17 Mart 1951
Karların eriyip baharın boy göstermesiyle dünyada cenneti yaşadığıma inandığım şeyler gördüm. Ortalığı madımakların basması, güneşin içimizi ısıtması, tabiatın tüm hediyelerini cömertçe sergilemesi... Lakin o cennetin en güzel günü bugündü.
Çünkü Kemal ile gezintiye çıktık.
Sabah erkenden heybelerimize azıklarımızı ve Kemal'in ısrarıyla yedek kıyafetlerimizi doldurup Kemal'in rehberliğinde yola çıktık.
Yeşermiş otların rüzgarın fısıltısıyla salındığı dağ eteğinden tırmanmaya başladık. Bir yandan tırmanıyor, bir yandan konuşuyorduk. Kemal beni özel bir yere götüreceğini söylüyordu.
Bir süre sonra otlar yerini kayalara bıraktı. Ara sıra dönüp manzaraya bakıyordum. Biz yükseldikçe evler küçülüyordu.
Daha sonra tırmanmayı bırakıp dağ eteğinde düz yürümeye devam ettik. Kemal'in rehberliğinde yavaşça aşağı inmeye başladık. Bizi dağın öbür tarafına götürüyordu. İnerken bazen ellerimden tutarak yardım ediyor, kent çocuğu olan benimle dalga geçiyordu. Ben darılmış gibi yapınca dayanamıyor, bir şekilde gönlümü alıyordu.
Nihayet ulaşmaya çalıştığımız yere varınca gördüğüm şeyle nefesim kesildi. Burası, kayaların içine gizlenmiş, neredeyse iki adam boyunda küçük bir şelaleydi. Şelalenin dibindeki küçük göl, etrafındaki kayaların arasından sızarak dağlara doğru ince bir yol çiziyordu.
"Burayı hiç kimse bilmiyor, ben hariç" dedi Kemal.
"Bir çeşit ikinci ev gibi bir şey, senin de görmeni istedim"
"Kemal burası... Harika"
"Biliyorum" deyip heybesini yere attı Kemal. Sonra gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı.
"Kemal ne yapıyorsun?"
"Suya gireceğim, sen gelmeyecek misin?"
"Sen delirdin mi? Erimiş kar suyu bu, üstelik buraya güneş bile vurmuyor, buz gibidir"
Gülerek gömleğini çıkardı Kemal. Pantolonunu çıkarırken,
"Biraz üşümekten mi korkuyorsun?" diye laf attı, sonra kendini suya bıraktı. Başını sudan çıkarınca tiz bir çığlık attı. Ben de soyunmaya başladım ve koşup suya atladım.
Ani bir soğuk dalgasıyla sarsılırken ben de çığlık attım. Kemal güldü.
"Nasıl, Muallim Efendi, o girdiğin tuzlu sudan daha iyi değil mi?"
Cevap vermedim ama ona su sıçrattım. Kahkaha attı.
"Beni kandırmaya utanmıyor musun? Bu şey cehennemi dileyebileceğim kadar soğuk"
"Biraz sonra alışırsın" dedi Kemal bana doğru yüzerken. Sonra alnıma yapışmış saçları geriye taradı, yüzüme baktı.
"Çok güzelsin" dedi. Eli boynuma kaydı, eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Suyun içinde ona sarılırken karşılık verdim. Dudakları, bu zalim dünyadan kurtuluş biletimmiş gibi tutundum onlara. Buselerimiz daha önce hiç olmadığı kadar derinleşirken o, bacaklarını belime doladı.
Nefeslenmek için ayrıldığımızda yüzerek kenardaki kayaların oraya gittik. Onu bir kayaya yaslayıp dudaklarına uzandım tekrar. O ise yutkundu.
"Beni sarhoş ediyorsun" diye mırıldandım dudaklarına doğru. O, gülümsedi ve bana tekrar cenneti bahşetti. Bedenlerimizi birbirine bastırırken her zerremin alev alev yandığını hissediyordum. Az önceki üşümemden eser kalmamıştı. Ben göğsümü onunkine yasladım, o da eliyle ensemdeki saçlarımı çekiştirdi, belimdeki bacaklarını sıkılaştırdı.
Benim için şaraptan farksız olan dudaklarından ayrıldım, çene çizgisinde gezdirdim dudaklarımı. Sonra boynuna yöneldim, benim saklı bahçeme. Bir yandan öpüp bir yandan kokusunu ciğerlerime çekerken o da aramızdaki kumaşlardan kurtuldu.
Geriye çekildim ve yeşil gözlerine baktım. O, başımı ellerinin arasına aldı.
"Mecnun'um" diye fısıldadı.
"Kıymetlim" diye karşılık verdim ben de.
Böylece birbirimize kenetlendik ve sahiplendiğimiz o şiiri beraber vücuda getirdik; o yok oldu, ben de. 'Biz' olduk, bir olduk, aşk elinden.
Her şey bittiğinde alnını alnıma yasladı. Konuşmadı, konuşmadık. Kelimelere ihtiyacımız yoktu çünkü. Başını hafifçe yana eğip dudağımla yanağımın birleştiği yere minik bir öpücük kondurdu. Benden ayrılıp kenara doğru yüzmeye başladı.
"Nereye gidiyorsun?"
"Kaçmıyorum, merak etme. Sen suyun içinde bekle, çıkarsan üşürsün"
"Sen de üşüyeceksin ama"
"Ben alışkınım"
Kemal, sudan çıkıp kıyafetlerini giydi. Oradan buradan çalı çırpı toplarken ben de suyun, şelalenin tadını çıkardım. Yanı başımdaki çağlayan bembeyaz köpüklerle suya düşüyor, suyun sesi ruhumu dinlendiriyordu.
"Gel haydi"
Dönüp baktığımda ateş yakmış olduğunu gördüm. Kenara doğru yüzdüm. Elini uzatıp sudan çıkmama yardım etti. Küçük bir battaniye ile bedenimi sarıp ısınmam için sırtımı sıvazladı. Bu hareketi onun tarafından sarmalanmış küçük bir çocuk gibi hissetmeme sebep olmuş, içimden ılık ılık bir şeyler akmıştı.
Ben giyinene kadar o heybemizdeki azıkları çıkardı. Beraber ateşin yanına oturup karnımızı doyurduk.
Daha sonra o manzaraya veda edip vadi boyunca yürüdük. Bir ara ayrılıp vadinin ortasından akan küçük suyun iki yanına geçtik. Birimiz bir şiire başlıyor, öteki devamını getiriyordu. Genellikle ikimizin de hayran olduğu Ömer Hayyam'ı tercih ediyorduk. Örneğin ben;
"Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz,
İki başımız var, bir tek bedenimiz" diyordum. Kemal ise"Ne kadar dönersem döneyim çevrede,
Er geç baş başa verecek değil miyiz?" diye şiiri tamamlıyordu."Dün geldi, nedir aradığın, dedi bana,
Bensem, ne bakarsın o yana bu yana""Kendine gel de düşün,içine iyi bak,
Ben senim,sen ben;aranıp durma boşuna"Daha sonra tekrar yan yana gelip dağa tırmanmaya başladık. Gittiğimiz yoldan geri döndük. Köye girdiğimizde güneş batmış, hava kararmıştı. Kemal'i evine kadar geçirdim.
"İyi geceler, Kemal" dedim. O ise gözlerimin ta içine bakıp muhtemelen bir yerlerde okuduğu beyiti mırıldandı:
"Sende buldum ben beyt'ül şebbi,
İstemem sen olduktan sonra şemsi"**Sende buldum ben en güzel geceyi,
İstemem sen olduktan sonra güneşiBeyit bana aittir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Man O To [BxB]
Fanfic"Bir hikaye neden sonsuzluğa erişir?" Adam bu derin sorunun karşısında tereddüt etti, böyle bir şey beklemediği belliydi. Sonra toparlandı. "Bilmem, hikayenin baş karakterine sormak gerek" dedi ve gülümsedi. Sonra devam etti. "Tek bildiğim, herkes...