Ertesi gün Brian Lighton'a geri döndüğünde sokaklarda kasvetli havadan geçilmiyordu. Ama bir yandan da bu hava ona iyi gelmişti. İsteği bu yönde olmasa da. Bordo kapıyı açıp kaleye girdiğinde onu izleyen gözlerin farkında değildi. Rose, tepedeki merdivenlerden kendisini izliyordu.
Başını kaldırdığında kendisini izleyen bir çift kahverengi gözle karşılaştığında boğazının düğümlendiğini hissedebiliyordu. Yine de korkusuzmuş gibi başını dimdik tutarak merdivenlerden çıktı. Rose'un gözlerini bir an olsun ondan ayırmamasından da öte, Rose'un gerisinde babasının bakışlarındaki hayal kırıklığını yakaladığındaki hissettiği üzüntü, bastırdığı korkusunun yanında hiçbir şeydi.
"Ülkene yeniden hoş geldin, Brian."
Rose konsey salonuna geçerken geride kalan babasının başını uyarı anlamıyla sallayışıyla şüphelerin gün yüzüne çıktığını anlayabiliyordu. Derin nefes alıp içeri, konsey salonunda kendisine ayrılmış bordo sandalyeye geçti. Uzun masanın etrafındakileri taradığında Jack'i görememişti. Rose onun sorgulayan bakışlarını fark ettiğinde müdahale etme gereği duydu.
"Jack nöbette. Sınırlarımızda gerginlik hakim olduğu için onu çağıramadık."
Brian bunun üzerine babasına doğru dönünce yine yüzünün endişe içinde olduğunu görmüştü. Boğazını temizledi.
"Pekala, Rose. İşte geldim. Ne söylemek istiyorsan, söyleyebilirsin."
Arkasına yaslandı. Şamdanların aydınlattığı oda Lighton'daki herhangi bir yere kıyasla oldukça aydınlık kalıyordu. Brian baş parmağını şakaklarına götürdü sıkıntıyla. Sanki bilerek tepesine konmuş gibiydi.
"Rahatsız olduysan birazını kaldırabilirim." dedi Rose, imalı bir şekilde.
"Sorun yok, Rose. Seni dinliyorum." Kendinden taviz vermedi.
Rose içki servisinin ardından kısa süreliğine Dominic'e baktı.
"Lighton'u apar topar terk etmen bizi sarstı, Brian. Hem de konsey üyesiyken böyle bir şey yapman ülkede isyanların çoğalması için bir alevdi. Dahada kötüsü Cadılar Şehri'nde son zamanlarda sıklıkla görülüyor olman bizi şüpheye düşürdü. Elbette hizmetçileri taşıyan şoförden nerede olduğunu biliyorduk. Ama önce Cadılar Şehri'nde ne işinin olduğunu merak ettiğimiz için oraya bakma ihtiyacı hissettik."
Cevap bekler gibi bir hali vardı. Brian kendisine sunulan kadehi masada öne doğru iterken konuştu. İçinde kanla karışık içki olduğu belliydi.
"Evet, Rose şehre gittiğinizin haberini aldım." Rose'a kısa süreli bakış attıktan sonra sırtını dikleştirerek masadaki diğerlerine, Rose'un eşine, babasına ve üvey annesine baktı. Babası hariç diğerlerinin gözlerinde öfke vardı.
"O yüzden bugün buradayım. Tehdidiniz oldukça etkileyiciydi." Parmaklarını birbirine kenetledi, parmak boğumları bembeyazdı. Kaşlarını kaldırıp masaya doğru eğildi. "Elbette ülkeyi terk etmem sizi değil, otoriter konumunuzu sarsmış olmalı."
Dominic hafifçe öksürdü. Oğlunun uyarı ikazlarını önemsemiyor oluşu canını sıkıyordu. Brian bunun üzerine sandalyesine geri yaslandı. "Rose, benim ne için buradan gittiğimi bilmiyor oluşun bana imkansız geliyor."
"Hayır, bilmiyorum. Özellikle de şu ülkeye neden getirdiğin meçhul olan kızı. Alexa. Onu yanında getirmemen şaşırtıcı doğrusu."
"Sadece beni istemiştin, Rose." diye üstüne basa basa diretti. "Alexa'nın konumuzla ilgisi yok." Vampir dişlerinin arasından tıslamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıklar İçinden
FantasyTrajik bir kaza sonucu vampire dönüştürülen Brian yeniden insan olmak istemektedir. İnsana dönüşebilmesi için ise tek bir çıkış yolu vardır: Kehanet. Bir gün Büyülü Orman'da sabırsızlıkla ortaya çıkmasını beklediği kehanetin öznesi Alexa ile karşıl...