Elis'in çatlayan kabuğunun yenilenme vakti geldi.
Bölüm 29: Kırılmaz Kabuklar
''Sessiz ol!''
Ne kadar zor bir durumda olduğumuzu ya canımızın yanıyor olmasını umursamadık. İki büklüm bir halde, olabildiğinde sessiz bir şekilde bekledik.
Barkan ve ben, ciddi bir şekilde yaralandığımız için daha fazla koşup dövüşemeyeceğimiz gerçeğini kabul edip saklanma kararı almıştık.
Barkan, ilk planının dilediği gibi gitmemesi halinde oluşturduğu ikinci planını devreye sokarak düştüğümüz binanın çatı katından aşağıya dek sarkan özel bir düzeneğe gizlemişti bizi. Sığındığım bu küçük, daracık alanda bedenlerimiz birbirine çarparken kısık sesli nefesler almaya çalışıyordum.
İçine girdiğimiz küçük, kutuya benzer sığınakta sırtım Barkan'ın göğsüne yaslı bir şekilde oturuyordum. İki büklüm olmuş bedenimin iki yanından uzanan Barkan'ın uzun bacakları tamamıyla bedenimi çevrelemişti. Barkan'ın yüzünü başımın hemen yanında, saçlarımın arasında hissedebiliyordum. Tek eli dudaklarıma kapanmışken, diğer eli ile çatlayan ayak bileğini tutuyordu. Nefesleri benim gibi sıktı, kalp atışları olması gerekenden iki kat hızla çarpıyordu.
Çatıdan sağ kurtulabilmek için saklanmıştık ancak planımız burada bitmiyordu. Sığındığımız düzenek, yemek servislerini andıran bir sistemle çalışıyordu. Kenarda bulunan ipleri çekiştirdiğimizde kutu aşağıya doğru inmeye başlamış ve çatıdan inmeyi başarmıştık. Tek sorun, biz bu binaya geçtiğimizden beri aşağıda bekleyen ekiplerdi.
Ekipler bu binaya geçtiğimiz fark eder etmez binanın etrafını çevrelemiş ve biz çatıdan inmeden bizi yakalayabilmek için yukarı tırmanmaya başlamıştı. Aşağıya çoktan inmiştik, asansör bizi kimse fark etmeden zemine ulaştırmıştı. Ancak hala daha etrafta dolanan ajanların peşimize düşmemesi için hareket edemiyorduk.
Yakınımızdan gelen konuşma seslerini dinledim.
''Agronlar'dan nefret ediyorum. O S**ik Agron bunu nasıl becerdi? Koca şeyi devirdiğini gördünüz değil mi?''
''İnsanüstü bir güç kullandığı belliydi. Muhtemelen Demeter'in gizlediği teknolojilerinden birisidir.''
''Kellesine trilyonlar teklif edilmiş ve ölüm haberini duymamıza saatler kalmış şu adamdan bahsedip çenenizi boşa yormayın. Vyshe kızı istiyor.''
Vyshe... Etrafımızdakiler Rus ajanlardı. Hayatta kaldığımdan çoktan emin olmuşlardı ki şimdi buradalardı.
''Etrafımızda hala Agronlar var, Kuşun kaçmasına yardım edebilirler. Onları takip edin.''
''Takip etmek mi? Neden onları öldürmüyoruz ki?'' diyen adamın alaylı sesi gerilmeme neden oldu. Barkan'ın yanılmamıştı; peşinden başka Agronlar'da göndermişlerdi.
Bu demek oluyordu ki, Demeter ciddi anlamda Barkan'a olan güvenini kaybetmişti. Zira diğer Agronlar cihazın bizde olduğunu biliyor olmalıydı. Eğer Barkan en kısa sürede yongayı teslim etmezse Serse cihazı çalışacaktı.
İstemsizce daha da gerilip huzursuzca yerimde kıpırdandığımda Barkan'ın dudaklarıma örtülmüş büyük eli daha çok baskı uyguladı. Başımın yanındaki yüzünü daha da yaklaştırdı, dudakları kulağıma sürtündü. Bir an için sıcak nefesi beni huylandırsa da, ''Hareket etme,'' uyarısına uyup kıpırdamadım.
Barkan'da hayatının tehlikede olduğunu anlamış, bunun benim üzerimde bıraktığı etkiden rahatsız olmuştu. Dudaklarıma örttüğü elini uzaklaştırmadan önce, ''Ses çıkarma,'' diye uyarı yapıp, elini kutunun duvarına yaklaştırdı. Duvarda daha önce fark etmediğim küçük bir çıkıntı vardı, onu kaldırınca küçücük bir delik açığa çıktı. Delikten dışarıyı görebiliyordum, kararan havanın arasına gizlenmiş ağaç dallarının rüzgârda savruluşunu izledim. Sonra Barkan başını öne çıkarıp delikten dışarıya baktı.
''MİT bizim burada olduğumuzu biliyor Polo. Şimdi onlar bulmadan kızı yakalayın.''
Sesler gittikçe bizden uzaklaşıp, üzerimizdeki kara bulutlar dağıladururken derin bir nefes aldım ve başımı Barkan'dan tarafa çevirdim. Burnum boynuna sürttüğünde irkildi ve başını geriye çekti. Başka bir zamanda bunu yaptığı için üzülebilir, en önemlisi utanabilirdim ancak tenine bulaşmış kirli kanın kokusu burnuma dolunca ne yapmak istediğini anladım.
O şuanda kirliydi, katil kimliğine bürünmüş ve onlarca can almışken, üzerindeki kurbanların kanını silmeden bana yaklaşmak istemiyordu. Sırtım ve bacaklarım tamamen ona yaslı olmasına rağmen, onu taklit ederek bende başımı çektim.
Yutkunduğunda hareket eden âdemelmasına bakıp, gözlerimi kırpıştırdım. ''Buradan... Çıkacak mıyız?'' diye sordum.
Başını hafifçe salladı ve bir süre daha etrafı dinledikten sonra kutunun kapağını açtı. Önünde ben oturduğum için, önce ben başımı uzatıp etrafı inceledim. Binanın arka tarafına bakan, çoğunlukla yapay ormanın arasında kalan bir alandaydı. Binanın elektrikleri kesildiği için etrafta en ufak bir ışık yoktu. Burada yalnızdık ancak sağ tarafımızdaki taş yolun oradan yansıyan kırmızı-mavi ışıkları ve insanların gölgelerini görebiliyordum. Adamlardan biri bağırıp ışıkların önünden geçince, bulunduğumuz alan iyice karanlığa büründü.
''Kimse yok,'' diye mırıldandığımda Barkan hızla doğruldu ve kutudan çıktık. Duvardan destek alarak ayağa kalktıktan sonra Barkan'ın kolunun altına girdim ve onu da ayağa kaldırdım. Sağ ayak bileği incindiği için hareketleri bir hayli yavaşlamıştı ancak yine de ağırlığını bana vermiyordu. Zira kızgın lavların arasına atılmış gibi terliyordum. Başım dönüyordu ve yaralı Barkan'dan pekte bir farkım yoktu. Kolumu beline dolayıp, omzuma attığı elini sıkıca kavradım.
''Gidelim,'' diye mırıldandığında onun bizi yönlendirmesine izin verdim. Ağaçların olduğu alana girip karanlığa karıştık ve uzun bir süre koştuk. Buradan kaçtığımızı fark edip peşimize düşecekler korkusu ile sık sık ardıma bakıyordum ancak bizi görmüş olan kimse yoktu. Kaç dakika geçtiğinden emin olamadığım bir süre sonra ağaçların arasından çıkıp İstanbul sokaklarına ulaştık. Gecenin bu vaktine rağmen pek çok araç sokaklarda toz atıyordu. Gece lambalarının ve trafik ışıklarının aydınlattığı alandan uzaklaşıp bir ara sokağa girdiğimizde, biraz sonra karşımıza koyu renk bir araç çıktı.
Park halinde olan, ay ışığı ile belli belirsiz parıldayan araca doğru yaklaştık. Barkan üzerindeki ellerimi usulca uzaklaştırıp elini belime attı ve aracın yolcu kapısını açıp içeriye girmem için itekledi. ''Bin hadi,''
''Bunu sen mi...'' diye sordum ancak devamını getiremeden Barkan başı ile hızlıca beni onayladı. Yolcu koltuğuna oturur oturmaz kapıyı kapattım ve aracın etrafını dolaşan Barkan'ın topallayan bedenini izledim. Etrafı kolaçan ederek sürücü koltuğuna geçti ve başını geriye atıp soluklandı.
Halsiz kaldığını, hatta biraz daha zorlarsa bayılıp kalacağını görebiliyordum. Gözyaşlarım, omuzlarımı sarsıp hıçkırmama neden olunca başını ağırca benden tarafa çevirdi ve feri gitmiş gözleri ile gözlerime baktı. Bu halini görünce ağlamam şiddetlendi ve ellerimi dudaklarıma bastırdım.
''Ö-özür dilerim,'' diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Barkan yutkundu, öksürüp alnına gölge yapan saçlarını geriye doğru taradı. Arabanın üzerinde kalmış olan anahtarı çevirip arabayı çalıştırdıktan sonra ısıtıcıları açtı. Önümdeki havalandırma deliklerinden aniden yüzüme çarpan ısı ile istemsizce gevşedim. Biraz önce soğuk havadan dolayı tir tir titreyen bedeni gittikçe ısınan araç ile gevşedi. Gözlerimi Barkan'ın yüzünden ayıramadım ama o bana bakmadı.
''Öz-özür dilerim B-Barkan,'' dedim ısrarla. ''B-böyle olacağını biliyordum ama dur-duramadım.''
Korkak zihniyetimi durdurup sana yardımcı olamadım.
''Sana za-zarar gelmesini... İst-temedim.''
Ağlamaktan iki kelimeyi bile bir araya getiremedim. Aracın içi soluk seslerim ile dolmuşken, Barkan bir süre ses etmedi. Bana kızgın olduğunu düşündüm. Benim yüzümden zarar görüp planını değiştirmek zorunda kaldığı için; halsiz düştüğü, onlarca adamı öldürdüğü, kalbindeki cihazla hayatını tehlikeye attığı ve kemiklerini kırdığı için benden nefret ettiğini düşündüm.
Başını yeniden arkaya atıp gözlerini sıkıca yumdu. ''B-benim yüzümden!'' dedim sonunda dayanamayıp. Ancak Barkan devamını getirmeme izin vermedi. Biranda uzanıp kolumdan yakaladı ve beni aniden kendine çekti. Göğsüm göğsüne çarptı, saçlarım savrulup yüzüne örtündü. Elleri usulca belime dolanırken ne yapacağımı bilemez bir halde öylece kalakaldım. Ellerini bel çukuruma yaslayıp beni iyice kendine çekti ve çenesini omzuma yasladı. Yorgun başım onu takip edip omzuna düştüğünde kollarının sıklaştığını hissettim. Derin bir nefes aldı, göğsü havalandı ve tenime çarptı. Titreyen ellerim omzuna düştü ve tırnaklarım etine gömüldü. Burnuma dolan kan kokusu es geçtim. Barkan'da şimdilik kirlenmiş bedenini umursamadı.
''Susmazsan ağzını bantlayacağım,'' dedi, hırıltılı bir sesle. Onun sesini duymak iliklerimi ferahlattı, yangınlarda kalmış hücrelerime su serpti. ''Harikaydın Elis,'' diye devam etti. Gözlerimi kapatıp hıçkırdım. ''Senin yüzünden değil, senin sayende oldu tüm bunlar.''
Belimdeki elleri hareket etti ve parmakları ile masaj uygulamaya başladı. Parmaklarının her bir hareketinde tenim karıncalandı ancak huzur veren bu teması yok sayamadım. ''Sana güveniyordum Elis... Ne kadar narin görünüyor olursan ol, başaracağını biliyordum. Beni yanıltmadın, o güçlü kabuğun ile her şeye rağmen savaştın. Sen, sıyrılıp özgür olmayı başardın.''
Başımı iki yana salladım. ''Özgür olmak istemiyorum.''
Zira bu özgürlük yalnızca ölümleri getiriyordu. Ailemin ölümüyle başlayan kırıklarım zaman geçtikçe onlarca kişiyi beraberinde sürüklüyordu. ''Kabuğunda kalabilir miyim Barkan?'' dedim. ''Seninle kalmak istiyorum.''
Barkan'ın havalanan göğsü ile bir an için güldüğünü düşündüm. ''Oradan çıkamayacağını söylemiştim Elis. Kabuğumdan kurtulamazsın, ama orada özgür olabilirsin. Orada dilediğin her şeyi yapabilirsin. Benimle olabilirsin.''
Özgür olabilir ve kaplumbağa misali ağır seyreden kalbimi tatlı çırpınışlara bırakabilir miydim?
Ailemin yokluğundan sonra hala daha sığınmaya çalıştığım kabuklarım çoktan çatlamıştı. Ben sadece ona tutunmaya devam ederek, çıplak kalmanın korkusu ile kendime yük bileyerek yoluma devam etmiştim. Ailemi unutamaz, onların acısını hiçbir zaman aşamazdım. Çatlamış kabuklarım da hiçbir şekilde birleşemeyecekti. Bunu biliyordum ve kabulleniyordum, bu yüzden Barkan'ın güçlü kabuğuna ihtiyaç duyuyordum. En önemlisi ise Barkan'ın kafesinde özgür olabileceğim gerçeğine tutunuyordum. Tehlikeli, can yakan ve acı dolu bir kafesti orası. Belki bir uçurumun kıyısında, belki hırçın dalgaların üstünde, belki de kızgın kumların arasında bir yerlerdeydi ancak nerede olduğu önemli değildi benim için. Zira onun kabuğu benim çatlayan kabuklarımı bir bir örtüyordu. Mükemmel bir uyum ile beni sarmalayabiliyordu. Dışarıdan hiçbir yırtıcı bana zarar veremiyor, kafesin dikenli duvarları onları koruyordu.
Bu küçük kaplumbağa Barkan'ın sunduğu özgür diyarlarda dolaşmaya hazırdı. Sıcaklığı sarıyor, kırılmaz oluşuyla güven veriyor ve en önemlisi o tehlikeli duvarların nefes alan melodileri dokunuyordu ruhuma. O kabuk... O kafes Barkan'ın değildi... Kafes Barkan'dı. Beni saran, koruyan ve içindeki o acılı çocuğun verebileceği tüm sevgisini ortaya sunan, nabzı duyulan canlı bir kafesti o.
Kabuğumu seviyordum.
Ona ait olmak istiyordum.
Sonsuza dek onunla kalmak... Yalnızca onunla olmak istiyordum.
''Seni bırakmam Elis,'' dedi. ''Bundan sonra benimle kalmaya mecbursun... Çünkü yaralı kalbimin atmaya devam etmesi için sana ihtiyacı var.''
Bencil miydik? Yalnızca ihtiyaç duyduğumuz sevgiler için mi birbirimize tutunuyorduk?
Peki, birinin sevgisine ihtiyaç duymak, özel bir şey değil miydi? Birini sevmek ve onun seni sevmesini istemek kötü bir şey miydi?
Daha önce aşkı tatmamış, bir başkasının sevgisine böylesine tutunmamış ve daha önce kimsenin kollarında böylesine sarmalanıp ağlamamış tecrübesiz ruhum, zihnimde dolanıp duran sorulara net bir cevap veremiyordu ancak kendimi kandırıyor olsam bile... Öyle olsa bile Barkan'a tutunmak istiyordum.
''Sana ihtiyacım var Elis... Çünkü kalbim daha önce hiç böyle atmamıştı.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-II
Acción''Üzgünüm güzelim... Görevim bu; ya ölürsün, ya da ölürüm...'' -Görev: Agron'un Çırağı RomanceTR, Aksiyon-Macera okuma listesinde... Merakta Bırakan Ender Kurgular (Ön okuma) kazananı... Tanıtım videosu ilk bölümdedir. ilk kitap tamamlanmıştır, ik...