Elisa
Eskiden bizi bir arada tutanın farklılıklarımızın doğurduğu o görünmez bağ olduğunu sanırdım. Çünkü biz sekiz karabasan kardeş birbirimize çok zıt karakterde varlıklardık. Kabuslar Alemi'ndeyken her şey olması gerektiği gibiydi hatta belki de olması gerekenden daha iyi. Rutin işimiz insanların rüyalarına girmek ve rüyalarını kabusa çevirmekti. Bu eğlenceliydi. Onlara istediğimiz gibi yön verebiliyor ve onları rahatlıkla öldürebiliyorduk. Kimse bizi yaptıklarımızdan dolayı sorgulamıyordu aksine yaptığımız her kötücül atak bizi diğer karabasanlardan üstün kılıyordu. İnsanların uykularından uyandıkları an zikrettikleri ilk şey "Kabustu, geçti" olurdu ama kabuslarında hissettikleri o inanılmaz duygu onları sanki o anı gerçekten yaşamış gibi korkudan tir tir titretirdi. Korkunun sindiği nefesleri karanlığa karışırken Şeytan onları afiyetle yutar, gücünü bilerdi.
Bizler ne zaman ki dünyaya geldik o zaman farklılıklarımızdan doğan bu bağ giderek zayıfladı. Gün geçtikçe aramızdaki farklılıklar bizi bir arada tutmak yerine artık bizi birbirimizden koparmak isteyen keskin bir makasa dönüştü. Bizi bir arada tutmaya zorlayan şey artık sadece kardeş oluşumuzdu.
O gün Seth'in doğum günü partisinden ayrılan ilk Jalin olmuştu. Onu Nathan'la didişirken görmüştüm ve o andan itibaren bir daha ortalıkta görünmemişti. Miriam, Kai denen hayalet sürücüyle gözden kaybolmuştu. Kim bilir neredelerdi. Valencia'yı havuza düştüğü andan beri görmüyordum. Kate, Talia ve Beatrice de yine görünürde yoktu. Belki de onları aramam gerekiyordu ama buna hiç halim yoktu. İçeriden yükselen müzik sesi karnıma yüzlerce iğne batıyormuş gibi hissettiriyordu. Buradan bir an önce gitmek istiyordum.
"Ben gidiyorum arabanın anahtarı sağ ön tekerleğin üzerinde." Efsuncu kardeşlerimin zihnine gönderdiğim mesajın hemen ardından Kate, "Tamam," diyerek adeta zincirlerimi kırdı. Partiden ayrılıp kaldırımda aylak aylak yürümeye başladım. Çoktan etrafı sarmış olan karanlık bana Kabuslar Alemi'ni hatırlatıyordu. Orada hiç güneş doğmaz, ay çıkmazdı. Her zaman içimiz gibi karanlıktı. Oradaki tek ışık kaynağımız cehennemden koparılıp getirilen yüz bin yıllık ateş parçalarıydı.
Omuzlarımın altına uzanan lila saçlarımı sıkı örgüden kurtarmak için tokayı çözdüm ve tokayı bileğime geçirdim. Karma karışık olan aklım kalbimin şiddetli atışıyla biraz daha benliğini yitirirken artık dünyadan çekip gitmek istediğimi fark ettim. Başlarda eğlenceli olan bu yer artık beni bunaltıyordu. Özellikle Kabuslar Alemi'nde bulduğum el kitabını alıp dünyaya indiğim günden bu yana her şey daha bir bunaltıcı olmuştu.
Bir insanla takılmaya başlamış ve ondan etkilenmeye başlamıştım. Her ne kadar bunun olmasını istemesemde bedenim benim isteklerim dışında hareket etmeye başlamıştı. Yapmak istemediğim şeyleri yapıyor, söylemek istemediğim sözleri bir anda söyleyiveriyordum ve en kötüsü de artık insanların duygu dediği o şeyleri hissediyordum.
Ander bazen bana öyle derin anlamlar içeren bir yüz ifadesiyle bakıyordu ki içimde bir şeyler hareketleniyordu. Bir mıknatıs gibi ona çekilip duruyordum. Beynim onun sözcüklerine kulak asıyor, ona uyum sağlıyordu.
Cebimde titreyen telefonu elime aldım. Ekranda Ander'in adı yazıyordu. Ne derlerdi buna? İyi insan lafın üzerine mi gelirmiş? Her neyse. Çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma yaklaştırdım. Sesli nefes vererek tüm tüylerimi şaha kaldırmayı başardığında kendime lanet okudum.
"Hey. Merhaba Elisa." Çekingen sesi yine zihnimi bulandırmaya başlamıştı.
"Hey. Selam." sesimde bariz bir şirinlik vardı. Yürümeye devam ederken kendime engel olamayarak saçlarımla oynamaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters 8
FantasyHalka oluşturan sekiz kız şarkı mırıldanarak ateşin etrafında dönüyordu. Sis etraflarını sararken dolunay ve ateş etrafı aydınlatıyordu. Kızların üzerindeki beyaz elbise, her birine ilahi bir hava katıyordu. Başlarına taktıklarını papatyadan taç, ma...