"Feeling so high but too far away to hold me..."
Bu şarkının yeri bende çok ayrıdır, çok severim. Normalde bölümlere şarkıların audio versiyonlarını koyuyorum ama şarkının acoustic versiyonuna aşık oldum. Üstelik bu bölüme daha çok uyar diye düşündüm çünkü bu haliyle yüz bin kat falan daha hüzünlü :((
9 Nisan 1998
Sinan köprünün yanındaki yokuştan aşağı inerken yıkık dökük binaların, sokakta oyun oynayan çocukların arasından geçerek geçen sefer buluştukları eski iş hanına doğru yürüdü. Büyük han kapısından içeri girdiğinde içerinin havasız ve rutubetli keskin kokusu burnuna çarpmıştı. Tenha koridorun sonundaki dar ve uzun merdiveni tırmanıp en üst kata hızlı adımlarla çıktı. Aklından bin tane farklı şey geçiyordu. Belki de Hayri sırf Sinan'a olan düşmanlığı yüzünden arkadaşlarına zarar veriyordu. Belki de onları da tehdit ediyordu. Gerçekten bunu yapar mıydı? Yapardı. O manyaktan her şey beklenirdi.
Stresten elleri titriyor, midesi ağrıyordu. Telefonda Eda'nın sesi hiç olmadığı kadar korkmuş ve çaresiz gelmişti. Onu böylesine korkutan şeyin ne olduğunu çok merak ediyordu.
En üst kata çıktığında önündeki kapalı, büyük demir kapı dışında gidecek yolu kalmamıştı. Paslı kapıyı iterek çatıya çıktığında yüzüne vuran şiddetli rüzgarla beraber gözlerini kıstı. Ağır kapı büyük bir gürültüyle kapanırken Eda'yla Işık'ı kenarda birbirlerine sıkı sıkı sarılmış ayakta dikilirken buldu. Onlardan başka etrafta hiç kimse görünmüyordu.
Işık Sinan'ın geldiğini görünce Eda'dan ayrılmadan gözlerini ona çevirdi. Sinan ikisine şaşkınca bakarken Işık Eda'ya sarılmaya devam edip Sinan'a kaş göz işareti yaptı. Belli ki Eda'yı sakinleştirmeye çalışıyordu.
Sinan sessizce onlara yaklaşıp beklemeye başladı. En sonunda Eda Işık'tan ayrılarak arkasını döndü. Oldukça bitkin ve yorgun gözüküyordu. Gözleri ağlamaktan kızarıp, şişmişti. Yüzünün rengi solmuştu. Normalin aksine saçlarını taramamış, özensiz bir şekilde topuz yapmıştı. Üzerine her zamanki şık kıyafetleri yerine düz bir tişört ve desenli eski bir gömlek giymişti. Tamamen dağılmış duruyordu.
Sinan'ın yüzüne pek fazla bakmadan yere çöküp sırtını duvara yasladı. Sinan durumu anlamak için Işık'ın yüzüne baktı ama o da başını iki yana sallayıp omuz silkti.
Işık tıpkı Eda'nın yaptığı gibi yere eğilerek yanına oturduğunda Sinan da diğer tarafa geçip aynı şeyi yaptı. Kafası o kadar karışıktı ki ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. "Eda noldu? Anlatsana."
İkisi de sessizce Eda'nın cevabını beklerken Eda dizlerini karnına çekmiş boş gözlerle önüne bakıyordu.
Ondan bir cevap gelmeyince Işık "Kerem nerede?" diye sordu.
Eda başını kaldırmadan konuştu. "Kerem gelmeyecek. Osman'ı bekliyoruz."
Sinan kaşlarını çatmış ona garip bakışlar atarken bağdaş kurup sırtını duvara yasladı. Belli ki bir süre daha bu halde bekleyeceklerdi.
Hepsi sessizliğe bürünürken Sinan başını geriye yaslayıp gözlerini kapadı. O kadar çok olay üst üste gelmişti ki kendini aşırı stresli hissediyordu. Tek istediği bir anlığına da olsa rahatlamaktı. Biraz olsun kafasının içindekileri susturmak istedi. Osman'la beraber vapura bindikleri ilk gün onun söylediklerini hatırladı. Osman vapurda giderken ona "Ben olsam bunların tadını çıkarırdım." demişti. O günleri hatırlayınca sanki aradan bir asır geçmiş gibi geliyordu. Her şeyi düşünmeyi bıraktı ve Osman'ın ona dediği gibi etraftaki sesleri dinledi. Üst taraflarındaki köprüden geçen arabaların gürültüsü, martıların sesine karışıyordu. Hemen karşıda yüzen vapurların arkasında bıraktığı dalgaları duyabiliyordu. Rüzgarın savurduğu saçlarına gün ışığı yansıyor, onu ısıtıyordu. Aslında bugün güzel bir gün olabilirdi. Eğer vücudundaki yaralar her an sızlamasa, kalbi yanmasa ve Osman onu terk etmemiş olsa her şey gerçekten güzel olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Yıldızlar [Sinan×Osman]
Teen FictionYollarını kesiştiren bir tesadüf onları asla birbirinden ayrılmak istemeyen insanlara çevirecekti. Ama bazen ayrılmak bir arada kalmaktan daha kolay ve daha acısızdı.