22 Haziran 1998
Osman'ın sırtından aşağı bir ter damlası daha kayıp ince gri tişörtünü ıslatırken kendini nemli havadan bayılacak gibi hissetti. Artık iyice yaz geldiği için hava hiç olmadığı kadar sıcaktı. Yokuş yukarı, taşlı sokakları yürürken hava kararmış olmasına rağmen hala hava bunaltıcıydı. Yaprak bile kıpırdamıyormuş gibiydi.
Zaman çok çabuk geçiyordu. Kafede çalışmaya başlayalı neredeyse iki ay olacaktı. Demir'le tanıştığından beri şu son ayı da aynı sıkıcı ve monoton şekilde ilerlemişti. Odasına Sinan'ın yaptığı tabloyu asmıştı ama umutları boşaydı. Bir daha ondan hiç iz bulamamıştı. Evine de gidememişti. Sinan hala bu şehirde mi, onu bile bilemiyordu.
Kalbindeki boşluk her geçen gün öylesine büyüyordu ki, sanki o karanlık şimdi tüm vücudunu kaplamıştı. Sinan onun miladı gibiydi. Osman için bir Sinan'dan öncesi vardı, bir de sonrası. Onunla geçirdiği zamanların hayatının en kıymetli dakikaları olduğunu her gün daha iyi anlıyordu. Şimdi her şey bomboş, amaçsız, sevgiden uzak geliyordu ona. Daha az gülüyordu, daha az uyuyordu, daha az yemek yiyordu. Yani her gün biraz daha az insanmış gibi hissediyordu. Bir zamanlar gereksiz gördüğü aşk, zamanla onun her şeyi haline gelmişti. Hala bunu düşündükçe hayatının ironisine kendi kendine gülüyordu.
Elindeki gitar kılıfını tekrar sırtına asarken terden ıslanmış alnına düşen saçları eliyle itti. Yorgunluktan nefes nefese kalmıştı. Haftalar boyu biraz zayıflamış ve sakallarını uzatmıştı. Saçları iyice uzayınca hafiften dalgalı bir hal almıştı. Gözleri ise artık daha yorgun bakıyordu. Kendini bazen on yedi değil de, otuz yedi yaşında gibi hissediyordu.
Bugün günlerden pazardı ve part time çalışanlar haftasonu akşamları kendi yerini devraldığı için kafeden erken çıkabilmişti. Son birkaç haftadır çoğu zaman yaptığı gibi Demir'in evine gidiyordu. Zaten artık konuşacak pek bir arkadaşı da kalmadığı için onun dışında görüşecek pek kimsesi yoktu. Ekibin geri kalanından sadece Kerem'le bir kez telefonda görüşebilmişti. Onun dışında hiç kimseden haberi alamamıştı.
Ailesiyle ise arası soğuktu. Küs olduklarından değildi ama Osman sadece kimseyle konuşmak istemiyordu işte. Ruhen o kadar yorgundu ki, kimseye acısından bile bahsetmek istemiyordu. Babasıyla da pek dertleşmiyordu. Eski haline geri dönmüştü. Yine duygularını anlatmaktan çekinen adam geri gelmişti. Susmayı tercih ediyordu. Zaten ne anlatabilirdi ki? Ayrılmanın hiçbir romantik yanı yoktu. Saf bir acıdan ibaretti sadece. Önce sinir krizleri sonra ağlamalar, pişmanlıklar, sonu gelmeyen suçluluk duygusu ve ölüm kadar zor olan bir özlem duygusundan oluşuyordu. Kime anlatabilirdi ki bunu? Kim anlardı kendisini?
Sanki herkesin aynı dili konuştuğu bir dünyada kendisi farklı bir dili konuşuyor gibiydi. Kimse anlamıyordu kendisini. Onu anlayan, kalbini bilen, ruhunu gören tek insan yoktu artık yanında. Sinan yanındayken bir bakış yeterdi. Ne onu sevdiğini söylemek için ne de kırıldığını anlatmak için konuşmasına gerek kalmazdı. Kelimelerin bir anlamı yoktu, o tek bir anda çözerdi Sinan onun içini. Şimdi ise yine tek başınaydı. Onu kendinden bile iyi tanıyan insanı kaybetmişti. O olmazsa kendisi kim olduğunu nasıl hatırlayacaktı? Çünkü günden güne unutuyordu kendisi bile nasıl bir insan olduğunu.
Bu ayrılık kararını niye verdiğini ve boşa olmadığını biliyordu. Bunu da sürekli kendisine hatırlatıyordu. En azından artık ailesi kendisi yüzünden rezil olmak zorunda kalmıyordu. Onlara yük olmadan, bir iş bulmayı başarmıştı. Sokakta, mahallede insanlar yine onun arkasından konuşmaya devam ediyor, kimilerinin kendisinden 'ibne' diye bahsettiğini duyuyordu ama onların bile sayısı azalmış gibiydi. Üstelik en önemlisi de, Sinan'ın güvende olduğunu düşünüyordu. Her sabah uyandığında "Acaba benim yüzümden Sinan'ın başına bir şey geldi mi?" diye düşünmek zorunda kalmıyordu. En azından her gün birileri onları dövmeye çalışmıyordu. Verdiği ayrılık kararının getirdiklerini bilerek vicdanını susturmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Teen FictionYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.