9 Eylül 1950
Sabah çok heyecanlı uyandım. Sanki okula yeni başlayan öğrenci gibiydim.
Kalktığımda güneş daha yeni doğuyordu. Muhtarın bana verdiği erzaklardan kahvaltı yaptım. Ardından evin önüne çıktım.
Muhtar, evinin önünde ayakta duruyor, yaşlıca bir adamla konuşuyordu. Hayri Amca'nın evinin önünde bir kağnı hazırlanmış duruyordu. Evden Hayri Amca, arkasından Kemal çıktı. Anlaşılan bugün işe babasıyla o gidecekti.
Göz göze geldiğimizde ona gülümsedim ve başımla ona selam verdim. Aşina olmaya ve garip bir şekilde hoşlanmaya başladığım utangaç gülümsemesi yüzüne yerleşti. Başını hafifçe eğerek bana selam verdi. Babasıyla beraber kağnıya bindi ve gözden kayboldular.
İçeri girip eşyalarımı hazırladım ve çantamı alıp okula doğru yol aldım.
Gittiğimde kimse yoktu. İçerideki dersliğe girdim. Çantamı oradaki tahta masanın üzerine koyup dersliği incelemeye koyuldum.
Okul tek derslikten oluşuyordu. Bütün sınıfları tek derslikte okutacaktım tıpkı diğer köy okullarında olduğu gibi. Sıralar derme çatmaydı. Bazıları kırılmış, tekrar çiviyle tutturulmuştu. Duvarların sıvası dökülmüş, altındaki taş ortaya çıkmıştı. Camların biri kırılmış, yerine kumaş parçası çakılmıştı. Tavan yamalıydı. Benim masamın yanında bir soba duruyordu. Yapılacak çok iş olduğunu düşünürken muhtar dersliğe girdi.
"Muallim Bey, biz hazırız."
Başımla onaylayıp dışarı çıktığımda 25 tane öğrencinin sıraya girip beklemekte olduğunu gördüm. Her biri siyah önlüklerini giymiş, beyaz yakalarını takmış, bana bakıyorlardı. Onları görünce gülümsememe engel olamadım.
Böylece yeni bir dönemin açılışını yanımda muhtar, önümde talebeler, dalgalanmakta olan Türk bayrağının altında İstiklal marşını okuyarak yaptık.
Talebelerle tanıştım. Hepsi keşfedilmeyi bekleyen, birbirinden kıymetli madenler. Ne yazık ki imkanları yok. Ders saatleri bitip de paydos yaptığımızda muhtarın evine gittim. Onunla okulun ve talebelerin eksikleri hakkında konuştum. Elinden geleni yapacağını söyledi.
Onun evinden çıktığımda ikindi vaktiydi. Gölgeler uzamakta, Eylül serinliği yavaşça kendini göstermekteydi. Havanın keyfini çıkarırken nal sesleri duydum. Ve dönüp baktığımda Hayri Amca'nın kağnısıyla geldiğini gördüm. Yanında Kemal oturuyordu. Kağnının sarsıntısına kendini bırakmış, yorgun görünüyordu. Ama beni görür görmez gülümsedi.
Ben de onun gülümsemesine karşılık verdim. Ve onlar evlerinin önünde durduğunda yanlarına gittim.
"Hoş geldin Muallim Bey, nasıldı ilk günün?" diye sordu Hayri Amca.
"İyiydi, talebelerle iyi anlaştım. Okulun eksikleri hariç bir sorun yok gibi. Sizin gününüz nasıldı?"
"Her zamanki gibi, çalıştık."
"Allah kolaylık versin."
"Sağolasın Muallim Bey, içeri gel, hanım yemek yapmıştır."
"Yok, sağol, Hayri Amca. İşlerim var. Belki başka zaman..."
"İnşallah. Haydi iyi akşamlar."
"İyi akşamlar"
Kemal atları kağnıdan çözüyordu. Babası içeri girince işini bırakıp yanıma geldi:
"Okulun eksikleri var dedin... Nasıl hallolacak o işler?"
"Muhtarla konuştum. Elinden geleni yapacağını, malzemeleri en kısa zamanda getirteceğini söyledi."
"Malzemeler geldiğinde ben sana yardım ederim." dedi hevesle.
"İşin olmaz mı?"
"Olsa bile gelirim ben."
Onun çocuksu hali bende garip bir mutluluğa sebep olmuştu. Gülümsedim.
"Yani, sonuçta çocukların geleceğinden, eğitimden önemli mi?" diye devam etti.
"Tamam" dedim ben de. Gülümsememe engel olamıyordum.
"İyi akşamlar o zaman" dedim.
"İyi akşamlar" dedi o da. Böylece o atların yanına geri döndü, ben de evime geldim.
Eve geldiğimde hala ahmak gibi gülümsediğimi fark ettim.
Kemal, bana göre unutulmuş, ihmal edilmiş ama ortaya çıkması gereken değerli bir hazine. Onu doğru dürüst tanımıyorum bile ama bende böyle bir fikrin uyanmasına sebep oluyor.
Her neyse. Yeni bir günde görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Man O To [BxB]
Fanfiction"Bir hikaye neden sonsuzluğa erişir?" Adam bu derin sorunun karşısında tereddüt etti, böyle bir şey beklemediği belliydi. Sonra toparlandı. "Bilmem, hikayenin baş karakterine sormak gerek" dedi ve gülümsedi. Sonra devam etti. "Tek bildiğim, herkes...