Bir gömlek, bir pantolonsaat beş
otobüse binmek için evden ayrılıyorum
bu kez güvenliğe selam vermek gibi bir hata yapmıyorum
keyfim yerinde
yaz akşamlarına özgü olan o koku yol boyunca takip ediyor beni
beş dakikayı otobüsü bekleme süresine veriyorum
yirmi dakikayı da yola
on dakikayı yürüyüşe
yirmi beş dakikayı ise Han nehri kenarında beklemeye.
Saat altıya doğru üstümü başımı, Wing Jin'in her an bir yerden görünme ihtimaline karşı düzeltiyorum. Ne giyeceğime karar vermek pek bir güçtü. Sanırım hazırlanmak bir saatimi aldı. Belki daha fazla. Olabildiğince şık giyindim. Saçlarımı bile yaptım. Yandan ayırdım, arkaya doğru taradım. Chanyeol gülerek baktı bana, "Marlon Brando yanında halt etmiş." dedi.
Bu beni tatmin etti.Uzun bir süre nehri seyre daldım. Bu on dakikamı almış olabilir. Jin'in beni bulamama ihtimaline karşı telefonumu kontrol ediyorum. Beklemenin stresli mi yoksa heyecanlı mı olduğuna karar veremiyorum.
Bir süre de insanları seyre daldım. Bu yirmi dakika kadar çaldı benden. Altı buçuk olduğunda insanlar arasında onu buldu gözlerim.
Jin, yol boyunca ilerlerken onun da beni bulması zor olmuyor
gözlerimiz çarpışınca gülümsediğini görebiliyorum
üzerinde desenli vintage bir gömlek
kolları dökümlü
şekilli belini saran mini bir kot eteğin içine sıkıştırılmış.
O an beynimden vurulmuşa dönüyorum. Bu görüntünün hayatımın hiçbir anında tezahür edeceğini tahmin edemezdim. Ona doğru aksak bir iki adım atıyorum, bembeyaz bacaklarının kıvrımlarına bakıyorum. Siyah saçları omuzlarından aşağı salınıyor. Yanımda durduğunda selam veriyor. Dilim tutuluyor kısa bir süre, öylece bakıyorum.
"Çok güzel olmuşsun." diyebilmeye on üç saniyemi verdim.
Gülümsüyor. "Sen daha güzel olmuşsun." diyor. "Gömleğine bayıldım."
"Teşekkür ederim."
Bir süre öylece dikiliyoruz. Ben durumun gerçekliğini kavramaya uğraşıyorum.
Sağ omzunda bez bir çanta taşıyor. İçinde ne var merak ediyorum. Bir de küçük bir telefon çantası var. Sanırım elde bir şey taşımak pek ona göre değil. Her şeyi tertipli, düzenli.
"O zaman yürüyelim mi?" diye soruyorum. Kafa sallıyor. Güneş batmak üzere. Binaların arkasına geçmiş güneşin son ışıkları göz acıtıyor. Jin, bir güneş gözlüğü çıkarıyor, takıyor. Harika görünüyor. İnsanların bize baktığını fark ediyorum. Daha doğrusu Jin'e. Sanırım yanımda bu kadar havalı bir kadınla yürüyeceğim masamın başında binlerce kurgu düşünsem dahi aklıma gelmezdi. Gerçi... Faye de oldukça havalı bir kadın. Peki ben ne zaman bu kadar özgüvensiz oldum?
"Aç mısın?" diye soruyorum nehrin akış yönü boyunca ilerlerken. "Pek sayılmaz." diyor bana bakmadan. "Biraz geceye doğru yemek yiyorum ben ama sen açsan..."
"Hayır, ben de aç değilim. O zaman, ben sinemaya gidebiliriz diye düşünmüştüm."
"Hah, ben de seninle onu konuşacaktım." koluma dokunarak durduruyor beni. "Daha iyi bir fikrim var." diyor geniş geniş gülümserken. Kaşımı kaldırarak bakıyorum, heyecanlanıyorum.