12. BÖLÜM (2)

526 63 160
                                    


Kulağa bile hoş gelmeyen iki kelime. Ve bu iki kelime başına geliyor. Sen acı çekmeyi kolay mı sanıyorsun? 'Senin acın benimki kadar büyük değil' dendiği zaman 'haklısın' diyip susuyoruz belki, ama nerden biliyorlar? Senin çektiğin acının ne kadar ağrıttığını, can yaktığını nerden biliyorlar? 'Seninki kadar büyük bir acım yok belki ama en az senin kadar canım yanıyor' diyemiyoruz, peki neden? İnsan acılarını mı kabullenemiyor yoksa bu acılarla baş edememesini mi? Kime neyi kanıtlamaya çalışıyoruz? Güçlü kimdir? Acılarını saklayarak güçlü görünmeye çalışan mı, acılarını kabullenerek onlarla yaşayan mı? Saklamak mı daha zordur kabullenmek mi?

Tartışmaya açık bir konuydu belki de bu, ama kesin olan bir şey vardı.

Her ikisi de zordu ve ben ikisinin arasında sıkışık kalmıştım. Ne saklayabiliyorsum, ne de kabullenebiliyordum.

Ben acılarımla başa çıkamıyordum...

🌳🍃

Günün devamı çok boş geçmişti. Yemekten sonra ben odama gitmiştim ve abimde o haline rağmen dışarı çıkmıştı. Hayatında bir kere olsun sözümü dinlese ölecekti sanki. Ama olmaz tabii, sonuçta büyük olan o, onun sözü geçer benim değil.

Ne saçma bir düşünce! Ne yapalım yani ben haklıysam!?

Abim evden çıktıktan sonra bende biraz uyumuştum. Yani gerçekten biraz uyumuştum çünkü uykumun yarısında telefonum zırt zırt ötmeye başlamıştı. Uykumun bölünmüş olmasının verdiği sinirle gözlerimi bile açmadan yastığımın altında hâlâ öten telefona uzandım. Sırt üstü yatarken telefonun ekranını açtım. Gözlerim hafif aralıktı, daha tam açacak hâle gelmemiştim. Tam kimin aradığına bakacağım sırada telefon elimden kayarak tam ağzımın üstüne düştü.

Telefonu sinirle ağzımın üstünden çekerken sessiz bir küfür savurdum. Arayan kişiye baktığımda şaşırmamın aslında yersiz olduğunu fark ettim.

Melek arıyordu.

Zaten beni ya abim ya da Melek arıyordu. Niye beni başka merak eden yoktu? Ha doğru ya, benim arkadaşım yoktu. Mantıklı bir sebepti bu.

Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Ne var?!"

Bir düşündümde arkadaşımın olmaması gayet normaldi. Gereksiz atar yapmakta uzman olmuştum artık.

"Ne cırlıyorsun ya hemen?!"

"Ne cırlayacağım ya ben!? Telefon suratıma çakıldı!"

Meleğin attığı kahkahadan dolayı zaten zar zor elimde tuttuğum telefonu yatağın üzerine düşürdüm.

"Hay amk!"

Duymuştu. Sadece duymamıştı, hatta kahkahasını daha da yükseltmişti. Yani telefon kulağımda değilken bile duyabiliyorsam anırıyor olması gerekiyordu.

Meleğin kahkahalarının kesilmesini bekledim bir süre. Kahkahalar kesilince telefonu tekrardan elime alarak kulağıma götürdüm.

"Ateşten bir farkın yok Melek, biliyorsun değil mi?"

"Yav he he! Ayrıca onu daha yeterince tanımıyorsun, tanıyınca tekrar söylersin."

Şu an çok pis sırıttığına yemin edebilirdim. Yattığım yerde hızla doğruldum.

"Ne münasebet! Niye tanıyacakmışım ki ben o gereksiz canlıyı?! Başıma açtığı işler yeterli, gerisine gerek yok!" diye bağırdım. Bu seferki gereksiz bir atar değildi.

PSİKİYATRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin