"Cumartesi günü kardeşinin geleceğini söylemişler. Gün saymış. Beklemiş. Hem de çok beklemiş, sabırsızlıkla beklemiş. Kimse gelmemiş cumartesi günü. O gün başka bir cinnet daha geçirip bahçe kapısına dehşet bir hızla koşmuş. Kafasını demirlere çarpmış... Üç dikiş sanırım... evet üç dikiş atmışlar. Deli işte. Delirmiş..."...
"Buradan nereye?"
"Pluto'ya."
Bana bakışını hatırladım. Kaşları kalkık. Barlar sokağının tam ortasında, ayrılmadan hemen önce. Aslında onunla gitmek istedim. Çılgınlar gibi istedim. Burda Faye'nin delirmiş birini anlatması, onun bu sokağa çok yakın bir yerlerde belki uzanıyor belki oturuyor olduğunu bilmemin alevini söndürmüyor. Onunla gitmek istedim. Bana bakışını hatırlıyorum. Sonra nedenini anlıyorum. Pluto bir gay bar. Bunu, kapıda bekleyen izbandut gibi iki heriften birine Faye'yi sorduğumda öğreniyorum. İçerisi korkunç bir müzik sesiyle çalkalanıyor. Birbirine sürtünen bedenler, öpüşenler, çılgınca dans edenler... Yerden yüksek kaidelerin üstünde, tüm renklerin bir arada olduğu disko ışıklarının altında sadece iç çamaşırlarıyla dans eden erkekler dahi görüyorum. İki kez birileri beni elliyor. Fena irkiliyorum. Belki bilerek belki yanlışlıkla. Birkaç beden bana sürtünüyor, omuz atıyor veya çok uzaklardan beni gözüne kestiren bazı hemcinslerimin bakışlarıyla taciz ediliyorum. Sonra Faye'yi beş kişilik bir grubun içinde buluyorum. Ben gelince daha sessiz bir yere geçiyoruz. Daha sohbete müsait bir yere. Beni Nana adında trans bir kadınla tanıştırıyor. Sanırım birkaç kez bahsetmişti ondan. En yakın arkadaşı. Grupta çok genç bir kız var. Yirmi bir yaşında. Trans. Yontulmamış, kafası karışık. Adı Lisa. Saçları sarı. Lisa adında birisi hep sarı saçlı olur zaten. Lisa adındaki birinin hep sarı saçlı olmasını beklerim ben. Gerçi gerçek adı değil ama... ne fark eder? O da böyle düşündüğünden kendine Lisa dedi belki de. Ya da önce adını seçti, sonra saçlarını boyadı. Ne fark eder? Grubun en genci olan gay çocukla arası da pek iyi. El ele tutuşuyorlar zaman zaman. Çocuğun adını müzik sesinden dolayı duyamadım. Duymuş gibi yaptım. Bu, sessiz bir yere geçmeden hemen önceydi. Tekrar sorma gereği de duymadım. Onları bir daha göreceğimi sanmıyorum. Gruptaki diğer eleman geldiğimden beri ağzını açmadı. El salladı bana sadece. Arada kafasını masaya gömüp dakikalarca öyle duruyor. Çok mutsuz. Ara ara gözleri doluyor, sonra toparlıyor. Biraz kendime benzettim onu. Karşılık bulamayan sevgiyi gerçekten hissettiğim ilk zamanlarıma. Derdi ne bilmiyorum. Adına dair hiçbir fikrim yok.
...
"Dikkatli ol o zaman. İyi geceler Jongin."
Bana bakışını hatırlıyorum. Biraz kafası karışmış gibi. Muhakkak o bile bu bara gelmemiştir. Bir ilk. Kendim için. Onunla eve gitmeyi çok isterdim. Odasına girmeyi. Mutfağında birlikte bir şeyler hazırlamayı veya oturup film izlemeyi. Klişe ilişki davranışları işte... Ama burada Faye'yi dinliyorum ben. Neden burada olduğumu, buraya neden çağrıldığımı bile bilmiyorum. Kafedeyken Kyungsoo'dan uzaklaşmak istedim. Ama sonra her şey değişti. Sarılmak, boynuna öpücükler kondurmak, sıkı sıkı ve daha sıkı sarılmak, dudaklarından öpmek istedim. Arkasından baktım, sigarasını çıkarıp yakışını, kulaklığını tekrar takışını seyrettim. Gözden kayboldu. En son ne zaman testesteron aldı merak ettim. Bu düşünceden tahrik oldum. Saniyeler içerisinde onu özledim ve Wing Jin'i düşündüm. Sonra yalnız kaldım. Beş dakika kadar sürdü, yeniden buldum birilerini, bakıştık uzunca bir süre. Yanaklarımda Faye'nin kırmızı ruju...
"Şuradaki herif, geldiğinden beri senin oğlanı kesiyor."
Nana kaşlarıyla arkamda bir yeri işaret ediyor. Önce anlamıyorum, Faye kontrol etmek ister gibi dönüp bakıyor.