BÖLÜM ☆ 25

2.7K 227 89
                                    

Selamlar!

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Bu bölüm bir tık kısa olduğu için diğer bölümden itibaren başlatacağım ama artık bölümlere sınır koymayı düşünüyorum. Böylece siz sınırı geçtikçe ben de bölümün başına oturmuş olurum, aksi hâlde oturup Ayrılık Sendromu'na çok nadir yazıyorum, biliyorsunuz.

Hepinize keyifli okumalar!

Dershanenin kalabalık kantininde, Mete'nin sanki kanımızla işaretlemişiz gibi sahiplendiği masamızda oturuyorduk. Şaşılmayacak üzere çikolatalı sütümü içiyordum ve Emirhan, Barış ve Mete'nin asla fikrim olmadığı bir oyun hakkında konuşmasını dinleyerek etrafı süzüyordum.

Dün akşam Yiğit'in tokat etkisi oluşturan mesajına bir karşılık verememiş, ona görüldü atmakla yetinmiştim. Ki bunu normalde asla yapmaz ve yapılmasından da hoşlanmazdım. Ama Yiğit o kadar haklıydı ki, üzerine söylenecek hiçbir söz kalmamıştı.

Sömestir tatiline yalnızca bir hafta kalmıştı, daha sonra sınava birkaç ayım kalıyordu ve herkes ikinci dönemin aşırı hızlı geçeceği konusunda hemfikir görünüyordu. Tercih döneminde annem ve babamın kalbine indirip sanki o an fikrimin değiştiği izlenimini vermek istemiyordum. O yüzden en kısa zamanda aileme okumak istediğim gerçek bölümü söylemeliydim.

Sonuna geldiğim ancak hâlâ birkaç damla çikolatalı süt için ciğerimdeki tüm nefesimle pipeti çektiğimde gürültülü bir ses çıktı. Bunu birkaç kere daha tekrarladığımda Mete, elimdeki çikolatalı süt kutusuna tam anlamıyla bir tokat attı ve masanın üzerine düşmesine sebep oldu.

"Ne vuruyorsun lan sütüme?"

"Sen niye gariban gibi davranıyorsun? Ayıp olmasın diye kutuyu de ye istersen."

"Of bulaşma bana,"

Kollarımı göğsümün altında birleştirip kaşlarımı gayriihtiyari çattığımda üç arkadaşım da suratıma baktı. Eğer alnımda bir fermuarım olsaydı fermuarımı açık unuttuğumu düşündürecek bakışları o an beni gerdi ve oturduğum yerde kıpırdanırken, "Lan," dedim ciddiyetle. "Ne bakıyorsunuz öyle?"

"Neyin var senin?"

Barış'ın sorusunu bir geçiştirmeyle yanıtlayamadan önce masada tam karşımda oturan Mete hafifçe ayaklandı. Sağ elini enseme atıp o an güreşmeye başlayacakmışız gibi beni sandalyemden kaldırdı ve dudaklarını alnıma bastırdı. İkimizde yarı yarıya ayağa kalkmışken, koca masayı arşınlayıp ortada buluşmuşken dışarıdan oldukça tuhaf görünüyor olmalıydık.

Ki o an Emirhan'ın gülmemek için yumruğunu ağzına götürüp etrafına bakınmaya başlamasıyla ellerimi sert bir şekilde masaya vurup hâlâ dudaklarını alnımdan çekmeyen Mete'ye, "Bıraksana lan beni," dedim sinirle. Kafamı büyük hızla çekmeye çalıştım ancak beni bırakmadı.

"Her neyi dert ediyorsan bunu halledebiliriz, tamam mı? Sorun ne? Yine mi Ardıç? Onun ağzını burnunu kırmam gerektiğini biliyordum."

"Oğlum mal mısın?" dedim yine ellerimi onun omuzlarına koyup kendimi ondan ittirirken. "Herkes bize bakıyor."

Anlık olarak beni bıraktı, etrafına sinirle bakındı ve hemen yanımızda oturan masadaki çocuklara başıyla öfkeli bir hareket yaptı. Mete dünyaya büyük bir atar olarak gelmişti. Önüne gelene rest çekiyor ve yargı dağıtıyordu.

Böyle insanlarla arkadaş olmayı ben seçmemiştim. Onlar beni buluyordu.

Üstümü başımı hızlı bir şekilde düzeltip elimin tersiyle alnımı sildim ve bir kusma taklidini onlardan esirgemedim. "Bu niye böyle ya?" diyerek yanımdaki Emirhan'a fısıldadığımda bana omuz silkti. Mete'ye çözümsüz bir bulmacaya bakar gibi bakarken başını iki yana sallıyordu.

AYRILIK SENDROMUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin