Şarkı çok damar arkadaşlar... Herkes sigaraları hazırlasın.
4 Eylül 1998
Osman cebindeki anahtarı zorlukla deliğe sokup kapıyı ayağıyla ittirerek açtığında omzunda Sinan'ı taşımaktan sırtı kopmak üzereydi. Sinan'ın beynine de dakikalardır baş aşağı durmaktan fazla kan gittiği için artık gözleri kararıyordu.
Kapıyı pat diye örttüğünde Sinan kızgın bir sesle konuştu. "Bıraksana artık beni, sapık herif."
Osman Sinan'ı omzundan indirip koltuğun üzerine market poşeti gibi attığında belini tutup geriye doğru yaslanarak yüzünü buruşturdu. "Aman, ben de meraklı değilim omzumda koca bir un çuvalı taşımaya. Ayrılık sana yaramış ha, naptın? Kilo falan mı aldın? En son bu kadar ağır değildin."
Sinan koltuğun üzerinde acıdan kıvranarak otururken gözlerini dikmiş, çenesini sıkarak Osman'ı bir kaşık suda boğmamak için kendini zor tutuyordu. "Sen kendine bak. Bıraksak günde on iki öğün falan yersin. Sanki bilmiyoruz seni." Her zaman iştahla yemek yiyen Osman'ın zayıflamış olduğunu çoktan fark etse de bundan bahsetmedi.
Osman'ın yüzündeki kan lekeleri kurumuş, yüzündeki taze yaralar sararıp morarmaya başlamıştı. Kendini pencerenin önündeki koltuğun üzerine atıp gözlerini kapatarak başını geriye attı. Eliyle alnını ovuşturuyordu. "Hı hı." diye geçiştirdi onu baygın bir sesle.
Sinan gözlerini kısarak ona baktı. "Hayrola? Az önce turp gibiydin, noldu? Acısı şimdi mi geldi? Tabi zaten sana hep sonradan geliyor acısı." dedi imalı bir sesle.
Osman abartılı bir şekilde iç geçirerek gözlerini araladı. Sinan'a yan yan bakıp bitkin bir sesle konuştu. "Sinan yemin ederim, sen çenenle adam öldürürsün. Seninle evlenecek adam yandı."
Sinan eline geçen ilk yastığı Osman'ın kafasına fırlattı. "O evleneceğim adam senin gibi bir öküz olmasın da." Gözlerini devirdi. "Hem niye zorla buraya getirdin beni? Ne istiyorsun?"
Osman Sinan'ın önceden eve girip koridora bıraktığı eşyalara gözlerini çevirdi. "Valla orasını sana sormak lazım. Belli ki çoktan yerleşmişsin sen zaten."
Sinan Osman'ın eşyaları hemen fark etmesine şaşırmıştı. Sesini çıkarmadı.
"Hem kalacak yerin mi var sanki?" diye sözlerine devam etti Osman.
"Senin yanında kalmaktan iyidir." dedi Sinan. "Hem neyin olarak yanında kalacağım ki? Durum biraz garip yani, malum."
"Farkındayım ama ne fark eder ki?" dedi Osman sakin bir şekilde. Sesi şimdi daha hüzünlü çıkıyordu. "Biz düşman değiliz Sinan. Hiçbir şeyim olmadığını düşünüyorsan bile en azından arkadaşım sayılırsın, değil mi? Hiç bilmediğin bir yerde seni kapının önüne koyamam. Kal işte burada istediğin kadar."
Sinan gözlerini kaçırarak güçlükle yutkundu. Arkadaş kelimesini duymak bile onu rahatsız ediyordu ama Osman'ın onu kızdırmadan konuşmaya çalıştığını biliyordu. Şu an soğuk yapan taraf sonuçta kendisi sayılırdı. Elinde değildi işte. Osman onu bırakıp gittiği için hala içten içe ona kızgındı. Ayların kızgınlığı da şimdi ortaya çıkıyordu.
Osman gözlerini tavana çevirip boş bakışlarla sessizce izlemeye başladı. Sinan'ın neden böyle yaptığını tahmin etmek zor değildi. Osman'ın ayrılmak istemesine öyle içerlemişti ki şimdi bunun hıncını alıyordu. Garip bir şekilde dayak yemek Osman'a iyi gelmişti. Sanki bu sayede aylardır hak ettiği cezayı aldığını düşünüp biraz olsun vicdanını rahatlatıyordu.
İkisi de salonda hiç konuşmadan otururken Sinan sessizliği bozdu. "Canın çok yanıyor mu?" diye sordu. Sesinde şimdi saldırganlıktan ya da öfkeden eser yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Roman pour AdolescentsYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.