6 Nisan 2005
Göz kamaştırıcı ışık hem önündeki tuvalin renklerini hem de gözlerini kamaştırıyordu. Akşam güneşi önce odanın sonundaki üzeri boya lekeleriyle kaplı boş masalara, rengi solmuş duvarlara, ardından daha ön taraflarda duran kurumaya bırakılmış tablolara ve boya kutularına yansımıştı. Şimdi ise saatler ilerledikçe bahar havasının ılık güneşi, altın sarısıyla harmanlanmış kızıl rengine dönerken hala boyamaya devam ettiği tuvaliyle birlikte kumral rengi saçlarına, yüzüne, gözlerine ve dudaklarına değiyordu. Hafif, huzurlu, sakin bir öpücük gibiydi teninde hissettiği sıcaklık.
Sandalyede oturmaktan ağrıyan sırtı isyan edercesine sızlamaya başladığında sonunda pes etti. Bu tabloyu bugün bitirmesi her halükarda mümkün değildi. Koskoca atölyede çalışan tek kişi de o kalmıştı zaten. Kimsenin onun kadar çalışmadığını biliyordu. Bazen sırf bu yüzden arkadaşlarının onunla dalga geçtiğinin de farkındaydı. Yine de tatlı bir yorgunluktu bu. Okul her zaman onun ikinci evi olmuştu. Bu sergi onun için çok önemliydi. Yıllar boyu emek verdiği bir şeyin en kıymetli parçası olacaktı.
Neredeyse tüm tabloları bitmişti. Sadece son bir buçuk ay kalmıştı sergiye. Düşündükçe içi kıpır kıpır oluyordu.
Haftalardır üzerinde çalıştığı tabloya son bir kez baktı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Bir yandan çantasını toplarken diğer yandan gözlerini henüz bitmemiş olan tablodan alamıyordu. Bu resmi yapması onun için biraz zordu çünkü her seferinde zihninden anılar akıp gitmeye başlıyordu.
Önündeki manzara tanıdıktı. Karşısında, denize karşı bir bankta yan yana oturan, havanın koyu griliğine kamufle olmuş iki adamın silüeti vardı. Yaptığı ilk tablonun daha yeni, kaliteli ve başarılı bir versiyonuydu. Ne çok zaman geçmişti üzerinden... O zamanlar bu resmin ilk halini yapan, sadece genç, evindeki derme çatma odanın içinde oturan, tecrübesiz, kalbi kırık, yalnız ve çok ama çok aşık olan bir çocuktu.
Şimdi ise Osman'ın, onu doğum gününde, suyun altında ilk defa öpmesinin üzerinden tamı tamına koskoca yedi yıl geçmişti ve bu resmi en baştan yapan kişi artık koskoca bir adamdı.
***
Gözleri uzaklara dalmıştı. Havada uçuştuktan sonra karşısında duvara dayalı duran piyanonun siyah beyaz tuşlarının üzerine konan ve güneş ışığında parlayan toz tanelerini boş bakışlarla izliyordu. Ayağa kalkması, nota kağıtlarını dosyanın içine toplaması ve akşam provası için okula gitmesi gerekiyordu. Bu provayı kaçırırsa orkestra şefi hiç acımadan yerine başka birini bulurdu. Yine de umurunda değildi. Ayağa kalkmadı, ağlamadı ya da konuşmadı. Sanki hayatı buna bağlıymış gibi büyük bir dikkatle, bir heykel gibi hareketsizce orada, masanın başında oturmaya devam etti.
Bunca koşuşturmaca arasında sevdiği insanla beraber sevdiği şeyi yaptığını düşünürken gerçekten mutlu muydu? Yoksa kafasında o çok harika ve kusursuz gözüken hayal şimdi monotonlaşmış, çekiciliğini kaybetmiş miydi?
İki yılını Sinan'la beraber yollarda geçirdiği için üniversiteye diğer herkesten iki yıl daha geç girmişlerdi. O zamanlar konservatuvara girerse ve Sinan'la beraber yaşarsa her şeyin muhteşem olacağını, dünyanın en mutlu insanı gibi hissedeceğini düşünmüştü. Konservatuvara girmişti, bir sevgilisi, bir evi, beraber çalıştığı bir orkestrası vardı. İstediği her şeye sahipti ve birkaç ay sonra üniversiteden de mezun olacaktı. Daha ne isterdi ki, değil mi? Hayal edebileceği en iyi hayat bu değil miydi? Ama az önce aldığı telefonla beraber duyduklarından sonra içindeki o eksiklik hissi tekrar güçlü bir şekilde gün yüzüne çıkmıştı. Ne kadar susturmaya çalışsa da o eksikliğin ne olduğunu biliyordu ve şimdi yerini doldurabilmesi mümkün değildi. Asla da olmayacaktı. İçinde bir şeyler hep yarım bırakılacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Ficção AdolescenteYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.