylemesine rağmen ayak seslerini duymayınca şüpheye düşmüştüm. Ahşap kapının önüne gelince, kapıya birkaç defa vurdum. Aynı anda sağ taraftan gelen sesler ile başımı çevirip o yöne baktığımda, bahçıvanın hala burada olduğunu gördüm. Beni görünce elindeki işi bıraktığı gibi yanıma geldi. Üstümü hızlıca süzdü.
''Kızım, iyi misin sen? Burada ne işin var?''
Gülümsemeye çalıştım ama halim her şeyi açıklıyor olmalıydı. ''Buraya gelmek zorunda kaldım ama... Burada kimsenin olmadığını sanıyordum. Evde birisi mi var?''
Bahçıvan amca ellerini önünde birleştirdi. ''Hizmetçiler içerideler. Sen iyi olduğuna emin misin? Buraya nasıl geldin?''
Adama cevap verme fırsatım olmadan kapı açıldı. Siyah, dizlerinde biten bir elbise giymiş hizmetçi bir kadın gülümseyerek bana baktı. ''Buyurun, kime bakmıştınız?'' dediğinde beynimde kıvılcımlar uçuştu.
''Kimseye...'' dedim, ailemin gözlerim önünde vurulduğunu bildiğimden. Kime bakmış olabilirdim ki?
''İçeride birisi mi var?''
Kadın, yüzüme uzun uzun baktıktan sonra yüz ifadesi aniden değişti. ''Elis Hanım...'' diye mırıldandı. Beni tanımış olması garipti çünkü bu evde daha önce hizmetliler yoktu. ''Lütfen içeriye girin...''
İçeriye girmek için bir adım attığımda, kadının bakışları arkamda bir noktaya kaydı. Barkan'ın hemen arkamda olduğunu da o an fark ettim.
İçeriye girdiğimde karşılaştığım sıcaklık neredeyse olduğum yere yığılıp uyuklamama neden olacaktı. Küçücük bir ısıya muhtaç bedenim anında gevşemişti.
Evi taradım, kadın bizi salona doğru yönlendirirken her şeyin hatırladığım gibi olup olmadığını ölçmeye çalıştım. Değildi... Ev hatırladığım gibi değildi. İçi tamamen değişmiş, tıpkı bir dağ evini andıran koyu renkli, ilginç dekorlar ile süslenmişti. Koyu yeşil, tekli koltuklar; zebra desenli halılar; mürdüm rengi perdeler; birbirinden ilginç vazolar ve yılanı anımsatan korkunç bir avize vardı.
Yüzüm nedensizce buruşurken bizi yönlendiren kadının sesi ile ona döndüm. ''Sizin için hanımefendiyi çağırayım,'' dedikten sonra telaşla ahşap merdivenleri çıktı. Ardından öylece bakakaldım.
Hanımefendi de kimdi?
Arkamda kalan Barkan'a döndüm. Evin etrafını dolaşıp koltukların yanlarına ve şöminenin içine bakan adamın ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalıştım. Biraz dolandı, merdivenden gelen sesleri duyunca yanıma geldi. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı.
''Arkada gizli bir çıkış gördüm. Eğer, bir sorun çıkarsa beklemeden mutfağa doğru koş. Üçüncü dolabın yanında olacak...''
Ne ara evin arkasına dolanmıştı da görmüştü bilmiyorum. Olayın gerçekliğini kavrayamadığımdan onu onayladığıma dair en ufak bir ses çıkaramadım. Bakışlarım merdivene kaydı, gelen topuklu seslerini takiben görünen zarif bedeni taradı gözlerim.
Siyah topukluları, dizlerinin altında biten bordo elbisesi ve omuzlarından dökülen koyu renk şalı ile oldukça şık bir kadın duruyordu karşımda. Kısa, koyu renkli, kâküllü saçları ve ciddi bir yüzü vardı. Bembeyaz teni ay gibi parlıyordu. Göz göze geldiğimizde gülümsedi ve bana doğru yaklaşmaya başladı. ''Elis...'' diye tatlı bir şaşkınlıkla mırıldandı. ''Hoş geldin...''
O bana adım adım yaklaşırken geriye doğru kaçmamak için yorgun bedenimi zorladım. Yine beni tanıyan ancak benim adını bile bilmediğim başka biriyle karşılaşıyordum ve bu durum can sıkıcıydı.
''S-sende kimsin?'' dedim, soğuk bir şekilde. Karşıma gelince durdu ve üstümü süzerken gülüşü soldu. ''Çok kötü görünüyorsun.'' Bakışları Barkan'ı buldu. ''Çok çok kötü görünüyorsunuz. Ne oldu size?''
Elini omzuma koymaya yeltenince bir adım geriledim ve elinden kurtuldum. Aynı anda bedenim Barkan'a yaslandı. Sakince inip kalkan göğsünü hemen arkamda hissetmek saçma bir güç verdi.
''Kimsin sen?'' diye sorumu yeniledim. ''Babamın evinde ne işin var?''
''İsmim Özge,'' dedi. ''Ben babanın... Yakın arkadaşıyım.''
''Adınızı bile daha önce duymadım, babamı nereden tanıyorsunuz?''
Yanımızda uzanan koyu renkli koltuğa doğru yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Berbat halde görünen bedenimi süzmekten çekinmiyordu. ''İş arkadaşıyız diyebilirim.'' Güldü.
''Babamın buraya kimseyi getirmediğini sanıyordum. Onun yokluğunda... Burada ne işiniz var?''
Gülümsemesi genişlerken başını eğdi ve hoşnutsuz mırıldandı. ''Haberi vardı, endişelenme. İzinsiz girdiğimi falan düşünmeni istemem.''
Kaçamak cevabı rahatsızlık verdi.
''Üzgünüm ama bana düzgün bir açıklama yapmanızı istiyorum. Babamı gerçekten nereden tanıyorsunuz?''
Özge cevap vermedi, düşünüyordu. Bu kadar zor bir soru sorduğumu düşünmüyordum ama işler onun için daha karmaşık gibiydi. Bakışlarım tekrar etrafa kaydı, umutsuzca mırıldandım. ''Ayrıca, babam buraya ayda bir ancak gelir ve-''
Aniden susmak zorunda kaldım çünkü ileride, duvarda asılı duran çerçeveler boğazımı düğümlemişti. Çerçevelerdeki resimlerde babamın ve Özge'nin oldukça samimi resimleri vardı ve bunlar oldukça eski gibi duruyordu. Adımlar istemsizce oraya doğru yöneldi, iki büklüm bedenim gördükleri ile daha da küçüldü.
Bu kadın, babamın arkadaşı olamazdı. Hiçbir arkadaş, babamla bu kadar samimi fotoğraflar çekinip duvara asmaz ve bu kimsesiz evde onu beklemezdi.
Omuzlarım aniden sarsıldı, gözlerim her bir kareyi taradı ve onca büyük boy resmin arasında aile resmimizin küçük, en alt köşede bir başına kalışı canımı yaktı.
Aldatılmak...
Babam tarafından ikinci defa aldatıldığımı hissettim. Benden ve annemden çok fazla şey sakladığını fark ettim ve bunu kaldıramadım.
Babamın annemi aldattığı gerçeğini kaldıramadım. Hep özendiğim o aşkları bir hiç miydi? Babam her defasında buraya bu kadın için mi geliyordu? Annem ona istediği sevgiyi verememişti de mi başka bir kadına gitmişti? Neden annemi aldatmıştı?
Babama kızdım.
Gözlerimin önünde öldükten sonra, böyle bir acıyla beni baş başa bıraktığı için ona kızdım.
Ancak son söylediği sözleri aklıma geldi.
''Üzülme, seni seviyoruz.''
Gözümden düşen yaşlarla arkamı döndüğümde, Özge her şeyi anladığımı fark etmiş ve ayağa kalkmıştı. ''Üzgünüm tatlım ama baban, bunu mutlaka size söyleyecekti.''
Sözleri, babamın sırlarının çokluğunu hatırlatırken başımı iki yana salladım. ''Neden buradasın?''
Özge omuzlarını silkti, ''Baban burayı benim için aldı.''
Yutkunamadım bile. Çünkü babam burayı alalı yıllar oluyordu.
Barkan yanıma geldi ve kulağıma doğru yaklaştı. ''Evin geri kalan yerlerini gezeceğim, burada kalıp kalamayacağımızı kontrol etmem gerek. Dinlenmen gerekiyor, kendini yorma.''
Başını geri çektiğinde, ağlamaktan muhtemelce kızarmış olan yüzüme baktı. ''Bunun için geç olduğunu biliyorsun.''
Babamın geride bıraktığı enkaza ağlamak için çok mu geçti? Bunu nasıl söylerdi?
Yanımdan usulca süzülüp üst kata çıktığında bir şey yapamadım. Ayakta öylece dikilen Özge'ye baktım.
Annemden daha mı güzeldi? Annemden daha mı çok sevmişti? Annemin veremeyeceği bir şeye mi sahipti? Hiçbiri değildi, babam bu kadında ne bulmuştu?
Ayakta durmak artık bir ıstıraba dönüştüğünde ağırca koltuklara ilerledim ve kendimi bırakıverdim. Özge karşıma oturdu, bacak bacak üstüne attı. Konuşmak için önce benim bir şeyler söylememi bekliyordu.
''Ne zamandır birliktesiniz?'' diye sordum, yaralarıma tuz basmak ister gibi. Özge hafifçe boğazını temizledikten sonra cevapladı. '' Biliyorum, baban benden hiç bahsetmedi. Ancak babanla uzun süreli bir ilişkimiz vardı. Her hafta mutlaka buraya beni görmeye gelirdi...''Tepkimi ölçmek için bekledi, ''Bunu bu şekilde öğrenmeni istemiyorduk ama bazı şeyleri kabullenmek zorundayız Elis. Aşkın önüne kimse geçemez. Biz, babanla birbirimizi sevdik ve bunun seni üzmemesi için uğraştık.''
Ama babam bana gerçekleri anlatamadan gitmiş ve ben bunları bir başıma üstlenmek zorunda kalmıştım. Her hafta görmeye geldiği kadını kendi gözlerim ile görmüş ve dudaklarından duymuştum. ''Bunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz değil mi?'' dedim. Kaşlarını çatıp öne doğru eğildi, ''Neyin?''
''Babamın gerçekten kimi sevip sevmediğini... Seni gerçekten sevip sevmediğini...''
Özge şaşkınlıkla güldü, başını eğip kıkırdadı. Biran için haklı olduğumu fark ettiğini biliyordum, çünkü onun canını yakmak istemiştim.
18 yıllık saf düşüncelerim biranda kirlendi ve ben ilk defa birinin canını yakmak istedim.
Burada kalmak istemiyordum artık. Ailemle olan her anım bir bir kirlenmeye devam ediyordu ve ben bunu durdurmak zorundaydım. Peşimdeki adamlardan kaçabileceğimiz başka bir yer olmalıydı. Gidebileceğim ve güvenebileceğim biri olmalıydı. Karşımda öylece oturan bu iğrenç gerçeğin yanında barınmak istemiyordum. Kendi evimden bir yabancı yüzünden kaçmak istiyordum.
Ama yoktu, güvenebileceğim kimse yoktu. Anne tarafından hiç akrabam olmadığı gibi babamın akrabalarına da artık inanmazdım. Biz sessizce otururken biraz sonra Barkan geldi ve yanıma oturdu. Başını hafifçe sallayıp biraz önce masaya bırakılmış sudan bir yudum aldı.
Burada kalmaya karar verdiğimizi anladım.
''Birkaç gün, burada kalacağız.''
Özge başını salladı. ''Tabii, kalabilirsiniz. Üst katta boş odalarımız var.Eminim size uyacak kıyafetimiz de vardır,'' dedi, son cümlesini Barkan'a ithafen.
''Sahi, siz kimsiniz?'' Barkan yerinde kıpırdandı ve geriye doğru yaslandı.Aynı anda bana biraz daha yaklaştığını fark ettiğimde ne yapmaya çalıştığını anladım. ''Arkadaşıyım.''
Arkadaşım olamayacak kadar yaşlıydı, benim için. ''Peki, bu haliniz ne? Oldukça kötü görünüyorsunuz.''
Özge, haberlerden bir uzak bir halde yaşamıyorsa, ailemin düzenlediği davette korkunç bir şekilde vefat ettiğini biliyor olmalıydı. Çok sevdiğini söylediği babamın yasını tutup tutmadığı meçhuldü ancak benim kaçırılma olayımı bilmiyor olmalıydı.
Sahi, davette yaşanılan o korkunç geceden kimlerin haberi vardı? Kimler benim ne halde olduğumu biliyordu?
''Buraya gelirken ufak bir kaza geçirdik,'' Özge telaşa kapılmış gibi ayağa kalktı ve yanıma geldi. ''... Ancak ciddi bir şeyimiz yok. Elis'in biraz dinlenmesi gerek...''
''Ahh, tabii... Elis, yukarıda sıcak bir duş aldıktan sonra odanda istediğin kadar dinlen. Senin için bir şeyler ayarlarız,'' dedi Özge. Yokluğunu hissettiğim anne şefkatinin yanından dahi geçemezken hizmetlilere seslendi.Yaralarıma bakmalarını tembihleyip odamı hazırlamaları için yolladı.
Ruhsuz gibi ayağa kalktım ve merdivenlere yöneldim. Farkında olmadan Özge'nin talimatlarını uygularken sırtımdaki bakışların yoğunluğundan iki defa tökezledim. İnsan, alışkanlıklarından bu kadar kolay kurtulamıyor olmalıydı ki,hala üzerimdeki bakışlar beni utandırıyordu.
Berbat durumda olan çiçekli topuklularımı elime aldım ve ağırca yukarıya çıktım. Bedenim, istemsizce sağa doğru dönünce birkaç adım sonra durdum.Önceden, evimizdeki banyo merdivenlerin sağında olduğundan istemsizce sağa dönmüştüm ama burada, banyo sol taraftaydı.
Döndüm, gözyaşlarım eşliğinde banyoya girdim ve ben çıkana dek sıcacık olmuş banyonun mermerlerine çöküverdim.
Şimdi, bu dört duvar arasında ağlayarak acılarımı dökmeye çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-II
Acción''Üzgünüm güzelim... Görevim bu; ya ölürsün, ya da ölürüm...'' -Görev: Agron'un Çırağı RomanceTR, Aksiyon-Macera okuma listesinde... Merakta Bırakan Ender Kurgular (Ön okuma) kazananı... Tanıtım videosu ilk bölümdedir. ilk kitap tamamlanmıştır, ik...