Devam ediyor...
Davet alanına taksi ile geldim, birkaç araç arkamdan ise Barkan'ın çalmakta hiçte zorlanmadığı siyah renkli bir araba ile beni takip ettiğini görebilmiştim. Araçtan indiğimde, iki görevli beni yüksek duvarlar arasından geçirip geniş bahçeye ulaştırdı. Rezidans, oldukça güzel bir manzaraya sahip olan devasa bir alanı kaplıyordu. Soğuk havaya rağmen etrafında yemyeşil ağaçlar ve rengârenk çiçekler vardı. 'Lı' şeklinde uzanan, biri uzun biri kısa iki devasa bina, kararan havayı delip geçmek ister gibi alabildiğine uzanıyordu. Cam yüzeyleri gökyüzündeki tek tük bulutları ayna gibi yansıtıyordu. Başımı kaldırıp binaların yüksekliğini ölçmek isteyen gözlerim, biraz sonra ağrıyınca başımı yeniden eğdim. Bahçe yolunu ilerledikçe, şık giyimli onlarca insanın burada olduğunu gördüm. Kararan havaya uyumlu olsun diye bir bir yanmaya başlayan parlak gece lambalarının altında gülüşüp davet alanına ilerleyen güzel giyimli kadınları görünce, görünüşümün düşündüğüm kadar abartılı olmadığını gördüm. Zira eşlerinin koluna girmiş kadınların üzerinde Hollywood yıldızlarının tuvaletlerini andıran rengârenk kıyafetler vardı. Özellikle bir kadının üzerinde gördüğüm parlak, turuncu renkli elbisenin kabarıklığı bana balkabağını andırmıştı.
Rezidansın salonuna açıldığını tahmin ettiğim ışıklandırmalı bir yolu geçtikten sonra topuklularıma özen göstererek merdivenleri çıktım. Siyah, dantelli bir elbisesi olan genç bir kız gülümseyip beni girişin hemen önünde durdurduğunda gerginliğimi saklamak için Barkan'ın bana son anda verdiği siyah çantama sıkı sıkı sarındım.
''Hoş geldiniz efendim. Profesör Taşdelen'i bu özel gecesinde yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz,'' diyen kıza gergin bir gülümseme yolladım. Verebileceğim herhangi bir cevap aklıma gelmezken kız önündeki listeye kısaca göz atıp devam etti. ''İsminizi öğrenebilir miyim?''
Tabii, davetli listesinde olup olmadığımı öğrenmeleri için ismimi söylemem gerekiyordu. Ancak Barkan'ın ezberlettiği o iki kelime anında aklımdan siliniverdi. Gözlerim tuhaf bir şekilde etrafta dolandı, kaşlarım hafiften çatıldı. İsmi hatırlayamadığımı fark ettim. Arkamda başka birinin varlığını hissettiğimde, omzumun üzerinden dönüp kahkahaları ile girişi dolduran kadını izledim. 30'lu yaşlarda iki kadın, üzerlerindeki oldukça cesur tuvaletleri ile beni süzüyor ve önüme geçmek için fırsat kolluyor gibilerdi.
''Hayatım, Profesörün özel konuklarıyız. Kendisini bekletmeyeceğimize dair söz verdik,'' deyip elinde tuttuğu altın işlemeli iki kartı çekinmeden uzatıp önümdeki kıza verdiler. Kız, önce çekingen bir şekilde bana baktı, ardından da kartları alıp hızlıca inceledi.
''Hoş geldiniz efendim. Profesör sizi üst kattaki odasında ağırlamaktan onur duyacağını belirtmişti. Size eşlik edeceğiz,'' dedikten sonra arkasındaki genç adamlardan birini kadınlara eşlik etmesi için görevlendirdi. Kadınların bana attığı tuhaf bakışları önemsememeye çalıştım.
''İsminizi duyamadım, lütfen tekrarlayabilir misiniz?'' diye yeniden bana yönelen kız ile nefesim daraldığını hissettim. Alt tarafı basit bir isim söyleyecektim ancak bir türlü aklıma gelmiyordu.
''Evet, şey...'' diye geveledim. Kız, yüzündeki sahte gülümseme ile bana bakmaya devam etti.
''Nihan Sahraz!''
Kulaklarımda yankılanan tok ses ile biranda ürperdim ve etrafıma bakındım. Barkan'ın oldukça yakından gelen sesine rağmen kendisinden hiçbir iz bulamayınca bir an için kafam karıştı. ''Nihan Sahraz, bilim dergisi röportajı için geldin. Adın ikinci bir listede olacak, sakin olmaya çalış.''
Yutkundum, taktığım broş sayesine kulaklarımda duyduğum sesin hayal olmadığını kavrayabildim. ''N-Nihan Sahraz,'' diye mırıldandım karşımdaki kıza. Kız, önündeki listeyi hızlıca tarayıp kapak rengi farklı olan başka bir listeye geçerken, Barkan'ın yanılmadığını saniyeler içinde öğrenmiş oldum.
''Hoş geldiniz Nihan Hanım. Profesör sizi görmekten mutluluk duyacaktır. Güzel bir gece geçirmenizi diliyoruz.'' Başımı belli belirsiz salladım ve elimdeki çantanın parıltılı sapına tırnaklarımı geçirdim. ''Salona kadar size eşlik edeceğiz,'' dedikten sonra başka bir adam yanıma geldi ve ihtişamlı koridorlar arasında bana eşlik etmeye başladı.
Yanımda ilerleyen adamın bakışlarının sık sık üzerime düştüğünü fark edince gerginliğim arttı ve omuzlarım istemsizce dikleşti. Topuk seslerim koridorun ilerisinden yükselen gürültüye eşlik ederken, bana upuzun gelen bir sürenin ardından koridorda sağa doğru döndük. Parıltılı avizelerden yayılan kuvvetli beyaz ışık salonu gündüz gibi aydınlatırken, gözlerim ani ışık ile kamaştı ve gözkapaklarım yosun irislerimi koruyabilmek adına örtüldü. Ve zihnimi ele geçiren o korkunç anıların beni zehirlemesine engel olamadım.
Kulaklara ninni gibi gelen piyano sesi, kubbeli tavanın tam ortasında duran ve mücevherlere çarpıp alanı aydınlatan görkemli bir avize, altın renkli ipeklerle süslenmiş masa örtüleri, her bir masadaki sahte gülüşleri örten masumiyet simgesi bir demet beyaz gül...
Kulakları çınlatan korku dolu çığlık sesleri, kubbeli salonun tam ortasında duran ve her bir bedeni yoklayıp zamanı kıran ölümün soğuk nefesi, tüm güzellikleri kızıla boyayan tehlikeli kan izleri, her bir hücremdeki özlem duygumu gün yüzüne çıkaran kötülüğün simgesi bir düzine insan ve silah sesleri...
Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda, Gümrük'ün o gece üzerimde bıraktığı etkiden ne kadar zaman geçerse geçsin kurtulamayacağımı fark ettim.
Anne ve babamı kaybedeli bir ay olmuştu ve ben o bir ayda hasretimi bile doruklarına dek yaşayamamıştım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmakla yetinmiyor, içime içime ağlayıp iskeletimdeki boşlukları birer birer doldurmaya çalışıyordu.
Titrek bir nefes verdim, düşen başımı kaldırmak için kendimi zorladım. Salonun girişinde, ilerimde onlarca insanın kahkaha sesleri ile bezenmiş ihtişamlı alana öylece bakadururken, yanımdaki adamın varlığından rahatsız olarak ''Teşekkür ederim, gerisini ben halledebilirim,'' diye mırıldandım.
Adam, kısık sesimi duymak için büyük bir çabaya girdikten sonra iyi dileklerde bulunup yanımdan uzaklaştı. Cesaretimi toplayıp çift kanatlı kapıdan içeriye girdim ve kalabalığın arasına karıştım. Masalar arasında dolaşırken, gözlerim sürekli olarak insanların üzerinde geziniyor ve sanki bilebilirmişim gibi onların peşimdeki teşkilatlardan olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.
Barkan, onları tanıyamayacağımı ancak beni onlardan uzak tutmak için etraftaki timlerin kafalarını karıştırırken etrafta görünmemi tembihlemişti. Sık sık yutkunup, stresten çantamın sapını çekiştirip, yüzümdeki ağır makyajın ve başımdaki şalın etkisi ile bunalsam da, büyük salon boyunca ilerlemeyi ve bulduğum boş bir masada soluklanabilmeyi başarmıştım.
Dikkat çekmek istemiyordum ama gözlerim bana ihanet edip Barkan'ı bulabilmek adına telaşla insanların yüzünde geziniyordu. Onu hala görememiştim ve kapıda onu yakalamış olabilecekleri hissi beni bitiriyordu. Kulağıma dolan müzik sesi ve konuşma sesleri karmaşaya dönüşürken, nereden geldiğini bilmediğim soğuk esintiye tutundum.
Yanımdan geçen insanların yüksek sesli konuşmalarını duymamam imkânsızdı.
''Profesör Taşdelen'in devletin yürüttüğü gizli bir projede çalıştığını duydum.''
''Elbette, onun konferanslarını hiç izlemedin mi? Alanında o kadar başarılı ki, böyle bir davette bulunabiliyor olmamız bile çok değerli.''
''Sizce de böyle bir dönemde davet düzenlemesi normal mi? Onun laboratuvarının burada olduğunu bilmeyen yoktur.''
''Bu neyi değiştirir, dilediğin gibi oraya girebileceğini düşünmüyorsun değil mi?''
''Doğru ya, bunca güvenlik önlemi boşuna alınmış değil. Kesinlikle konukların davetten çıkmamaları için etrafımızı sarmış durumdalar.''
''Zaten kim onun laboratuvarına girmek ister ki, delirmeyin.''
Hafifçe öksürüp boğazımdaki rahatsız edici histen kurtulmaya çalıştım. Üşüyor olmama rağmen boncuk boncuk terliyormuşum gibi bir hisse kapılıyordum.
Profesörün laboratuvarına girecek olan kişi bendim.
Barkan, planı kusursuz bir şekilde işlerse hiçbir pürüze takılmadan laboratuvardan cihazı alıp aynı hızla çıkabileceğimi söylemiş ve benim gibi beceriksiz birine en önemli görevi vermişti. Bu yüzden, insanların konuşmalarının kafamı dağıtmaması için ilgimi başka yöne çektim. Biraz sonra Barkan'ın sesini yeniden duydum.
''Sola doğru dön, üçüncü şamdanın yanına bak.''
Tüm düşüncelerime rağmen olması gerekenden daha da hızlı bir şekilde soluma dönüp insanların arkasındaki kolonları tek tek taradım. Gördüğüm yapılı beden dudaklarımda çaresiz bir gülümseme oluştururken Barkan konuşmaya devam etti. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım, aramızdan geçen onca insanı es geçtim.
''Davetin güvenliğinden sorumlu olan kişilerden pek çoğu MİT ajanı Elis. Burada olduğumu çoktan fark ettiler ve seni yanımda getirip getirmediğimden emin olmaya çalışıyorlar. Etraftaki silahlı adamlardan uzak dur ve yüzünü olabildiğince gizli tut.''
Başımı belli belirsiz salladım, onun aksine konuşacak cesareti bulamıyordum. Barkan bakışlarını üzerimden çekti ve salon duvarları boyunca ilerlemeye başladı. Onu, attığı her adımda takip ettim.
''Profesörün salona inmesine tam yedi dakika var.'' Yedi dakika benim için oldukça kısa bir süreydi ve bu gerçekten kötüydü. ''Yedi dakika sonra sahneye çıktığında harekete geçeceğiz. Görevliler o salona iner inmez, çıkış harici tüm kapıları kapatacağından oldukça hızlı bir şekilde hareket etmelisin.''
İşler daha da kötüleşiyordu. ''Laboratuvara parmak izi taraması ise girildiğini tahmin ediyorum, bu ihtimalini göz önüne alarak sen salondan çıkmadan önce profesöre yaklaşıp onun parmak izini almam gerekiyor. Bu çok riskli olacak Elis, o yüzden yakalanırsam daha önce konuştuğumuz şeyi yapman gerekecek.''
Başımı iki yana salladığımda, Barkan'ın birkaç saniyeliğine gözden kaybettim. ''Duydun mu Elis, yakalanırsam ne yapacağını biliyorsun değil mi?''
Ses vermedim. ''Sahnenin yanında duran uzun boylu, kumral adamı görüyor musun? Sol tarafta duruyor.'' Gözlerim tarif ettiği yöne çevrilince, perdelerin yanında duran ve pür dikkat etrafı izleyen adamı gördüm. Eli belinde, büyük ihtimalle silahının üzerinde duruyordu. Kulağındaki şeffaf kulaklıkları ile kendi ekibi ile konuşma halinde olduğunu görebiliyordum. Adamın yüzünü zihnime kazıdım. ''Arkanda kalan, kırmızı elbiseli iki kadının karşısındaki garsonlar ile konuşan şapkalı adamı görüyor musun?''
Bakışlarım bu defa arkamdaki kırmızı elbiseli kadınları buldu. Hemen arkasında ise, yüzünü gölgeleyen bir şapka takan görevliyi gördüm. Belinde iki tane silah taşıyor olmasına rağmen garsonu tehdit edercesine tuttuğu başka bir silahın tetiği çekilmiş bir halde hazır beklediğini gördüm. Yüzünü göremediğimden şapkasındaki şekli hafızamda tutmaya karar verdim.
''O ikisinin MİT'ten olduğuna eminim. Bir şey olursa onlara doğru koş. Adını söylediğin anda seni koruma altına alırlar.''
Eğer yakalanırsam, kendi güvenliğim için MİT'e sığınmamı ve onlar harici kimseyle görüşmememi istemişti. Türk ajanlara güveniyordum ama eğer MİT'e teslim olursam Barkan'ı bir daha asla göremeyeceğimi biliyordum. Barkan hiçliğe karışırken ben öylece buradan uzaklaşamazdım.
''Tamam,'' dedim ağzımın içinde geveler gibi. Barkan tek bir cümlem ile tatmin oldu ve yeniden gözden kayboldu. Sesini hala daha kulağımda duyabiliyor olduğum için bakışlarımı insanlardan çektim. ''Sahnenin sağ tarafında bulunan merdivenlerin orada bir perde var. Dar bir koridora açılıyor ve kapılar kapanmadan önce aşman gereken ilk engel orası.''
Elimin üzerindeki yara ile oynadım, amaçsızca. Tarif ettiği köşeyi taradığımda ise ışıkların o noktaya fazla ulaşmadığını fark ettim. ''Sonrasında sana talimatlar vermeye devam edeceğim.''
Tam dudaklarımı aralayıp Barkan'a onun ne yapacağı ile ilgili soru sormayı planlıyordum ki, bedenim aniden öne doğru sendeledi ve önümdeki yuvarlak masaya sert bir şekilde çarptım. Etraftaki insanlardan birisi düşeceğimi anlayıp devrilen masayı kuvvetli bir refleks ile kavradı ve bende masaya tutunup düşmekten son anda kurtuldum. Telaşla ayaklarım üzerinde dikelip ardımdan bana çarpan kişiye baktım.
Üzerindeki balkabağını andıran turuncu elbiseli kadının eteklerine söz geçiremeyip dikkatsiz bir şekilde bana çarptığını anlayınca, üzerimdeki şaşkınlığı atmaya çalıştım. Bir an için o kadar korkmuştum ki, yüzüm -70 derecede kalmış gibi donakalmıştı. Kadın, ellerini dudakları üzerine kapayıp anlamadığım bir dilde üzgün olduğunu mırıldanırken etraftaki pek çok insanın bakışlarının bize döndüğünü fark ettim. Birileri kolumdan tuttu, masadan birkaç adım uzaklaşmamı sağladı.
Ağzıma gelen onlarca sözü bir çırpıda yuttum ve karnımdaki acıyı es geçerek başımdaki şalı düzelttim. İnsanlar telaşla bana bakıyor ve olayı anlamaya çalışıyordu ancak salonun çevresindeki polislerinde bakışlarının bizden tarafa döndüğünü ve aralarından birinin bu tarafa doğru gelmeye başladığını görünce iyi olup olmadığımı sorgulayarak kollarımdan çekiştiren insanlarından arasından aniden sıyrılıverdim.
Tek bir kelime dahi etmeden aniden yönümü değiştirdim ve bakışları üzerimde olmayan bir topluluğun arasına karışarak ardımdaki hengâmeden uzaklaşmaya çalıştım. Polisin peşimden gelmeyip turuncu elbiseli kadın ile ilgilendiğini görünce rahat bir nefes aldım. Yanlarından geçtiğim her konuk, birkaç saniye gözlerini üzerimde gezdirip ardından servis edilmeye başlanmış içeceklerinden yudumlar alırken başımı yere eğip yüzümü saklamaya çalıştım.
Polislerden bir nebze kaçabilirdim ancak konukların arasına yerleşmiş ajanlardan kaçamayacağımı biliyordum. Daha fazla dikkat çekmeden Barkan'ın tarif ettiği merdivenlere yakın bir masa buldum. Garsonlardan biri masaya içecek bırakıp giderken gözlerim bu defa sahneye doğru kaydı. Üzerinde kurşungeçirmez yeleklerin dahi olduğu dört ekipmanlı polisin sahnenin çevresinde turladığını ve sık sık birbirleri ile iletişim kurarak konukları taradığını görebiliyordum. Barkan'ın sahneye yaklaşması ya da onca korumanın arasında profesörden parmak izi alması imkânsız görünüyordu. En azından bana göre öyleydi çünkü şuan o kadar telaşlıydım ki, gözümün önünden tehlikeli biri geçse dahi fark edemeyeceğimden korkuyordum.
''Üç dakika kaldı Elis,'' diye mırıldandı Barkan. ''Hazır mısın?''
Değilim, diye çığlık çığlığa haykırıp buradan koşarak kaçmak istiyordum ama ''Evet, '' diye fısıldamakla yetindim. ''Güzel,'' dedi. ''İşaret verdiğimde durma, koş!''
Başımı öylesine salladım ve gergin bir şekilde etrafı izlemeye başladım. Sadece üç dakika kalması, zamanın bu kadar hızlı geçeceğine işaretse, benim gibi korkak bir kaplumbağa bu oyunu şimdiden kaybetmiş demekti. Yapacak pek bir şey yoktu, duvarlarımı kırıp kabuğumdan sıyrılmam gerekiyordu.
Birkaç dakika içinde tiz bir kadın sesi salonu doldurdu. Güzel bir kadının sahneye çıkıp duyuru yapmaya başladığını idrak etmemle, her şeyin ışık hızında gerçekleşmesi bir oldu.
''Profesör Taşdelen'in Genetik bilim ve modellemeler üzerine yaptığı son projesinin bu özel davetine hepiniz hoş geldiniz. Profesör...'' diye açılış konuşmasına giriş yapan kızın sesinin arasında güçlü bir ses kulaklarıma ilişti.
''Sana güveniyorum Elis.''
Uzuvlarım dondu, başladığımıza dair verilen işaretin gerçekliğini kavrayan zihnim buz tuttu. Hareket edemeyecek, nefes alamayacak hale geldim.
''Profesör Taşdelen!'' diye bağıran kızın mikrofondan dalga dalga yayılan sesinin ardından bir alkış tufanı koptu. Gözler, sahneye çıkmak üzere olan yaşlı adamın üzerine çevrildi. Yaşlı adam, etrafındaki polisler eşliğinde sahneye çıkar çıkmaz genç bir görevli tepside tuttuğu içecek dolu bardağı adama doğru uzattı. Profesör bardağı alıp mikrofona doğru yaklaşırken, kulakları sağır eden bir çınlama sesi duyuldu.
Sahnedeki mikrofon korkunç derecede çınlayıp tüm konukların iki büklüm bir şekilde çığlık atmasına neden olurken, aynı anda bende kulaklarımı tıkadım. Kaşlarım duyduğum acı ile çatılıp ellerim titremeye başladığında, hareket etmem gerektiğini biliyordum. Bunun benim için bir işaret olduğunu biliyordum ama sadece biliyordum.
Mikrofondaki arızanın hemen ardından sahnedeki kız çığlık çığlığa mikrofonu yere fırlattı ve metal parça yere çarpar çarpmaz kontrolsüz bir şekilde patladı. Küçük bir duman bulutu sahneyi kaplarken, profesörün öksürerek sahneden inmeye çalıştığını gördüm. Etrafı polislerle çevriliydi ve pek çoğu silahını çekip hazır ola geçmişti. Konukların korkuyla bağrışarak çıkışlara yönelmeye çalıştığını görebiliyordum. Ancak güvenlikten sorumlu polisler tüm çıkışları bir bir kapamaya başladı. Gür sesli bir adamın konukları sakinleştirmek için bağırıp kontrolü ele almaya çalıştığını duydum.
Gözlerim, sahnedeki toz bulutunu es geçip gitmem gereken yöne doğru çevrildiğinde, bir polisin merdivenlerin oradaki perdenin hemen yanında durduğunu gördüm. Tek elini kulağına yaslamış, birilerinin harekete geçtiğine dair komutlar vermeye başlamıştı.
Kalkmalıydım. Kalkmalı ve orada bulunan polisi alt edip koridora çıkmalıydım. Ancak korktuğum şey gerçekleşmiş ve ben donakalmıştım. Yaşlı adam sahneden inip etten bariyerler arasında soluklanırken polislerin birazdan kontrolü ele alacağını ve bu plansız hareketin neyden kaynaklandığını bulmak için konukları tarayarak beni bulacaklarını biliyordum.
Polislerin bu duruma hazırlıklı olduğunu biliyordum.
Titrek bir nefes verdim, göğsümdeki sancının beni durdurmaması için yalvardım. Bedenime söz geçiremiyordum, tenimi karıncalandıran ve ağlama isteğimi dürtükleyen korkuma engel olamıyordum.
Kalkmalıydım.
Koşmalıydım.
Yalnızca bir saniye burada durursam işler sarpa saracaktı. Plan berbat olacaktı.
Kalk.
Kalk.
Kalkmalısın Elis.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-II
Action''Üzgünüm güzelim... Görevim bu; ya ölürsün, ya da ölürüm...'' -Görev: Agron'un Çırağı RomanceTR, Aksiyon-Macera okuma listesinde... Merakta Bırakan Ender Kurgular (Ön okuma) kazananı... Tanıtım videosu ilk bölümdedir. ilk kitap tamamlanmıştır, ik...