Zeita
Birkaç gün önce
Cehennem'in çorak toprakları ayaklarımın altında kıyım kıyım kavruluyordu. Kendine özgü toprakları vardı buranın. Ölen her varlığın kendi etiyle, kanıyla beslediği ve yer yer kızıllaşan, üzerinde hiçbir bitkinin bitmediği toprakları olan; çirkin kokuların havaya nakış nakış işlediği bir yerdi burası. Yüzümü nereye çevirsem görebileceğim birden fazla güneş vardı ancak kavurucu rüzgâr toprağı havalandırdığı için her daim sis bürürdü etrafı. Burasi Saîr'di. Şeytan'ın kendine has yuvası... Her bir köşesinde kendi izi vardı. Tıpkı bir zamanlar kendi izini hiç çekinmeden benim üzerime bıraktığı gibi. Gözümün etrafındaki kırmızı hale onun en büyük eseriydi üzerimde.
Adımlarım çorak toprakları arşınlarken karşımda ip gibi dizilen beyaz saçlı, benden çok daha küçük yaş aralığına sahip insan melezi karabasanlara dikkatle baktım. Korku, hepsinin gözlerindeki hâkim olan tek duyguydu. Elimde olmadan gülümsedim. Korku krallığımın tahtı, ruhunu her an ayak ucuma salıverecek bu çocukların korkularıyla baştan aşağı bir kez daha yıkanmıştı. Ellerimi belimin arkasında birbirine bağlayıp çenemi hafifçe dikleştirerek bir komutan edasıyla karşılarında durdum.
"Hepiniz burada neden bulunduğunuzu biliyordunuz, değil mi?"
Beni başlarını sallayarak onayladıklarında rahat bir nefes aldım. "Hepimiz, karabasan soyunun en zayıf halkalarıyız. Soyumuzun bir kısmı insandan geldiği için zayıfız. Bu yüzden sizin diğerlerinden çok daha fazla çalışmanız ve kendinizi geliştirmeniz gerek.Kendinizi keşfetmeniz gerek."
İçlerinden birisi, gözlerindeki korkuyu asla saklayamayan bir çocuk, öne çıkarak ilk soruyu sordu: "Bunu nasıl yapacağız? Kardeşin de bunu söyledi ama nasıl yapacağımızı söylemedi. Bizi hep karanlıkta bırakıyorsunuz."
Başımı usulca yana eğip "Önce kendinizi kabulleneceksiniz. Zayıf halka olduğunuzu iliklerinize kadar kabul edeceksiniz. Kardeşleriniz, girdiğiniz bir kavgada sizin zayıflığınız yüzünden ölebilir. Bunun sorumluluğunu almak istiyor musunuz?"
Hepsi sanki anlaşmış gibi başını iki yana sallayınca soruyu soran çocuğu işaret ettim. "Sen, ismin ne?"
"Kevin."
Gülümseyerek onu elimle yanıma doğru çağırdım. Gözleri elim ve yüzüm arasında gidip gelirken yine de ilk adımını attı. Kevin bana dikkatle bakıyor, yüzümdeki yaraları çözmeye çalışıyordu. Belimdeki bıçakları kabzasından çıkarmadan elime alıp biraz daha gülümsedim. "Boşuna bakma. Çözmen zaman alır," demiştim ona doğru bir adım yaklaşırken. "Duruşunu al."
Hemen dediğimi yapıp duruşunu değiştirdi ve kavga pozisyonunu aldı. Adımları sağlam değildi. Bıçakları indirip yanına iyice yaklaştım ve etrafında sessizce dönmeye başladım. Arkasına geçtiğimde hiç beklemediği bir anda diz kapağının ardına sertçe vurdum. Tüm dengesini kaybedip yere kapaklanması saniyelerini bulmuştu.
"Bir karabasanla değil, düşmanınla dövüşüyormuş gibi düşün. Şu saniye ölmüştün."
Yerden elleriyle destek alıp kalkmaya çalıştığında sağ bileğine çelme taktım ve yeniden yere düştü. "Sen insan kökenli bir karabasansın Kevin. Değil efsuncular, diğer savaşçılardan bile daha zayıfsın ve bunu sadece onlardan on kat daha fazla pratik yaparak düzeltebilirsin. Tabii eğer o kadar şanslıysan."
Geri çekilip bıçakları yeniden kemerime takarak hepsini Kevin'in etrafına çağırdım. "Herkes toplansın, potansiyelinizi ölçmem gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters 8
FantasyHalka oluşturan sekiz kız şarkı mırıldanarak ateşin etrafında dönüyordu. Sis etraflarını sararken dolunay ve ateş etrafı aydınlatıyordu. Kızların üzerindeki beyaz elbise, her birine ilahi bir hava katıyordu. Başlarına taktıklarını papatyadan taç, ma...