Üçüncü NüshaBen küçükken, ılık bir bahar ayında Hindistan'a gitmişiz. Ailem ondan sonra bir daha yurt dışına hiç çıkmadı. Pek tabii ben de. Yurt dışı gezisi olarak neden böyle bir ülke seçtiler, üç çocukla konaklamak ve seyahat etmek nasıldı ve ne kadar zordu gibi birçok şeyi merak ettim büyürken. Kötü tarafı ise ben bu gezi hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum. Dedim ya, ben küçükken...
Ne bir buda heykelini ne sokakta dolanan herhangi bir ineği ne de Tac Mahal'i... hiç ama hiçbir şeyi hatırlamıyorum.
Nihayetinde bir gün anneme neden Hindistan'ı seçtiklerini sorduğumu hatırlıyorum. Ocağın altını yakarken düz bir ifadeyle yanıtlamıştı beni, "Tac Mahal'i görmek istemiştim." diye. Tac Mahal'in günün her vaktinde farklı renge bürünmesi ve ardındaki aşk hikayesi genç annemi pek etkilemiş. Ben doğduktan, üç ayımı doldurduktan hemen sonra annem Hindistan'a gitmek için yırtınmış tabiri caizse.
Tac Mahal'in ardındaki hikayeyi herkes az çok biliyordur; dönemin hükümdarı Şah Cihan'ın eşi doğum sırasında ölünce adam yıkılıyor ve en büyük aşkının uğruna bu görkemli yapıyı yaptırıyor. Söylenenlere göre yapımında yirmi bin işçi çalışmış.
Geçen akşam annemi görmeye gittim. Vitrinde duran fotoğrafımızı gördüğümde Hindistan hakkında düşünür oldum tekrar. Ben Hindistan'a dair hiçbir şey hatırlamıyorum ama vitrinde, ahşap bir çerçeve içinde duran fotoğraf bana orada olduğumu söylüyor. Tac Mahal'in önünde ailecek çekilmiş bir fotoğrafımız var; ben annemin kucağına uyuyorum. Ablalarım saçları başları dağılmış bir halde surat asarken annemle babam aşırı derecede mutlular. Harika bir açıyla çekilmiş. Fotoğrafı çeken Amerikalı başka bir turist. Ardından, ergenligimde insanların en büyük aşkları için böyle yapılar yaptırmaları beni şaşırtmaya başladı. Annemi de çok şaşırtmış olacak ki yurt dışı gezisi için böyle bir yer seçmiş. Ve annem, şansı olsaydı kralın eşi Ametis için yapılmış olan Babil'in Asma Bahçeleri'ne de giderdi. Adımın Jongin olduğu kadar eminim buna.
Wing Jin de Mısır'a gitmek istediğinden bahsetmişti. Nefertiti'den ve kayıp mezarından. Annemi görmeye gittiğim akşam internet üzerinden biletlere ve konaklama yerlerine baktım. Öylesine. Fakat bir şekilde buralardan gitme isteğiyle doldum. Mısır piramitleri hakkında birkaç belgesel izledim tekrar ve tekrar. Biraz yazı okudum. Merakla dolmanız kaçınılmaz bir durum. En başında piramitler hakkında üretilen teoriler geliyor. Bir forumda uzaylılar tarafından yapıldığını iddia eden bir manyak vardı. Amma laf doğrusu!
Ve bilmece kitaplarını buruşmuş bir çift ele uzattığım bu akşamda da 4.48 gözlükleri üzerinden bana bakarken bu teoriler hakkında düşünüyorum. Norma operasının başlamasına yarım saat var. Kantin tıklım tıklım. Deli bir yaz akşamı sıcağı. Arada esen rüzgar bile insanı yakıyor. 4.48 hâlâ bana bakıyor. Bir şey demiyor. İçeri girdiğimde onu bir bez yardımıyla bardakları kurularken yakalıyorum. Dahası bardaklar zaten kuru.
Bu akşam biraz garip hissediyorum. İçim içime sığmıyor gibi. Kyungsoo'yu bana yıllar gibi gelen birkaç günün ardından tekrar görecek olmanın verdiği garip bir his bu. Aynı zamanda yorgunum. Oyun hakkında sürekli düşünüyorum. İlerlemek çok zor. İlham perilerim bir yerlerde kayıp. Bardağı kurulamayı bırakıp elimden bilmece kitaplarını alan 4.48 de durumumu fark etmiş sanki. Bakışları daha az baskılayıcı. Ama onunla ilk tanışmamızdaki huysuzluğumun çok benzeri şu an onda da var. Belki kalabalık ortamlar onu geriyordur ya da eklem ağrıları tutmuştur. Hiçbiri değilse de yaşlılık başlı başına bir huysuzluk nedeni değil mi zaten?
(Bir ara.)
"Defter ya da takvim yaprağı. Bilmecenin cevabı."
"Neden bu kadar uzun sürdü?" diyor 4.48. Bilmece kitaplarını aldıktan sonra ağır ağır içlerini karıştırıyor.