Şu şarkıyı kaç yüz defa dinledim bilmiyorum. Ama her dinlediğimde başka bir dünyaya uçuyorum.
16 Nisan 1998
Sinan'ın yorgun bedeni çatının kenarına uzanmış, iki büklüm olmuş bir halde yatıyordu. Dizlerini karnına çekmiş, elindeki walkman'i sıkıca göğsüne bastırmıştı. Adeta yorgunluktan bayılmış gibiydi. Kenarda ayaklarını aşağıya sallandırıp otururken başı yorgunluktan öyle fena dönmüştü ki, tek yapabildiği olduğu yerde uyumak olmuştu. Çatının ucuyla arasında sadece birkaç santim vardı.
En son o uyurken güneş ancak yükseliyor, gün geceden sabaha yeni dönüyordu. Şimdi ise her yer tamamen aydınlanmış, binanın ön tarafına dönük olan suratı sapsarı bir ışıkla aydınlanmıştı. Saçlarıyla kirpikleri güneşin ışığıyla kahverengiden açık renk bir kumral rengine dönmüştü.
O sırada çatının kapısı hızla ardına kadar aralandı. Sinan öyle bir sızıp kalmıştı ki, sesi duyup uyanmadı bile. Yanına hızlı adımlarla yaklaşan kişi arkadan kolunu tuttuğu gibi onu kenardan çekti.
Sinan işte o zaman gözlerini açabilmişti. Çıktığı beton çıkıntının üzerinden aşağı apar topar inerken neye uğradığını şaşırmış bir halde gözlerini kırpıştırdı.
"Oğlum orada yatılır mı hiç? Aklım çıktı aşağı falan düşeceksin diye." dedi karşısında duran Osman'ın babası.
Sinan'ı öylesine şiddetli çekmişti ki, Sinan çatının zemininde diz çökmüş duruyordu. Önce etrafına bakınıp gözlerini ovuşturdu. Ardından yaşlı adamın yardımıyla doğruldu. "Kusura bakmayın, sızıp kalmışım orada."
Diğer yandan üstünü başını düzeltmeye çalışıyordu. Kulağındaki çınlama kaybolur diye ümit etmişti ama nafile. Hala kafasının içindeydi. 'Belki de yıllar boyu geçmeyecek.' dedi kendi kendine.
Osman'ın babası sözlerine devam etti. "Ben de seni arıyordum her yerde. Osman'ın yanına inmen gerekli. Hem de hemen."
Sinan öylece kalakaldı. Tüm vücudunu bir panik dalgası sararken aceleyle saatine baktı. Bir buçuk saattir uyuyordu. 'Hiç uyumamalıydım.' diye düşünürken içinden kendine küfretti. Osman'ı hiç yalnız bırakmamalıydı. Ya Osman'a bir şey olduysa ve kendisi o sırada yanında olamadıysa? Bunun korkusuyla beraber hiçbir şey sormadan koşarak çatının kapısını açtı ve binaya tekrar girdi. Elindeki walkman'i hırkasının cebine koyarken uçarcasına merdivenlerden aşağı iniyordu. Hiçbir şey düşünemez haldeydi. Bildiği tek şey vardı; Osman'a gitmeliydi.
***
Osman balo salonunun kapısından çıktığı anda her yerini saran beyaz ışıkla beraber tamamen kör olmuştu. Etrafında ne olup bittiğini göremiyor, sadece gözlerini sıkıca kapatıp yüzüne çarpan aydınlıktan kurtulmaya çalışıyordu. Geriye dönüp az önce çıktığı kapıyı da bulmamıştı. Sanki mekan kavramı tamamen yok olmuş, yerini bitmek bilmeyen sonsuz bir ışık almıştı.
Orada öylece kaç dakika durdu bilmiyordu ama az sonra gördüğü ışık bir nebze olsun azalmıştı. Yavaşça gözlerini aralayıp kırpıştırdı. Önündeki görüntünün ne olduğunu algılaması için bir süre boyuna bekledi. En sonunda tam karşısında bir pencere durduğunu fark etti. Perdesi ardına kadar açıktı ve içeriye gözlerini alan, pırıl pırıl bir güneş ışığı giriyordu. Öyle ki, ışık yatağının her yerini sarmış, doğruca üzerine yansıyordu.
Işığın parlaklığı gözlerini yakınca kaşlarını çatıp başını başka bir yöne çevirdi. Gözlerinin önünde parıldayan renkli parıltılara rağmen çevresindeki yeri tanımaya çalıştı. Hemen baş ucunda küçük siyah ekranın üzerinde çizgilerin dalgalandığı bir cihaz ve serum duruyordu. Göğsüne bir sürü kablo yapıştırılmıştı. Yutkunmaya çalıştığında kurumuş olan boğazı acımış, çatlayan dudakları yanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Teen FictionYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.