Bölüm 33: Yılların hançerleri hangi bedende yükseliyor?

1.5K 40 38
                                    

Yarışmaya sadece ilk kısım dahil olmuştur

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yarışmaya sadece ilk kısım dahil olmuştur.

Bölüm 33: Yılların hançerleri hangi bedende yükseliyor?
27,03,20


Ve uyandım...
Canım yandı.
Canımın daha önce bu duyguları tadıp tatmadığını sorguladım o an. Tıpkı ölümle burun buruna geldiğim o uçurumun ardındaki hırçın suların kayalara çarpışı gibi... Tıpkı annemi kaybettiğim o beş yıl önceki kanlı gecede, hissettiğim sıcakkanın beni en soğuk kıtalarda hapsolmuşum gibi hissettirdiği anlar gibi... Sanki geçirdiğim onca yıllarda gördüğüm her güzel rüyanın ardından uyanıp, bu hastalıklı günlerde gözlerimi açışım gibiydi.
Yine onunla ilgili bir rüya görmüştüm ansızın, sanki zihnimin dört bir yanına dağılmış ve düşüncelerim onsuz birer kelime üretemiyor gibi döne döne onun kollarında bulmuştum yine kendimi. Durmuyor, durduramıyor ve çocuk zihniyetimde kalan travmaları ne olursa olsun atlatamıyordum.

Canım ilk günkü gibi yanıyordu. Onu kaybettiğim ilk günkü gibi sızlıyor ve ben bunun çaresizliğini en ücralarda yaşıyordum.
Barkan'sız beş yılım geçmiş ve bu yılda çok şey değişmişti. Yaşantım, arkadaş çevrem ya da babamın bana olan davranışları değil; her şeyden öte ben değişmiştim. Değişmiş, büyümüş ve gerçeklerin farkına varmıştım.

Barkan tarafından defalarca kandırıldığımın ve son darbenin oldukça acı olduğunun farkına varmıştım.
Beni terk ettiği günün, aslında hiç sahip olmadığım bir şeyin hesap dahi vermeden kaybolduğu gün olduğunu anlamış ve 18 yaşındaki aciz benliğimi acımasız darbelerle susturmuştum.

Ağlamayı bırak, o yalnızca seni öldürmek istedi. Kalbinin bir önemi yoktu, duygularının bir karşılığı yoktu. O geri gelmeyecek...

Ondan nefret ediyor, karşıma çıkacağı günü iple çekerek kalbini olduğu yerden söküp paramparça etmek istiyordum.
Rüyalarım hala daha olgunlaşmamış bilinçaltımın esirindeydi ancak gerçek benliğim sahte hayallerle doymayacak kadar yaralanmıştı.
Ama biliyordum ki, o beni bıraktığı anda ben olgunlaşmıştım. 'Kendine gel,' diyerek silkelemişti hayat beni. 'Aptal olma,' diye haykırmış, yüzüme okkalı bir tokat çarpılmış ve düşmanlarımın baştan sona uzun bir listesi çıkarılmıştı. Barkan, bu listenin başına yazılacak yegâne isimdi.
Beni kullanmış, kandırmış ve çocuk zihniyetimi kendine bağlayarak beni alaşağı etmişti.
O yokken onun yaptıkları ile nefret beslemek, gün geçtikçe kinimi arttırmak ve intikamımı harmanlamak kolaydı ancak çocukluğumun ve çocukluğumun baş tacının katili olan babam ile birlikte, her gün aynı sofraya oturmak; her sabah ve her akşam aynı evin içinde tek bir havayı solumak; ben gözyaşlarımı susturamayarak her yerde annemin siluetlerini ararken onun, Özge'nin yok olmaz bedeni ile kahkahalarla dans ettiğini izlemek zordu. Hem de, çok zordu...

Barkan'ın yokluğu beni güçlendiriyordu elbet ancak annemin yokluğu beni çok daha aşağıya çekiyor, bedenimi cayır cayır yakacak cehennem korlarının üstüne fırlatıyordu adeta. Cehennemin o kızgın korları da şüphesiz ki babam ve onun sevgilisiydi.
Bir yalan üstüne inşa olmuş koca bir dağ, sinsi bir yılan, acımasız bir suçlu. Özge Tanyeli...
Neden öldün anne
, diye sayıklıyordum. Neden seni değil de hep senin yokluğunu görüyorum. Sen yokken neden bu kadar yalnızım?

Duyduğum ayak sesleri ile kirpiklerimden düşüp şakaklarıma yol alan, oradan da annemin mezarına teker teker ektiğim çiçeklere acı birer yaşam kaynağı olan gözyaşlarımı hızlıca sildim. Burnumu kabaca çektim, nemli toprağa bulanmış ellerimi çırpma ihtiyacı duymadan yanaklarımı kuruladım. Yüzüm, küçük tanecikler ile kaplansa da, onlardan tiksinmedim.

Biliyordum ki, avuçlarıma yapışan her bir tane annemin hüzünle bana uzanan ruhundan bir parçaydı.
Doğruldum, oturur pozisyona geldim ve tutunabileceğim tek dalım olan anneme doğru uzandım yeniden. Ellerim toprağın altındayken annemin masumiyeti ile sarmalanıyordum çünkü. Babamın boğazına yapışmak isteyen yanım baskılanıyordu o anlarda. Ellerim toprağa gömülü bir halde iki büklüm bekledim.
Bismillahirrahmanirrahim
Bahar Doğan
D. 27.03.1981
O. 27.03.2015

Ruhuna Fatiha

''Efendim,'' diyerek seslendi genç ve yabancı bir ses. Gözlerim mezar taşları üzerinde kilitli kalsa da, babamın ardımdaki bedeninin hareketlendiğini hissettim.
''Ziyaret saati başlamak üzere, lütfen maskelerinizi takın. Bu sıralar sıkı tedbirler baş gösterdi.''
''Elbette, teşekkür ederiz.''
Adamın uzaklaştığına dair ayak sesleri gittikçe azalırken, babamın güldüğünü duydum.
Babam güldü, çevremizdeki korumalar hareketlenip birer birer maskelerini takarken, babamın elindeki maskeyi öylesine çevirip durduğunu hissettim.
''Virüsü üreten kişinin ben olduğumu bilse ne yapardı acaba?'' diye kendi kendine söylendiğini duydum. Annemin mezarı başında, sanki hiçbir şey olmamışçasına gülüyor ve sevdiklerini kaybeden insanlarla dalga geçiyordu. İnsanlar, öylesine korkup gülüşlerini maskenin ardına saklamaya mahkûm bırakılırken o gülüyor ve bundan... Zevk alıyordu.
''Ne mi yapardı?'' diye aniden seslendiğimde, ardımda bir hareketlilik hissettim. Babam durmuş, merakla bana bakmıştı. Sırtımda delici bakışlarını hissediyor ve bana değen gözlerinin acısını avuçlarımın altındaki toprağı sıkarak alıyordum. Artık, bana bakması bile acı veriyordu. ''Büyük ihtimalle yüzüne tükürürdü.''
Başımı ağırca çevirdim, etrafımızdaki korumaların birkaç adım gerileyerek babama yer açtığını gördüm. Sanki işlerini adam akıllı yapabilmişler gibi şimdi burada öylece dikilebiliyorlardı. Yüzleri kızarmıyordu, canlıyken çevresinde olmaları gereken kişinin ölü bedeni etrafında nöbet tutuyor olmalarından hiç utanmıyorlardı.

Babam ağırca ilerledi, yüzümü görebileceği bir hizaya geçip hafifçe tebessüm etti.
''Öyleyse ona virüsün bana etki etmeyeceğini söylerdim,'' dedi, sanki onun yüzüne tükürme isteğimizin nedeni buymuş gibi. Başımı kaldırdım ve yüzüne dikkatle baktım.
''Hastalanman için değil, yaptıkların yüzünden biraz olsun yüzün kızarsın da, pişkin gülümsemen silinsin diye,'' diye tıslarcasına mırıldandığımda, babamın yüzündeki gülüş aniden soldu. Birkaç saniye içinde afallayan ifadesi, biraz sonra öfkeyle çatılan kaşları ile bozuldu.

''Bizi araçta bekleyin,'' diyerek hırladı ve sözünün üzerine korumalar apar topar uzaklaşmaya başladı.
Ardına bile bakmayan adamların arkasından baktım öylece, sonra gözlerim yeniden annemin mezar taşına kaydı. ''Bu gün burada olmamalıydık,'' diye mırıldandım.
Bahar Doğan
Ö. 27.03.15

Soluklandım ve benim gibi öfkesini gizlemeye çalışan babamın hareketlerini takip ettim.
''Öfkenin sebebi mezuniyetinin iptal olmuş olması mı?'' diye sordu usulca. Gözlerim, üzerimdeki koyu yeşil elbiseme doğru düştü; boyun kısmındaki taş detaylarını yok sayıp üşümeme neden olan tül detaylarını taradı.
''Anne, bu renk bana yakışmış mı?''
Uzandı ve ellerimden tutarak beni kendi etrafımda döndürdü. ''Sana yakışmayan renk mi var ki?'' dedi, güler yüzü ile. ''Bu renk, gözlerinin güzelliğini açığa çıkartmış.''
''Gözlerimin renginde, değil mi anne?''
''Gözlerinin o eşsiz yeşillerini dünya üzerinde bulunan hiçbir varlıkta göremezsin Elis.''

Bir sabah, annemin bana mırıldandığı sözleri hatırlayarak giymiştim bu elbiseyi. Mezuniyet günümde onun yanında olmak, artık elinde diploması olan bir kız olduğumu dile getirmek istemiştim. Ruhunun beni sarmalamasını ve kendi başıma başarabildiğim ilk hedefimde beni tebrik etmesini istedim. Büyümüş ve genç bir kadın olmuş kızının kendi ayakları üzerinde durabildiği anı görsün istedim.

İptal olmuş mezuniyetime rağmen, balo elbisemi giyip mezarına koştum ama babam... Yine o aptal soruları ile beni şaşırtmaya devam ediyordu.
''Öfkemin sebebi, bunun mezuniyetimle ilgili olduğunu düşünmen baba,'' dedim. Dudaklarımdan dökülen sözcük artık neden bu kadar canımı yakıyordu, bilmiyordum. ''Burada olmamızdan dolayı değil ki,'' diye kendi kendime sayıkladım. Sesim gittikçe yükseldi, sorduğu sorunun hiçbir nedeni olmadığını anladıkça sinirlerim depreşti.
''Öfkemin sebebi mezarlıkta olmamız değil, annemin bu mezarın içinde olması!'' diye bağırdım sonunda. ''Sorun, evimizin sıcak bir köşesinde bir arada olmamız gerekirken mezar başın da ağlıyor olmam... Annemin kollarının arasında soluklanıyor olmam gerekirken şimdi kokusunu bile hatırlayamıyor olmam... Sen hala daha dipdiri karşımdayken, annemin bu kara toprağın altında, küçücük alanda hapsolmuş olması asıl sorun!''
Sesim çatladı, gür sesim mezarlıkta yankılandı. Şakaklarım sızlarken ağlamamak için direniyor ve derin nefesler alıp veriyordum.
''Ölmemi mi isterdin yani? İstediğin benim ölmem mi?'' diye sordu. Şayet onun ölmesini istiyor olsaydım, onun yaşadığını öğrendiğim gün boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamazdım.
''Hayır, annemin yanında olmayı isterdim. Başka bir yerde değil, mezuniyet balomda değil, senin yanında değil... Annemin yanında olmayı dilerdim.''
Babam durdu, bana dikkatle baktı ve sonra gülmeye başladı. Annemin yanında olmayı dilememin nesi onu güldürmüştü anlayamamıştım ancak onun mutlu gülüşlerini görmeye dayanamadım. Başımı çevirdiğim sırada söylediği söz ise, donup kalmama neden oldu.
''O yüzden mi annenin mezarı başında Barkan'ın adını sayıklıyordun?''

Yutkunamadım, aldığım darbe ile adeta sarsıldım. Babamın bana yaptığı imanın ne kadar kalp kırıcı olduğunu, anneme duyduğum sadakati bir hiçe saydığı gerçeğinin yanı sıra, rüyamda gerçekten Barkan'ı görmüş olmam canımı yaktı. Kalbim, annemin ruhu tarafından sıkıştırılmış gibi hissettim.

''En azından...'' dedim, usulca. Kendimi bir mazeret üretiyormuş gibi hissetmiş ve suçlulukla yerimde kıvranmıştım. ''Barkan'ın zarar verdiği kişi annem değildi,'' dedim. ''Ben hala daha anneme saygı duyuyor ve onu aldattığım kadınla günümü gün etmiyorum.''

Babam, bana yedirdiği imayı onun yüzüne geri tükürmemden dolayı soluklandı ve dizleri üzerine çöküp benimle aynı hizaya düştü. ''Sorun yine Özge'mi?'' dediğinde ise, öfkem adeta canlanıp, şakaklarıma balyoz indiren bir canavara dönüştü.
Sorununun annemin yokluğu olduğunu dile getirdiğimde, bunu anlayamıyor muydu?
''Sorunun bunca zaman hep Özge olduğunu, senin sahte ölümünün ardından koşa koşa onun kollarına gittiğim ana dek fark edemedim baba. Yıllarca annemi aldattığın halde hala daha bundan pişmanlık duymadan devam ediyorsun.''
''Özge'yi seviyorum Elis, artık bunu aşman gerekiyor,'' dedi.
''Annemde seni seviyordu,'' diye mırıldandım. Annemin mezarı başında yaptığı saygısızlığı sindiremiyordum. ''Özge o zamanlar sadece işini yapıyordu Elis. Onun bir suçu yoktu, birlikteliğim onun gözünde sadece Görev'inin bir parçasıydı. Ona tutunan bendim. Ona kızman hiçbir şeyi değiştirmeyecek.''

''Ne yapmalıyım öyleyse?'' diye sordum. ''Annem yerine koyup boynuna mı sarılayım? Düğününüzde nikâh şahidiniz mi olayım? İstediğin bu mu?''
Soluklanıp belli belirsiz bir şeyler mırıldandı. ''Sadece öfkeni ona yönlendirmemen gerektiğini söylüyorum,'' dedi ama söylediklerinin bende hiçbir çıkar yolu yoktu.
''Özge Görev'ini yaptı diye kızmayayım, sen babamsın diye susayım, diğerleri insanlığı kurtarmak için çabaladı diyeyim... Kime kızacağım öyleyse? Geçirdiğim yılların acısını, annemin öldürülüşünü, ölümle burun buruna gelişimin hesabını kime sorayım? Kim bu suçu üstlenecek?''
Cevap vermedi, bende vermesini beklemedim. Kimsenin suçu üstlenmeye niyeti yoktu, bunu biliyordum ama ben de dâhil herkesin emeğinin olduğu su götürmez bir gerçekti.
''Ayrıca Görev'ini adam akıllı yerine getirmiş olsaydı, Yonga şimdi örgütlerin eline geçmiş olmazdı. Gördüğün gibi, savaş silahı patladı. İnsanlar EAC virisünden kırılıyor. Bu teknoloji ile kaç kişiyi öldürmeyi hedeflediler sence? Özge'nin bundan da haberi var mı?''

''Özge görevini yerine getirememiş olsaydı, hala daha MİT için çalışıyor olmazdı,'' dedi. ''Özge sadece Demeter tarafından fark edilmiş ancak hala daha MİT'e çalışan bir ajan. Yonga'yı sorunsuz bir şekilde teslim etti, Yonga elimizdeydi.''
''Öyleyse artan vakaların sebebi Özge değil de, siz misiniz? Sizin sorumsuzluğunuz mu? Yonga'yı elde tutamadığınız için suçlu MİT mi olacak?''
''İkimizde EAC'i yayanın kim olduğunu biliyoruz,'' dedi.

''Evet, ikimizde gerçek suçluyu biliyoruz. Suç senin baba, Yongayı üretmeseydin onca insan çalmak için uğraşmayacak, ben ölümle yüzleşmek zorunda kalmayacaktım ve şimdi de kimsenin EAC'den haberi olmayacaktı. Virüsü sen ürettin, suç senin.''
Babam aniden duruşunu değiştirdi ve ellerini iki yana açarak sesinin gür tonunu kullandı. ''Yonganın bir savaş silahına dönüştüğünü fark ettiğim anda Gümrük'ten bağımı koparıp direkt olarak MİT'e sığındım. Hiçbir zaman böyle büyük bir virüs üretmeyi planlamamıştım. İlk hedefimde onu yok etmek oldu. Onu kendi başıma yok edemediğim için zaten MİT, en başından beri bu olayın içinde,'' dedi.

MİT, en başından beri bu olayın içinde...
Oysaki bir süre MİT'den bile haberim olmamış, peşimdeki her silahlı adamı Gümrük'e ait sanmıştım. MİT'den kaçtığım günler hala aklımdaydı.
''MİT hem Yongayı içinden çıkaracak cihazı üretti, hem de düşmanları def etmek için bana yardımcı oldu. Senin ölmeme sebebin bile MİT Elis. Eğer iş birliği yaptığım kişiler onlar olmasaydı, şimdiye hepimiz ölmüştük. Bu bir benzetme değil, gerçek anlamda hepimiz ölmüş olurduk. Tüm insanlık...''
Güldüm ancak bu tıslamadan öteye geçemedi.
''Zaten dünyanın yarısı ölmeyecek mi baba? Yonga'yı açığa çıkardıkları için şimdiden binlerce kişi öldü. Sence 6 ay sonra ölen kişilerin sayısı yüzde kaç oranda artış gösterecek? Kaç kişinin katili olacaksın?''
''Silinmiş bir türden çok daha iyi bir rakam açığa çıkacağına eminim. Ben elimden geleni yaptım.''
Ne demek elinden geleni yapmıştı? İnsanlar EAC yüzünden evden dışarıya bile çıkmaya korkar olmuştu, sokağa çıkma yasakları kapıdaydı. Maskesiz dolaşan her insan hastalığa yakalanıyor ve hastaneler test olmak isteyen insanlarla dolup taşıyordu. Tüm bunları umursamayan kesim ise çok geçmeden ölümle yüzleşecekti.

Tüm dünya, gerçek anlamda EAC'den etkileniyordu, bulaşmayacağı yer kalmayacaktı. Şimdi çıkıp da, bana elinden gelen her şeyi yaptığını söyleyemezdi. Yonga'yı almak için tehlikeye girmişken tekrar çalınmasına neden olmuşlardı ve şimdi de sanki daha iyi bir seçeneği seçmişler gibi kendisini bu konuda suçsuz sayıyordu.
''Sen elinden geleni yaptın ama Mit – ya da Özge'mi demeliyim- Yongayı koruyamadı yani öyle mi? Planınız bu aşamadan sonrasını içermiyor muydu? Kimsenin onu almak için geri geleceğini akıl edemediniz mi?''
''Planımız, Barkan'ın senin DNA'nı kullanarak elleriyle teslim ettiği Yongayı laboratuvarımızdan geri çalacağı kısmını içermiyordu, haklısın.''

Barkan...
Yongayı MİT'ten yeniden çalan gerçekten o muydu?

''Nasıl yani?'' dedim, inanamayarak. ''Bir anlaşma olduğunu söylemiştin? Serse'yi onun içinden çıkarman karşılığında size Yongayı ve Altuğ'u vereceğini söylemiştin?''
''Öyleydi, anlaşma buraya kadardı. Barkan'da anlaşmaya uydu ancak şartlar sağlanınca dönüp yeniden bizden çalacağını düşünmemiştik. Üstelik senin kanınla... Söylesene, kanını ne zaman almıştı?''
Durup, düşüncelerim arasında kaybolmadan önce cevapladım babamı. ''Babamın içime yerleştirdiği zehri fark etmeden hemen önce...''

Beş yıl önce babama kavuştuğum günün ardından Barkan'dan aldığım tek haber, babamın onun geri gelmeyeceğini en ağır şekilde bana dile getirdiği andı.
Barkan'ın; Demeter tarafından içine yerleştirilen tehlikeli cihazı çıkartmaları karşılığında benden aldığı Yongayı MİT'e -köstebekleri de ifşa ederek- verdiği ve bundan sonra da üzerindeki tüm prangalardan kurtulduğu için ortalıkla görünmeyeceği söylenmişti.

Bir ihtimal sözünü tutup bana geri döneceğini düşündüğüm dönemdi hatta.
Ancak anlaşılan Barkan'ın kandırıp kullandığı tek kişi ben değildim.
Barkan, bana geri döneceğini söylediği günlerde, benden incelemek için aldığı kanımı kullanarak MİT'in laboratuvarlarına sızmış olmalıydı. Yonga'nın çalındığı haberinin binayı nasıl kasıp kavurduğunu ve üst katlardan ateşlenen silahların gür seslerini hatırlıyordum.

Aradan çok bir zaman geçmemiş ve Yonga yine peşine onlarca insanı takmayı başarmıştı. Usta bir ajan binaya sızarak onlarca ajanın arasından savaş silahını çalmıştı.

Bir MİT ajanı koşarak yukarı çıkmış, etrafım birkaç koruma tarafından çevrilmiş ve binanın çıkışları kapatılmıştı. Onlarca ajan, suçlunun peşinde dolanırken de suçlunun çıkış kapılarını kullanmayacağı açıktı. Her şeye rağmen kaçmayı başarmıştı.

Ajanı takipler hiç durmadı, Yonga aranıp durdu. Bir önceki yıla kadar Yonganın izi titizlikle sürülüyordu ancak sonunda, 2019 yılının Kasım ayında patlak vermişti. Rusya'da meydana gelen ve adına EAC-19 dedikleri bir virüs yayılmaya başlamıştı. İnsanları solunum yoluyla etkileyen ve ciddi ataklara sebep olan bir hastalık açığa çıkmıştı.

Binaya sızan o usta ajanında, bir Agron olan Barkan olduğunu şimdi öğreniyordum.
Farkında olmadan sözünü yine tutmuş, bana geri dönmüştü. Yonga'nın çalındığı o gün, MİT'e ilk defa ayak bastığım gündü, üzerimde onlarca tetkik yapılacağını söyleyerek beni laboratuvarlara çıkartıyorlardı. O gün, yalnızca birkaç dakika önce asansöre binmiş olsaydım, onunla karşılaşmış olacaktım. Onu yeniden görecek ve beni son defa kullanışına kendi gözlerimle şahit olacaktım.
Keşke o gün bundan haberim olsaydı da, kanımı onun laneti kılsaydım.

Onun geri döneceğine inandığım zamanlarda, ne kadar da aptaldım. O sadece çevresindeki herkesi kendi emelleri için kullanmış ve sonucunda onlarca insanın ölecek olmasını umursamadan virüsün yayılmasına neden olmuştu.
O bir katildi, bunu en başından biliyordum ancak gerçek bir cani olduğunu şimdi anlamıştım.
''İkimizde EAC'i yayanın kim olduğunu biliyoruz...''
Her şeyin merkezinde olduğu gibi bunun sorumlusu da oydu.


''Önümüze çıkabilecek her ihtimali düşünerek hareket ettim ben. İnsanların ölümünü engellemenin tek yolu buydu.''
''Sanki başka bir seçeneğin varmış gibi konuştun,'' dedim, gözlerimi devirerek. Bana başka bir seçeneğinin olmadığını söylediği zamanlarda, yine annemin ölümü hakkında kavga ediyorduk.

''Annem senin yüzünden öldü baba!'' diye haykırmıştım. ''Onu sen öldürdün!''
''Başka seçeneğim yoktu Elis, bunu anlayamıyorsun!''
''Hayır, anlayamıyorum. Annemde tıpkı senin gibi ölmüş numarası yapamaz mıydı? Senin gibi yeniden çıkıp gelemez miydi? İllaki ölmesi mi gerekiyordu? Yoksa onun hayatta olması senin Özge'ye kavuşman için bir engel mi teşkil ediyordu?'' Öfkeyle sarf ettiğim sözlerin hemen ardından başım, şiddetli bir darbe ile yana savrulmuştu.
Babam, o gün bana tokat atmıştı ve bu babamın bana fiziksel olarak uyguladığı ilk darbe olmuştu. Daha önce bir kez olsun vurmamış olan babam, Özge yüzünden bana tokat atmıştı.
''İkimizin de ölmesini istedin değil mi?'' diye mırıldanmıştım ağlarken. ''Annemi öldürmeyi başardın ancak beni öldüremedin.''
''Yanılıyorsun Elis. Annenin ölümü bir zorunluluktu. Kurtuluşumuz için kendini feda etti.''
Söylediklerini hiçbir zaman anlayamadım, her zaman sanki her şeyi biliyormuşum gibi sessizce konuşurdu ama bilmemi engelleyen tek kişi de oydu. Gerçekleri öğrenmemi hiçbir zaman istememişti. Ne annemin ölüm sebebini, ne Barkan'ın geri dönmeyişini...
''Sen ne fedakârlık yaptın peki baba?'' diye sorduğumda yanıma çöküp saçlarımı okşamıştı.
''Zor kararlar verdim Elis,'' derdi hep.
Annemin ölümünün zor bir karar olduğunu, Yonganın ardından gelen her türlü tuzağın bir seçim olduğunu ancak sonuçlarından her zaman gurur duymadığını söylerdi.

Hiçbir zaman, gerçek anlamda bir cevap alamamıştım.


''Ve insanlar hala ölüyor, bir şey değişmedi.'' Kendini kahraman ilan etmekte üstüne yoktu.
''Önümde çok fazla seçenek vardı, bende en zararsız sonuçlanacağına inandığım şeyi seçtim.''
Alaylı birkaç cümle sarf etmek için hazırlanıyordum ki aniden durdum ve söylediği sözü tartmaya çalıştım. ''Önümde çok fazla seçenek vardı, bende en zararsız sonuçlanacağına inandığım şeyi seçtim.''

''Önündeki en zararsız seçenek benim ölmem miydi? Ya da annemin ve milyonlarca insanın ölmesi? İnsan ırkının yok olmasını önlediğini söylüyorsun baba ama Yonganın amacı zaten bu değil miydi? Sırf bu yüzden o zehri benim içime katmadın mı?''
''Yonga seni öldürmezdi Elis,'' dediğinde içimde yatan şeytanların o an dışarıya çıkacağını sandım. Bedenimin etrafını saran negatif güçlerin toparlanıp patladığını hayal ettim.
''O yüzden mi kriz geçirip, o an aldığım her soluğun aniden kesileceğini hayal ederek acı çektim ben?'' diye bağırdım. ''Yaşadığım onca badireyi geçtim, senin yerleştirdiğin zehir yüzünden tüm uzuvlarım canlılığını yitirdi baba! Ne kadar acı çektiğimi tahmin bile edemezsin. O an, 'işte şimdi öleceğim,' diye sayıklayıp korkuyla bekliyordum ama ruhumun çekildiği o an sürekli erteleniyormuş gibi acım nüksetmeye devam etti. Ölmekten korkuyor ve kurtulmayı diliyordum ama bir yerden sonra acı o kadar katlanılmaz bir hal aldı ki, 'Artık bitsin,' diye yalvardım. Sanki vücudumdaki her bir damar teker teker kesilip düğüm atılıyormuş gibi acı duydum. Dakikalar sürdü belki ama benim için haftalarca sürmüş gibiydi, zaman yavaşladı ve atamadığım çığlıklarımın içinde kayboldum.

Bana ölümden döndüğümü söylediniz ama ben o an mahşerde sorguya çekilmiştim bile.''

Babam başını yere eğdi bugüne özel parlatılmış ayakkabılarına bakındı. ''Bu sadece bir aldatmacaydı,'' dediğinde aslında şaşırmamam gerekirdi. Bu zaman kadar gördüğüm her bir detayın şaşırtmaca olduğunu, her seferinde yanıltıldığımı biliyordum ama yine de babamın benim kriz anımı bile kullanmış olması beni şoka uğrattı.

''Çektiğim acıyı nasıl hiç sayabilirsin?'' diye soluklandım. ''Beni öl-'' Sözümü kesti.
''Yonga sana gerçek anlamda zarar vermezdi Elis. Sürekli olarak içinden çıkartılmaya çalışıldığı anda öleceğini ya da geç bir vakitte çıkartılırsa ikinizin birden yok olacağınızı dile getirdim ama gerçekte böyle değildi. Herkesin buna inanmasını sağladım ancak bu yalnızca senin ölmemen için uydurduğum bir aldatmacaydı. Çektiğin kriz aslında alerjik bir reaksiyondu. Posvidon türüne alerjin olduğunu, 12 yaşındayken laboratuvarıma girip şurupları düşürdüğünde anlamıştım.
Kriz geçirdiğin sırada, aslında Yonga yüzünden ölmüyordun; alerjik reaksiyon gösteriyordun. Bu seni öldürmezdi, yalnızca bir süre solunum sıkıntısı çekmene neden olurdu. Seni gerçekten öldürebileceğimi düşünmüş olman beni gerçekten yaralıyor. Sen benim tek evladımsın.''

Başta söylediklerini hissiz bir şekilde dinlerken, sonra aniden gülmeye başladım. Samimi ve şoke edici bir gülüş dudaklarımda yerini aldı, ellerim yumuşak toprakta gezinirken kahkaha atmaya başladım.
''Bu-bunca zaman...'' dedim gülüşümün arasında. ''...Beni öldürmek üzere olan babam, şimdi çıkıp evladı olduğumu dile getiriyor.''

Gülüşümün onun gözünde deli bir kızın tepkileri olarak algılandığına emin olsam da, buna pek aldırmayarak dönüp ona baktım. ''Gerçekten ölmeyecektim ha?'' dedim.
''Büyük ihtimalle İstanbul'a giden tren devrilirken de sinematik efektler kullandınız; vurulup uçurumdan aşağıya, o beton gibi olan buz gibi suya çakıldığımda da herhalde düştüğüm yer denek odalarında bir zemindi... Yonga'yı içimden çıkartmak için çırpındığım o gece de herhalde Gümrük'ün adamlarının gözünü oymama gerek yoktu, hepsi aldatmacaydı ne de olsa.
Belki de Özge gibi ölümsüz bir pislik olmanın yollarını öğrenmiş olurdum.''

Başımı iki yana salladım, yaşadığım anılar bir bir zihnime doluşurken içimde olduğundan korktuğum zehirden çok daha zor anlar yaşadığımı hatırladım. ''Barkan'ı bu yüzden tut-'' dediğinde sözünü kestim. ''Barkan'ın yanımda olmadığı anlarda vardı baba!'' diye bağırdım. ''Ve ben tüm bunlarla tek başıma savaşmak zorunda kaldım.''
Sustu ve olabildiğince düz bir ifade ile beni izledi. Bense kendi gerçekliğimle savaşıp durdum, havanın gittikçe soğuduğunu hissettim.
Bir mezarlıktaydık öyle değil mi, etrafımızda kimse yok gibi görünse de ölü ruhlarla çevrelenmiştik. Burada, herkes bana şahitti.
''Madem,'' dedim soluklanıp. Artık gittikçe nefes almakta zorlanıyordum, üzerimdeki elbise sanki gittikçe ağırlaşıp beni toprağın altına itiyormuş gibi hissediyordum. ''Madem tüm o Yonganın bedenden ayrılması ile ilgili olan şeyler bir saçmalıktan ibaretti, neden en başından benim bedenime sakladın ki?'' diye sordum. ''Neden beni tüm bu tehlikenin içine sürükledin?''

''O gece Gümrük beni de, seni de gerçekten öldürebilirdi Elis,'' dediğinde o gün ölmüş olan kişinin o olmasının çokta kötü bir fikir olmadığını düşündüm. ''O davetin amacı Yonganın el değiştirmesiydi. Yongayı teslim edecek ve Gümrük'ün esaretinden kurtulacaktık ancak işler yolunda gitmedi.
O gün anneni öldürmelerinin sebebinden ötürü seni de öldüreceklerdi, o gece kaybettiğim canlardan birisi de sen olabilirdin. Bu yüzden Barkan'ı seni oradan çıkarması için görevlendirdim, bu alternatif seçeneklerimizden birisiydi ancak ben Yonganın el değiştirmesini sağlayamadan Gümrük saldırdı. Seni kaçırması gereken Barkan ortalıktan kayboldu, MİT arka planda kalması gerektiğini söyledi.
Orada tek başıma kaldığımda, en sona sakladığım gizli planımı açığa çıkarmak zorunda kaldım. Başka seçeneğim yoktu, elimde tek bir koz kalmıştı ve annen... Senin için kendini feda etmek istediğini söyledi.''
''Yalan söyleme,'' dedim ama devam etti.
''Seni yanıma getirdikleri anı hatırlıyor musun Elis?'' dedi. Cevap vermeme gerek yoktu, o geceye dair her bir ayrıntı zihnimde tazeydi. ''Silahlar sana çevrilmişti, annenle tehdit edildikten sonra kızımı da benden alabileceklerini söylediler. Bende Gümrük'e Yongayı sana teslim ettiğimi ve yerini bilmediğimi söyledim. Silahlar bana çevrildi ve vurulan kişi ben oldum.''

''Yonga zaten uzun bir zamandır benim içimdeydi, Yonganın el değiştirmesi için onu içimden alman gerekirdi baba. Artık saf değilim, yalanlarını görebiliyorum.''
Babam tebessüm etti. ''Büyüdüğünü biliyorum Elis ancak bu zamana dek sana gerçekleri anlatabilecek tek kişi olarak bekledim. Onca yalanın seni büyütmesine izin verdim ve şimdi gerçekleri ayırt etme vaktin geldi.''
Onun dudaklarından dökülen hiçbir şeyin gerçek olduğuna inanmak istemiyordum.
''O gün, Yonganın bir parçası seninle oradan uzaklaşmak zorundaydı ancak o andan sonra bu mümkün değildi. MİT'in planı devreye girdi ve Gümrük seni götürdükten sonra savaş başladı.''
MİT'in planı devreye girdi...
''Kaçırılıp kovalanmamı isteyen MİT miydi?''
''Ben sadece senin hayatta kalmanı istedim, buna karşılık MİT plana ayak uydurmamı istedi.''
Güvenebileceğim bir dağın daha yıkıldığını fark etmemle başım iyice yere düştü. Kamburum kendini gösterdi, dik durmayı amaçlamayan bedenim annemin toprağına yaklaştı.
Yonganın peşinde olan örgütleri öğrenmek ve içindeki yalancıları açığa çıkartmak için bir yem olarak kullanıldığımı biliyordum ancak bunu bile isteye, planlı olarak en başından MİT'in istemiş olması yine de acı bir şok etkisi oluşturmuştu. Hayatımı kaybettiğim o günde, MİT'in beni kurtaracağı anı beklemiş, Gümrük'ün adamlarından kaçarken zihnimde sürekli olarak 'MİT'e sığın,' diyen sözler yankılanmıştı. MİT'e güvenmiştim hep, ondan yardım dilemiştim.
''MİT bu planı yapmasaydı, Altuğ tüm Türk Teşkilatını çökertmeye çalışacaktı Elis. Altuğ en başından beri yiğit bir Türk gibi yetiştirilmiş, MİT'in kusursuz ajanlarından birisiydi. Altuğ en baştaki kişilerdendi, bir emir verildiğinde onunda onayı alınırdı. Emrinde ajanlar birliği vardı. Şayet köstebek olduğu ortaya çıkmasaydı, MİT'in tüm hareketlerinden haberdar olan Ruslar, teşkilatı devirmeyi başarabilirdi.''
''Ülke için feda edildim, ne güzel...'' diye söylendim. Sesim artık eskisinden daha kısık çıkıyordu.
''Hepimiz ülkemiz için savaştık ama ben senin içinde savaştım. Yonganın parçası içinde olmasaydı-''
Yıllarca söylediği şeyleri hiç değiştirmeden tekrar söylemeye başlayınca sözünü kesiverdim.
Yongayı senin öldürülmemen için içine koydum.
Yonga içinde olduğu için öldürülmedin...

İşin aslı, onu taşıyacak en aptal kişinin ben olmasıydı.
''Her şeyi benim için yapmışsın gibi görünüyor ama neden benim için bir şeyler yapılmış gibi hissetmiyorum?''
''Her şey insanlık içindi Elis çünkü ben...'' durdu, gözlerimiz kesiştiğinde gülümseyip gururla ayaklandı. Başımı kaldırıp kibirli gözlerini süzdüm, şimdi yeniden onun ezik kızı gibi görünüyor olmalıydım.
''...Gerçekten oldukça tehlikeli bir silah ürettim.''

EAC, gerçek anlamda ne kadar tehlikeliydi? Kaç kişiyi öldürecekti ve insanlığın hangi kısmı silinecekti? Virüs bundan sonra mutasyona uğrayacak mıydı, daha ne kadar kötüleşecekti?
''Yani insanlar EAC'den ölmeye devam mı edecek?'' Ve sen bununla gurur mu duyacaksın?
''İnsanlar ölmeyecek Elis. İşte bu yüzden Tüm insan ırkının yok olmasındansa daha küçük bir yüzdenin kaybolmasını seçtim. Ya herkes ölecekti, ya da sadece zayıflar silinecekti.''

''Neyden bahsediyorsun?'' dedim sinirle.
''MİT'in, Demeter'in ya da Vyshe ve Gümrük'ün... Hepsinin bu oyunda kendine göre planı vardı ancak oyun kurucu hep bendim Elis. Onlar başta olduğunu sanırken tüm planlar en başından benim yönlendirmemle ilerledi. Tüm ipler elimdeydi ve bende en doğru yolu seçtim.''
Kibir ve midemi bulandıran bir gülüş...
''Her şeyi insanlığın geleceği için yaptım...'' dedi. ''Her şeyi gerçek Yongayı korumak için yaptım.''

GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin