Evet, bu bölümün şarkısı yok :") Ama siz sebebini çoktan biliyorsunuz (ya da çözdünüz) zaten. İyi okumalar efenim
15 Nisan 1998
Sinan nefesini tutmuş beklerken zamanı durdurmak istedi. Hayatı boyunca bu anı hatırlayıp pişman olmamak için elinden ne gelirse yapmaya hazırdı. Koşup silahın önüne atlayacaktı ama Osman'a çok uzaktı. Onun yerine Hayri'nin fikrini değiştirmek,silahın patlamasına engel olmak, kurşunu yakalayıp durdurmak istedi. Bir mucize olsun istedi. Tek bir şans daha... Ama hayatın kanunu işte, olmasını en istemediğiniz zamanda olurdu o en kötü şey.
Silahın sesi arazilik alana yayılırken kulağı öyle şiddetle çınlamıştı ki, acıyla başını eğip kulaklarını kapadı. Bir anlığına sağır olacağını düşündü. Belki de olayın şokuyla bu kadar büyük bir etkisi kalmıştı onda. Kafasını kaldırıp bakmaya korksa da kesik kesik nefeslerle beraber, yaşlarla dolmuş gözlerini yavaşça Osman'a çevirdi. Çevirdiği anda da kanı donmuş gibi öylece kaldı. "Hayır. " dedi kendi kendine. "Hayır, bu bir kabus. Gerçek olamaz."
Saniyeler saatlere dönüşürken Osman'ın koyu kana bulanmış göğsündeki yaraya baktı. Kan hızla etrafa yayılırken Osman elini yarasına götürmüştü. Sinan o an onu izlerken kendini sanki oradan soyutlanmış gibi hissetti. Bedeni daha çok olayları kenardan izleyerek bir hikaye yazan gözlemci gibiydi. Etrafına müdahale etmek, olanları değiştirmek istiyordu ama yapamıyordu. Tek yapabildiği öylece izlemekti.
Tüm vücudu titremeye başlarken Osman'ın yüzüne baktı. O sırada farkında değildi ama hayatı boyunca o yüzdeki gördüğü ifadeyi, can alıcı bakışları hayatı boyunca bir daha asla unutamayacaktı. Tüm duyguları tarif edemeyeceği kadar yoğun bir şekilde görebiliyordu.
Osman dizlerinin üzerine çöktüğünde sonunda donuk bakışları Sinan'ı bulmuştu. İkisi göz göze geldiğinde Sinan ilk defa bakışlarının buluşmasının bu kadar acı olduğunu düşündü. Birbirlerini ilk defa konferans salonunda doğru düzgün gördükleri günden beri her seferinde aşkla, tutkuyla bakarlardı. Ama şimdi o bakışlar sadece sessiz bir veda gibiydi. Osman'ın eli hafifçe havaya kaldırıp sanki tutabilecekmişcesine Sinan'a doğru uzattı ama tam o anda dengesini kaybedip en sonunda tamamen yere yığıldı.
"Osman..." diye sayıkladı Sinan. Beynindeki çınlama kendi sesini bile duymasını zorlaştırıyordu. Sinan kendisini daha fazla tutamadı. Henüz kendisi bile ne olduğunu anlamadan çoktan bacakları harekete geçmişti. Düşüp bayılacak gibi hissediyordu fakat yine de koşuyordu.
Hızla Osman'ın yanına gelip onun hemen yanı başına, dizlerinin üzerine çöktü. Hıçkırıkları birbirine karışırken gözyaşları sel gibi akmaya başlamıştı. Ağlamamak, güçlü durmak ve Osman'a cesaret vermek istiyordu ama kendisi de duygularını kontrol edemeyecek kadar korkuyordu. Sevdiği adam gözlerinin önünde ölüp gidebilirdi.
Hüngür hüngür ağlarken gözyaşlarını silmeye bile uğraşmadan iki eliyle Osman'ın göğsündeki yaraya ellerini bastırıp kan kaybını azaltmaya çalıştı. Osman'ın yüzüne baktığında onun da gözlerinin dolduğunu fark etti. Onu kurtarmak için bir şeyler düşünmek istiyordu ama aklını kaçırmak üzereydi. Hiçbir şeyi aklında toparlayamıyordu.
"Osman beni duyuyor musun? Lütfen bir şey söyle." dedi çatlayan sesiyle. Osman ise ona bakıyor ama hiçbir şey söyleyemiyordu.
Kendi elleri de kana bulanırken ağır koku her yeri sarmış, altlarındaki toprak kırmızıya boyanmıştı. Osman'ın kanı öylesine şiddetle boşanıyordu ki, yaptığı şey asla yeterli olmayacaktı.
Sinan gözlerini Osman'ın gözlerinden hiç ayırmıyordu. Olur da eğer o narin, sıcak yeşil gözlere bir daha bakamazsa diye doya doya bakmak istiyor, aynı zamanda da Osman'dan bir işaret bekliyordu. Fakat Osman hiçbir şey söylemiyor, ağzından sadece acı dolu iniltiler çıkıyordu. Muhtemelen o da tıpkı Sinan gibi sesleri pek net duyamıyordu çünkü Sinan'ın söylediği her şeye sadece boş gözlerle tepki veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Teen FictionYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.