Serbest Düşüş

459 38 136
                                    

Bu şarkıyı umarım daha önce koymamışımdır bir bölüme. Her neyse, artık eğer öyle olduysa da kusura bakmayın. Çok severim bu şarkıyı :") İyi okumalar efenim 


13 Mayıs 1998

Osman tezgahın üzerine bıraktığı tepsideki, günlük olarak yapılan taze pasta dilimlerini camlı rafa dizerken gözlerini ovuşturarak esnememek için kendini zor tutuyordu. Gözleri kıpkırmızıydı ve şişmişti. Ağlayarak ve uykusuz bir şekilde geçirilmiş cehennem gibi bir gece daha... Ne kadar da farklı bir rutindi (!) onun için.

Saat sabahın sekiziydi ve müşteriler gelmeden önce her zamanki hazırlıkları yapıyorlardı. Kimileri mutfağa yardım ediyor, kimileri masaları düzenliyor, kimileri de temizlik yapıyordu.

Osman pastaları dizme işini bitirince elindeki tepsiyi mutfağa götürüyordu ki o sırada merdivenlerin yanındaki kiler kapısı aralandı. Garsonlardan biri elinde bir sürü poşetle ve kutuyla kapıdan geçmeye çalışıyordu. "Osman bir el atsana."

Tepsiyi bir kenara bırakıp kutulardan biri yere düşmeden önce onu kaptı. Pek de ağır bir kutu değildi. Her yer ıvır zıvırlarla doluydu. "Bunlar ne böyle?"

Garson çocukla beraber ellerindekileri masaların üstlerinde bıraktılar. "Patron bunları birkaç gün önce alıp kilere bırakmış. İçinde lambalar, renkli küçük ışıklar, figürler, tablolar falan var sanırım. 'Mekanın havası değişsin, bunları içeriye yerleştirin.' dedi."

Osman kutuların ve poşetlerin içine göz gezdirirken "Bir bu eksikti." diye homurdandı.

"Bence de. Ama yapacak bir şey yok. Hadi yardım et de, bir an önce bitirelim. Ben lambaları asayım sen de tabloları hallet." Orta yaşlı, kısa boylu garson kilerden merdiveni getirip kutuların içindeki renkli abajurlu lambaları çıkarmaya başladı.

Osman istemeye istemeye de olsa kutuların içinden bir çekiçle beraber çivi kutusunu alarak tabloların olduğu karton poşeti eline alıp odanın en köşesine geçti. Yaklaşık on tane tabloyu, masaların arasına aralıklı bir şekilde asmaya karar verdikten sonra sahnenin yanındaki duvardan işe başladı.

Boyu uzun olsa da parmak uçlarına kadar yükselmek zorunda kalarak çiviyle duvarda delik açıyordu. Çivi sağlam bir şekilde deliğine oturduğunda yana eğilerek poşetin içinden eline ilk gelen tabloyu aldı. Yağmurlu bir sokakta el ele tutuşmuş dans eden bir çiftin resminin olduğu hoş bir tabloydu. Üzerindeki boyalar parıldıyor, sarı ve turuncu ağırlıklı renkler ışığın altında yansıyordu. Tabloyu dikkatli bir şekilde astıktan sonra diğerlerine geçti.

O sırada diğer garson çocuk da arka tarafta teker teker renkli lambaları takıyor, ufak ışıkları duvarlara sabitliyordu. Gerçekten de ortamın havası bir anda değişmeye başlamıştı. Başka elemanlar da masaların üstündeki eski örtüleri kaldırıp yerine pırıl pırıl, canlı kumaşlardan örtüler seriyordu.

Yukarı bakarak çivi çakmaktan boynu tutulana ve şekeri düşene kadar aynı şeyi yapmaya devam etti. Çekiç tutmaktan eli ağrıyordu. Bir an önce bitmesini umut ederek tabloları asarken sonuncuya geldiğinde artık gözleri kararmıştı. Çiviyi zorlukla duvara çaktıktan sonra elini karton poşetin içinde kalan son tabloya attı. Tabloyu çekip duvara götürdüğü sırada resimde gördüğü manzarayla beraber dudakları aralandı. "Nasıl yani?" diye sayıkladı kendi kendine.

Afallamış bir şekilde önündeki tabloya gözlerini dikmiş her ayrıntısını inceleyerek bakıyordu. Bu tablo diğerleri gibi değildi. Tanıdık bir şeyler vardı. Hem de fazlasıyla tanıdık olan bir şeyler.

Denize karşı duran bir bankta oturan iki adamın arkada, uzaktan görünen silüetleri vardı. Tablo sanki bir akşam saatini anlatır gibi oldukça koyu renklerden oluşuyordu. Adamların silüetleri de belli belirsiz gibiydi ama Osman onların Sinan'la kendisine benzediğini hemen fark etmişti. Vücudunu bir sıcaklık sararken boğazı kurumuştu. Böyle bir tesadüf olabilir miydi?

Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin