Bölüm 25: Zorunlu Kurbanlar

1.6K 69 7
                                    


Bölüm 25: ''Zorunlu kurbanlar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm 25: ''Zorunlu kurbanlar...''

''Hislerimi gizleyebilirim Elis ama taşma noktasına gelirse bu yakınlıkta onları gizlemek için çaba sarf edemem.'' Nefesini dudaklarıma üfledi. ''Seni kadın olarak görüyorum,'' dedi düşüncelerimi okurmuş gibi. Bulunduğumuz konumun yalnızca beni etkilemediğini itiraf ediyor ve kırılan parçalarımı bir bir onarıyordu. ''...Ve seni kendime saklamak istiyorum. Senin kabuğun olmak istiyorum güzelim.''

''Kabuğun canımı yakıyor,'' diye mırıldandım. Gözkapakları aralandı ve kanlanmış siyah gözleri gözlerimle buluştu. Unuttuğum ancak görünce hatırladığım darbenin etkileri ile yüzümü buruşturdum ve Barkan'ın sızladığına emin olduğum gözlerine çıkardım tek elimi. Parmak uçlarım önce boynuna, kirli sakalları ile çevrelenmiş kemikli çenesine, sonra da şakaklarına tırmandı. Hafif dokunuşlarım Barkan'ı huylandırmış olmalı ki, başını hafifçe elime doğru eğdi ve parmaklarımın tamamen teni ile temas etmesini sağladı. Dokunuşuma ihtiyacı varmış gibi gözlerini gözlerimden ayırmadan öylece durdu ve yapacağım şeye müsaade etti.

Heyecanla çırpınan kalbim göğüs kafesimi hızla inip kaldırıyor ve sıklaşan nefeslerim ara sıra kontrolden çıkıyordu ancak onun gözlerindeki acıyı hissedebiliyordum. Parmaklarım göz çevresini dolandı, gözkapaklarını okşadı ve kirpiklerini taradı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan uzun uzun onu sevmeme izin verdi. Dudaklarının kıpırdadığını görünce gözlerim dudaklarına düştü. Yüzlerimiz çok fazla yakındı.
''Bana şefkatle dokunan tek kişisin,'' dedi. Ellerim titreyince, parmaklarımı yanaklarına indirdim ve zoraki yutkundum. ''Bana gerçekten kalbini açan tek kişisin.''
Gözlerim ellerimi takip etti ve dokunmak isteyip de bunca zaman cesaret edemediğim şeyi yapıp anın etkisi ile yüzünün her bir karesini sevmeye başladım. Onu ezberlemek ister gibi uzun uzun izledim, parmaklarımla çene hattını takip ettim. Dudak çizgisine yaklaştığımı fark eden soluklarım hızlanıp beni utandırırken, dolgun dudaklarına değmeden burun çizgisini takip ettim. Dişlerini birbirine bastırınca çenesi kasıldı ve belli belirsiz gamzesi açığa çıktı. Kaybolacak korkusu ile parmaklarım hemen gamzesine kapandı ve gülümsedim.

''Kalbini kırdığım ve canını yaktığım için üzgünüm,'' dedi. ''Telafi edeceğim.''
Gülüşüm dudaklarımda asılı kaldığında, gözlerimi yeniden gözlerine çıkardım. ''Telafi edecek vaktimiz olacak mı?'' diye mırıldandım. ''Söz veriyorum, olacak.''

Alnını tekrar alnıma yasladı, yüzündeki elim yeniden omzuna düştü. ''Metin bize yardım edecek mi, yonga konusunda?''
Çenesi tekrar kasıldı ve cevap vermek için kendine vakit tanıdı. ''Metin sadece nasıl yapılacağını söyledi, kendisi bize eşlik edemeyecek.''
''Neden?''
Ve sorduğum anda pişman oldum. ''Çünkü onu öldürdüm.''

Tırnaklarımı etine bastırmamak için büyük bir çaba sarf ettim ve yutkunup, gözlerimi kapadım. ''Beni öldürmek istediği için mi?'' diye sordum.
''Seni öldürmek istediği için...''

Fazlasına gerek yoktu, her şey açıktı. Metin, yonganın içimde olduğunu ve çıkarılabileceğini öğrendikten sonra beni basit bir taşıyıcı gibi kullanacak, ardından da yonga ile süreceği sefaya engel olmamam için beni öldürecekti. Bunu, daha önceki gizemli sığınakta konuşurlarken duyduğumu hatırlıyordum. Metin, yonganın yerini öğrendikten sonra, beni öldürenin kim olacağının bir önemi olmadığını bile söylemiş, Barkan'ın görevini çalmaya çalışmıştı.

Bir süre önce benim yüzümden ölecek olmasının ne kadar kötü bir his olduğunu düşünüyordum; bu düşüncem değişmemişti ancak önceki kadar canımı yakmıyordu. Beni öldürmeye çalışan insanların Barkan tarafından bir bir yok edilmesinin kötü yanı, onun elini kana buluyor olmasıydı.
Kötüler dünyadan siliniyordu ancak Barkan'ın ruhu da aynı anda silikleşiyordu.

''Ne yapacağız?'' diye sordum.
''Metin, yonganın yaydığı zehrin omurgana uzanan elektronik çıkıntılardan yayıldığını söyledi. Çıkıntılar sarmaşık gibi kemiklerine ve kaslarına dolanıyor, dolayısıyla basit bir cerrahi operasyon ile çıkarılmaya çalışıldığında tepki gösterip zehrin doz aralığını bozuyor; hayati damarların zehrin etkisi ile tıkanıp ölümüne neden oluyor.'' Rüzgârın mağara duvarlarına yaptığı yankıyı es geçip Barkan'ın sesine odaklanmaya çalıştım. ''Hakan, senin ölmeni istemeyeceği için yonganın kolaylıkla çıkarılabileceği başka bir sistem hazırlamış olmalı,'' dedi. Öyle olmasını umdum zira artık babamı yeterince tanıyamadığımı düşünüyordum.
''Hakan Gümrük'e sırt çevirdiği sıralarda, yakından tanıdığı ve güvendiğini söylediği bir Profesör ile görüşmüştü. Görüştükleri gün yanındaydım, konuşulanları duymama izin vermemişti ancak yonga ile ilgili önemli bir görüşme olduğunu tahmin edebiliyordum.
Görüştüğü Profesör MİT için çalışıyordu ve elindeki teknolojiyi Hakan ile paylaşabileceği konusunda anlaşmışlardı. Ayrılmadan önce ise, 'Bu cihaz çok önemli, bu yüzden onu güvende tutacağını umuyorum,' demişti. Gümrük'e ve Demeter'e karşı gelebilecek en güçlü teşkilatın MİT olduğu gerçeği göz önüne alındığında, yongayı çıkarabilecek cihazın bir MİT profesörünün elinde olması muhtemel.''

''Yani o profesörü bulursak, yongadan kurtulabilir miyim?''
Barkan başını salladı. ''Onu bulabilir miyiz?''
''MİT'in koruması altındadır, ona ulaşmak kolay değil.''
Dudaklarım benden bağımsız iki yana kıvrıldı. ''MİT bize yardım edebilir, onlar Türk ajanları ise yongayı çıkartabiliriz ve diğerleri-''
Barkan'ın sertleşen yüzü ile sözüm yarıda kesildi ve gülüşüm adeta soldu. ''MİT, yongayı ele geçirirse onlardan geri alamam Elis,'' dedi tıslar gibi.

Yongayı geri alamamak...
Onun görevinin yongayı almak olduğu gerçeğini unutuvermiştim bir anda. Kolları arasında ısınıp, söylediği sözler ile etkilenmek gerçekleri adeta unutturmuş ve her şey bu kadar basit bir şekilde çözülebilir gibi gelmişti. Ama bu kadar basit değildi işte, Barkan'ı bunca zaman zorlu sınavlara sokan gerçekleri silmek.

MİT yongayı asla Barkan'a vermezdi ve Barkan yongayı alamazsa öldürdü, Serse cihazı ile Demeter onu yok eder ve ben bir daha onu göremezdim. Yokluğunun acısı ile kavrulur ve sevdiğim birini daha kaybetmenin çaresizliğini kaldıramazdım. Bu yüzden polislerden daima uzak kalmamı sağlamıştı.
Onu seviyordum, inkâr edemezdim. Tecrübesiz duygularımın adına sevgi diyebileceğim kadar kendimden emin değildim ama onun zarar göreceğini düşünmek bile kalbimi paramparça ediyordu.

Her defasında ona güvenerek kaybediyordum ve hayal kırıklığı yaşıyordum ama ona karşı da koyamıyordum.


''MİT'den yardım isteyemeyiz,'' dedi daha açık bir şekilde. ''Bir yağmur kuşuna asla yardım etmezler, görevimi tamamlayamam.''

Yutkunmaya çalıştım ama keskin bakışları üzerimdeyken bu pek mümkün değildi. ''Özür dilerim,'' diye mırıldandım pişman bir halde. ''Sadece çok korkuyorum.''
''Biliyorum Elis,'' dedi. ''Korkunu anlayabiliyorum ve sana kızmıyorum.''

Alnı alnıma yaslı bir şekilde öylece durduk ve biraz daha ısınabilmek için daha da çok yaklaştık birbirimize. ''Gitmemiz gerek,'' dedi. ''Vyshe işini şansa bırakmaz. Savaş silahının sende olduğunu öğrendiği için öldüğünden emin olsa bile cesedini rahat bırakmayacaktır.''

Dişlerimi birbirine çarptım ve başımı olumlu anlamda salladım. ''Gidelim.''

***

''Kız öldü mü?'' diye atıldı Altuğ. Karşısında duran profesörün hüzünle inmiş göz kapaklarını takip etti ve başını iki yana salladı. ''Bu kadar beceriksiz olamazsınız herhalde!''
Öfkeyle yükselen sesinin hedefi, etrafında duran ajanları hedef alıyordu. ''Kim için çabaladığımızı göremiyor musunuz? O silahın bizim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor musunuz? Türkiye'yi koca bir katliamdan korumak için elinizden gelenden daha fazlasını yapmanız gerektiğini anlayamıyor musunuz?''

Yüzü kızarmış, damarları belirginleşmiş kibirli adam toplantı odasında öylece dolanıp ellerini saçlarına daldırdı. ''Kız öldüyse yongada yok olmuştur,'' diye mırıldandı.
''Ondan böyle bahsetme,'' diye atıldı Profesör. ''Ne kadar acı çektiğimi görmüyormuşsun gibi Elis'den basit bir şeymiş gibi bahsetme.''

Altuğ aniden profesöre doğru döndü ve ellerini kemerine yaslayıp tek kaşını kaldırdı. ''Vicdanını rahatlatmak için öyle değilmiş gibi davranabilirim profesör ama ya Ruslar? Onlar Elis'i nasıl görüyor sence?''

Profesör, oturduğu yerde omuzlarını dikleştirecek cesareti kendisinde bulamayınca bakışlarını ak saçlı, kıdemli adama doğru çevirdi. Yaşlı adam, masanın başında oturuyor ve ellerini sakallarına dolamış bir halde yaşanılanları izliyordu.

''İstersen ben söyleyeyim; Basit bir taşıyıcı olarak görüyorlar.'' Altuğ'un tıslarcasına çıkan sesi, profesörü derinden yaraladı ve elinde tuttuğu kapsülleri çaresizce yere bırakıverdi. Kırılan cam, parçalar halinde beyaz zemine dağılıp ajanların dikkatini çekerken, Altuğ dikeldi ve kıdemli adama doğru baktı. ''Elis öldüyse, bir sonraki hedefin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Gerekli önlemleri uygulamaya başlasak iyi olur.''

Profesör atıldı.
''Elis'in gerçekten ölüp ölmediğini ya da ölümünün ardındaki gerçekleri bilmiyoruz. Uydular, olay anında neler olduğunu anlayabileceğimiz kadar güvenli değildi.'' Bir başka ajan onu onayladı.
''Vyshe'nin bizden daha net bir görüntü aldığını biliyoruz. Buna rağmen, o bölgedeki uydular hala daha net bir görüntü elde edemiyor. Anlaşıldığı üzere, Vyshe hala orada ve her ne olduysa görmemizi istemiyorlar. Kontrol için gelmiş olmalılar.''
Profesör başını salladı. ''Yani Elis'in ölümünden onlarda şüphe duyuyor.''
Gözlerinde bir parça umudun yeşerdiğini ve Elis'in güvende olduğuna dair inancının somut hale geldiğini herkes görebiliyordu.

''Yani, Elis'in gerçekten ölmediğini ve Agron'un onu götürdüğünü mü düşünüyorsunuz profesör?'' diye sordu kıdemli adam, dakikalar sonra ilk defa dudaklarını aralarken. Ajanların bakışları ikili arasında mekik dokudu. ''Elis ölmüş olamaz,'' dedi, omuzlarını dikleştirmeye çalışarak. Birkaç dakika önce düşerek kanattığı burnuna bağlı kanlı peçeteleri çekip çöpe attı. ''Elis ölmüş olsaydı, Vyshe ajanı Arina Volkov'un parçalanmış cesedinin hiçbir anlamı olmazdı.''
''Ne demek istiyorsun?'' diye konuşması için teşvik etti kıdemli adam. Gözler, birkaç saniyeliğine öfkeyle etrafta dolanan Altuğ'a kaysa da profesör devam etti.
''Elis ölürse yonga yok olurdu. Agron'un ve Arina'nın da yonganın peşinde olduğunu bildiğimizden, yok olmuş bir yonga için birbirlerini öldürmüş olamazlardı değil mi? ''
Biraz sonra devam etti. ''Vyshe sadece ölmüş ajanın cesedini kazımak için gelmedi, Elis'ten bir iz arıyorlar. Onlardan önce Elis'i bulmalıyız.'' Altuğ, saçlarına daldırdığı ellerini yumruk haline getirdi.
''Uydu görüntülerini izlemeye devam edin, artık Elis'i takip edebildiğimize göre; hayattaysa onu hemen bulmalıyız. Yonganın yerini tek bilen biz değiliz artık.''

Altuğ, keskin gözlerini ajanlar üzerinde, özellikle de Profesörün üzerinde gezdirdikten sonra arkasını döndü ve kapıyı ardından kapatma gereği bile duymadan odadan uzaklaştı. Biraz sonra kıdemli adamın izni ile ajanlarda dağılırken, Profesör yaşlı adamın yanından ayrılmamakta ısrarcı gibi duruyordu.

Herkes odadan çıkıp, iki adam baş başa kalınca profesör ayağa kalktı ve kıdemli adamın yanına geldi. Yanındaki koltuğa hızlıca oturup, etrafını bir kez taradıktan sonra eğildi ve fısıltı halinde konuşmaya başladı.
''Barkan...'' diye mırıldandı. ''Barkan'ın Vyshe'ye yonganın yerini söylemesinin nedenini anlayabiliyor musunuz efendim?'' diye sordu. Kıdemli adam, ak saçlarına eşlik eden gür sakallarını sıvazlayıp başını ağırca salladı. ''Onun yöntemlerini tahmin etmek oldukça zor Profesör ancak onun, yongayı almak için düşmanları karşı karşıya getirmeye çalıştığını görebiliyorum.''

Profesör hızlıca başını salladı. ''Bu demek oluyor ki, Barkan yongayı çıkarmanın yolunu biliyor ve onun karşısına çıkmamızı istemiyor. Bizim cihazı koruyacağımızı biliyor ve yongayı bizden almak için Vyshe'yi üzerimize salacak. Vyshe ve MİT'i karşı karşıya getirip... Bizi oyalamaya çalışacak!''
Kıdemli adam derin bir nefes alıp dikeldi. ''Ne kadar çabalarsa çabalasın, MİT tüm düşmanları alt edecek ve Elis'i alacak profesör. Kızı ya da yongayı onların almasına izin vermeyeceğiz. Bu konuda bana güvenebilirsiniz çünkü ben size güveniyorum.''
Profesör, gözlerinde afallamayı saklama gereği duymadan geriye doğru yaslandı ve karşısındaki adama melül melül bakındı.

''Yani... Daha önce bahsettiğim konuda... Bana inanıyor musunuz?''
Adam yaşlı yüzünün kırış kırış olmasına neden olacak şekilde gülümsedi. ''İnanıyorum Profesör... İnanıyorum ve Elis sayesinde bu konuyu da en kısa zamanda çözeceğiz.''


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin