Ruhsuz Bir Beden

538 44 108
                                    

Bölümün havasını daha iyi hissetmeniz için şarkıyı dinlemenizi, hatta sözlerine de dikkat etmenizi öneririm. Kendisi bu sıralar ennn sevdiğim şarkılardan biri. Çok anlamlı, çok özel bir şarkı :") İyi okumalar.



25 Nisan 1998

Osman üstüne giydiği ütülü beyaz lakosun yakasındaki düğmeleri ilikledikten sonra aynada gördüğü kişiye baktı. Koluna saatini takmış, yeni yıkanmış olan saçlarını taramış ve sakallarını tıraş etmişti. Omzundaki yara tamamen iyileşmek üzereydi. Göğsünün sol tarafındaki kurşun yarasının iyileşmesi ise bayağı bir zaman alacak gibiydi. Hala kimi zaman dikişleri ağrıyordu. Yüzünde kavgadan kalan derin yaralardan ise geriye sadece ufak tefek çizikler kalmıştı. Yani kısmen de olsa eski haline dönmüş gibiydi. Yüzünün solgunluğu gitmişti. Ama gözleri... Onların içinde bir mutsuzluk, bir huzursuzluk vardı. Bir türlü gülümseyemiyor, yüzü asık bir şekilde ortalarda geziyordu.

Aynada gördüğü yüze sırtını çevirip geriye döndü ve yatağın üzerindeki el bavulunun içine dolapta duran eşyalarını yerleştirmeye devam etti. Bugün sonunda hastaneden taburcu oluyordu.

Babası danışma bölümünde çıkış işlemlerini yaparken o da o sırada odadan tamamen toparlanıyordu. Kıyafetlerini koymayı bitirdiğinde komodinin üzerinde duran fotoğrafla beraber walkman'i gözüne çarptı. Sinan'ın çektiği fotoğrafla birlikte onu da alıp çantasına attıktan sonra çantanın ağzını kapatıp oflayarak yatağa oturdu.

Elini saçlarının arasından sıkıntıyla geçirirken kendini istemeden de olsa stresli hissediyordu. Belki de yüzüncü kez kolundaki saate baktı. Gelmesini bekliyordu. Çok aptalca olduğunu biliyordu ama yine de gelmesini bekliyordu. Günlerdir Sinan'la beraber hastaneden çıkacağı anı beklemişti ama şimdi yalnızdı. En sonki kavgalarından sonra onun yüzüne bakıp ne diyeceğini bile bilmiyordu. Aklı fazlasıyla karışıktı. Sinan'sız geçen iki gün boyunca düşünmekten kafayı iyice yemişti. Sinan'la kimyasal bir reaksiyon gibilerdi. Yan yana olunca ortalık yangın yerine dönüyordu ama o olmadan da yapamıyordu. Biraz hastalıklı bir durumdu.

O sırada açık olan odanın kapısı tıklatıldı. Osman geriye dönmeden seslendi. "Gel, baba."

Arkadan bir cevap gelmeyince ayağa kalkıp kapıya baktı. Kapının girişinde çekingen bir şekilde Sinan duruyordu. Osman'ın kalbi bir an heyecanla çırpındı. Sinan gerçekten de onu yalnız bırakmamıştı.

Sinan gözlerini kaçırarak içeri girerken kapıyı arkasından örttü. "Koridorda babanı gördüm. Çıkış işlemlerini halletmiş sanırım. Beni görünce sana

seni dışarda, arabada bekleyeceğini söylememi istedi."

Osman onaylarcasına başını sallayıp hafifçe gülümsedi. "Gelmeni beklemiyordum."

Sinan soğuk duruyordu. Sadece omuz silkti. "Seni yalnız bırakmak istemedim." Duraksadıktan sonra kıpırdandı. "Çıkalım mı? Baban bekliyor."

"Bir şey söylemeyecek misin?"

"Şu an sırası değil diye düşündüm. Önce evine gidip dinlensen daha iyi olur."

"Konuşamamak beni öldürüyor ama." Osman hüzünlü ve kırgın gözlerle ona baktı. "Aramızdaki bu soğukluk canımı yakıyor."

Sinan kollarını bağlayıp duvara yaslandı. "Beni de konuşmak öldürüyor." Sözleri bir bıçak gibi keskindi. "Sessizlikten nefret ediyorum ama bazen konuşmaktan daha az can yakıcı oluyor."

Osman bakışlarını yere indirdi. "Canını yaktığım için özür dilerim."

"Dileme. Gerçekten." Bakışları yumuşamıştı. "Sanırım seni anlıyorum. Hayri konusunda yani."

Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin