25 Şubat 1998
Bu şarkının benim için yeri ve anlamı çok özel. Küçükken telefonum ve bilgisayarım yoktu, o yüzden sürekli televizyonun başına geçer sabahtan akşama kadar müzik kanallarında çalmasını beklerdim. Lütfen siz de en azından okumadan önce dinleyin çünkü bölümle çok fazla ortak noktası var :") Sözlerini dinledikçe anlayacaksınız.
Ayakları gitmiyordu sanki eve. Onun halini gören yoldan geçenler dönüp ona bakarken o ise hiç umursamadan bitkin ve yavaş bir şekilde yürümeye devam ediyordu.
Ağlamamaya çalışıyordu ama gözlerine dolan yaşlar akmak için mücadele veriyordu. Bir süre sonra boşverdi ve yaşların gözlerinden akıp gitmesine izin verdi. Yüzüne düşen yağmur damlalardan gözyaşları fark edilmiyordu bile. Sessizce ağlarken yoluna devam etti.
Dünyanın tüm ağırlığı çökmüş gibiydi üstüne. Kolunu kaldıracak hali yoktu. Çamura bulanmış lacivert ayakkabılarını çıkarıp kendini mutfağa attı. Acısının hafiflemesini istiyordu, sadece unutmak istiyordu. Buzdolabında ne kadar bira şişesi varsa hepsini aldı ve salondaki koltuğa oturdu.
Şişeyi açıp kafasına dikerken yanağından bir sıcaklık kaydı. Silmeye uğraşmamıştı yaşlarını. Orada oturup boş gözlerle karşıya bakıyordu. O sırada ona şaşkın şaşkın bakan köpeğe çevirdi kıpkırmızı olmuş gözlerini.
"Var ya ben başıma ne bok geliyorsa hepsini hak ediyorum." Sesi boğuk çıkmıştı. "Sadece, insanları kırıyorum. Önce annem babam yalnız bıraktı beni. Şimdi de Osman."
Orada dakikalarca hatta belki de saatlerce oturdu. Düşündü, düşündü. Asla bir sonuca varamadı. Sevgiden, aşktan anlamıyordu işte. Hiçbir zaman bunu kendine söylememişti, aşık mıydı Osman'a? Seviyordu muydu onu? O bir erkekti. Onu sevebilir miydi? O şekilde olabilir miydi onunla? Hem nerde görülmüştü bir erkekle erkeğin sevgili olunduğı. Şişeyi kafasına dikip bitirdi.
Sonra Işık'ı düşündü. Işık hiç üzmezdi onu, Sinan da ona iyi davranmaya çalışırdı. Daha kimse yokken o vardı yanında. Hep onu kollardı hatta severdi. Sinan'ı en başından beri seven tek o vardı. Peki ona aşık mıydı? Aşık olduğun kişinin yanında kendini rahat mı hissederdi yoksa kalbin midende atıyor gibi mi? Kimi seçecekti? Birini seçmeli miydi?
Işık ile olmak istediğini düşündü ama sonra Osman geldi aklına. Bir daha onu hiç göremeyeceğini, ona dokunamayacağını, gözlerine bakamayacağını düşündü. Kalbi sıkışır gibi oldu. Ona doğru çekilmemek imkansızdı ama onunla olan bir hayat da hep soru ve şüphe doluydu. Diğer şişeden de büyük bir yudum aldı.
Küçüklüğü geldi bir anda aklına. Anılara daldı. Çocukluğu da bu evde geçmişti. Her şey o zaman da kötü müydü gerçekten?
Annesiyle babası o küçükken sürekli davetlere ve yemeklere gider, o ise evde tek başına onların gelmelerini beklerdi. Ona yatmadan önce masal okuyacaklarına söz verirlerdi. Sonra da eve her zaman çok geç gelip Sinan'a masal okumadan yatarlardı.
Yine bir gece geç geldiklerinde Sinan sabah kalkıp onlara kahvaltı hazırlamıştı. O zamanlar 8 yaşındaydı. Ama sonra babasıyla annesi kavga etmekten kahvaltı etmeyi unutup işe gitmişti. Zaten hep kavga ederler ama dışarıda iyi görünürlerdi herkese. Evet, her şey eskiden de böyleydi. Annesiyle babasının her zaman ondan daha önemli işleri ya da yapacakları kavgaları vardı.
Okula başladığı ilk gün evdekilerin toplantıya yetişmesi gerektiği için tek gitmek zorunda kalmıştı okuluna. Yalnız geçen doğum günleri, yardım edilmeyen ödevler, okula hiçbir zaman annesinin ve babasının gitmediği günler... Zamanla Sinan da yalnızlamışştı. Odasından hiç çıkmamaya başladı. Okul onun da umrumda olmadı. İçinde neşesi kalmadı. 14 yaşına geldiğinde ise annesi ve babası tek celsede boşanıp sevgililerinin yanlarına taşındı. Sinan'a bakmayı hiç kimse istemeyince o da yalnız yaşamaya başladı ve tam üç yıldır fiili olarak yalnız yaşıyordu. Duygusal olarak hep yalnız yaşıyordu zaten. Her zaman. O her zaman bir hiçti onlar için.
Yanağındaki yaşlar daha kurumadan yine ağlamaya başladı. "Neden her şey böyle olmak zorunda?" Koltuktan kalktı ve yüzünü yıkamak için tuvalete gitti. Aynaya baktığında ağlamaktan şişmiş gözlerini ve yıkılmış halini gördü. Ne kadar da zavallı ve korkunç gözüküyordu. Böyle olmaktan nefret ediyordu. Böyle hissetmekten, hep böyle yaşamaktan...
Bağırıp yumruğunu sıktı ve aynaya geçirdi. Ayna çatlarken bir tane daha vurdu. Bir tane daha, sonra bir tane daha. Etrafa parçalar dağılıyor, kanı tüm aynayı kırmızıya boyuyordu. Yumruğunu cam kırıklarının kesmesine aldırış etmeden tekrar vurdu.
Bağırdı, ağladı. Aynayı durmadan parçalıyordu. Aynadaki görüntüsü onlarca parçaya ayrılıp yansırken vurmaya devam etti. Sanki orada gördüğü her yansıma onun başka bir parçasıydı. Psikopat Sinan, kırılmış Sinan, umursamaz Sinan, aşık Sinan... Hepsi bir parçasıydı ama o her şeyi yok etmek istercesine hızlıca bir kere daha vurdu. Her şey paramparça olmuş, lavaboya düşmüştü.
Durdu ve etrafa baktı. Lavaboya düşmüş kırıklardaki kanlar, duvara sıçramış lekeler... Nefes nefese kalmıştı bağırmaktan. Sağ elinin üstü yarılmıştı, kanıyordu.
Kapının önüne çöküp sırtını kapıya yasladı. Dizlerini kendine çekip kollarını koydu ve başını üstüne kapattı. Orada öylece kalıp uyudu, ta ki gecenin bir yarısına kadar.
ÖNEMLİ
İki günde iki bölüm attım neler oluyor böyle 1!1!!11!
Normalde bölümleri çok daha uzun tutarım ama bunu yazdıktan sonra dedim ki; bu yazdıklarım çok farklı ve ağır şeyler anlatıyor, o yüzden tamamen ayrı bir bölüm ayırmalıyım bunun için. Burada biraz daha Sinan'ın iç dünyasına inmek istedim. Sizi seviyorum ve güzel yorumlarınız benim için çok değerli. Bu arada 1K olmamıza çok az kalmış. Yey!^-^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
JugendliteraturYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.