Bölümün adı... If you know, you know.
4 Eylül 1998
Sinan başını cama yaslamış walkman'inden müzik dinlerken saatlerdir oturmaktan her yeri tutulmuştu. Ayakları ve sırtı feci sızlıyordu. Artık ne uyumak, ne müzik dinlemek, ne de kitap okumak yolu daha çekilebilir kılmıyordu. Saat akşam üzerine doğru yaklaşırken saatine bir kez daha bakarak iç geçirdi. "Dayan Sinan. Bu çilenin bitmesine çok az kaldı." dedi kendi kendine. Eğer İstanbul-Bodrum arası otobüs yolculuğunun bu kadar uzun süreceğini bilse belki de gelmeyi hiç denemezdi. Resmen kendini artık koltukla bütünleşmiş gibi hissediyordu ve keçileri kaçırmak üzereydi. Yine de şanslı sayılırdı. En azından yanındaki koltuk boştu ve otobüsün içinde sürekli ağlayıp herkese yolu zehir eden küçük bir bebek de yoktu.
Son üç günü tahmin edemeyeceği kadar hızlı geçmişti. Osman'ın babasının teklifini kabul ettikten sonra aklına direkt dedesi ve köpeği gelmişti. Onları geride öylece bırakamayacağını bildiği için tek bir şartla gitmeyi kabul etmişti. Köpeği Osman'ın evine bırakmış, onlara emanet etmişti. Dedesini de hiç istemeyerek de olsa eşyalarıyla ve yanında biraz parayla beraber huzurevine bırakmıştı. Huzurevi binasının kapısından çıkarken arkasını döndüğü anda ağlamaya başlasa da yine de geri dönmemişti. Buna mecburdu. Gidip Osman'ı görmesi gerekiyordu. Eğer ailesi bu kadar sorumsuz olmasa dedesini huzurevi yerine onların yanına bırakırdı ama ailesinin bunu kabul etmeyeceğini biliyordu.
Elindeki küçük el bavuluna birkaç parça kıyafetini, ve kitabını, biriktirdiği tüm parayı, fotoğraf makinesini, kasetlerini alabilmişti. Onun dışında evde geriye kalan ne kadar tablosu varsa hepsini sarıp bir kolinin içine, boya malzemeleriyle beraber dikkatlice yerleştirmişti. İçinden onların otobüsün bagajında hala sağlam kalmış olmasıyla ilgili dua edip duruyordu. Eve bir daha ne zaman döneceğini bilmediği için onları yanına almayı istemişti.
Ev bomboş kaldığında, Sinan sonunda tüm pencereleri sıkıca örtüp kapıyı kapatıp defalarca kilitlediğinde eve ve denizin karşısında yalnız başına duran banka son bir kez bakarak iç geçirmişti. Burası iyisiyle kötüsüyle on sekiz yılının geçtiği yerdi. Burada ağlamış, burada gülmüş, burada aşık olmuştu. Her yana baktığında başka bir anısını görüyordu sanki. Bu eski püskü, antika evden ayrılırken düşündüğünden çok daha fazla duygulanmıştı.
Otobüs biletinin parasını uzun ikna süreci sonucunda Osman'ın babası almıştı. Hatta Sinan'ı otogara bile kendisi bırakmış, ona gitmeden önce içten bir şekilde sarılmıştı. Sinan o adamı her gördüğünde içten içe yüreği burkuluyordu. Her seferinde "Keşke onun oğlu olabilsem." demekten kendini alamıyordu. Kendi babası bile onun için uğraşmazken bu adam ona babalık ediyordu. Napsa hakkını ödeyemezdi.
Tüm bunların sonucunda ise şimdi buradaydı işte. Hala rüya gibi geliyordu. Gerçekten Osman'ın yanına gidiyordu. Sonunda onu göreceği için çocuksu bir heyecanı sarmıştı tüm bedenini. Koşup onun boynuna hemen atlayamazdı belki ama en azından şimdi konuşmak için, ikinci bir şans için fırsatı vardı.
Otobüs yarım saat sonra sonunda Bodrum'daki otogara vardığında Sinan'ın sevinçten gözleri parlamıştı. Otobüsten inip sonunda yere adım attığı anda ayakları saatler sonra hareketlendiği için karıncalanmaya başlamıştı. Sırtına bir rahatlama gelmişti. İlk iş olarak bagaj kısmındaki ufak koliyi ve el çantasını aldı. Ardından eli kolu dolu bir şekilde kendine bir taksi aramaya başladı. Hiç bilmediği bir şehirde yabancı haliyle bir şeyler yapmaya çalışırken başta çekinmişti. Ama sonra yakında tanıdık bir yüz göreceğini hatırlayarak kendini topladı. Çok geçmeden bir taksiye binip adama Osman'ın babasının yazdığı adresi vermişti bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Teen FictionYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.