Nereden başlıyorum?Festival ayının ilk oyunu için serin ama yapış yapış bir bahar ayı akşamı, akşam yemeğinden sonra yola çıktığımız vakit Kyungsoo çoktan bizi orda beklemekteymiş. Bizi aradığında sesi sakin bir tınıda, aramasının nedeninin konumumuzu öğrenmekten çok yalnız beklemek istemediğini söylüyor gibiydi. Beklemedi. O dakikalarda bizimkileri resmen yaka paça güzel kokulu yemeklerinin başından kaldırdım ve arabaya bindirdim. Chanyeol otomatik vites arabasını sürerken ben arka koltukta yol aldım, şehri izledim, Chanyeol'un rap şarkılarını dinledim. Kırmızı ışıklarda çok bekledik. Bozulmuş hepsi.
Baekhyun şık görünüyordu. Kolları transparan olan siyah bir gömlek vardı üzerinde. Şifon gömleğin bileklerindeki işlemeler göz alıyordu. Arka koltuktan, şehrin ışıkları ne zaman o işlemelere yansıyıp göz tahrip edecek bir parlaklık yaysa elimde olmadan oraya bakakalıyordum. Bazen böyle feminen giyineceği tutuyor Baek'in. Bunu dışardan dile getirsem kesin bana, bu işin femineni masküleni mi var, diye kızarlar şu önümde oturan ikisi. Ama bence öyle... var yani var. İlla ki vardır, ayrılır bir şekilde birbirinden.
Neyse, gömlek Baekhyun'un üzerinde çok iyi duruyor. Böyle çıksa defilede bile yürür, hiç sırıtmaz. Chanyeol yine resmi giyinmiş; üzerinde ona tam oturan bir gömlek ve beraberinde bir ceket ama altı kot pantolon. Bu resmilik hep bacaklara kadar sürüyor, daha tamamen resmi olamadı. İş adamı değilim ben der, iş adamları bir garip duruyorlar. Kasıntı gibi, gerginler hep. Sabah dokuz akşam altı, ondan herhalde. Beşte çıkar bizim Chanyeol işten. Bazen daha erken hatta, kafasına göre.
Ben ise çöktüm dolabın başına bekliyorum. Bu sefer bir kot bir tişört geçirip gidemedim. Hoşlandığı çocuğa şık görünmek isteyen bir liseli kızın telaşı üzerimde. Sabah okula saçlarını düzleştirip gidebilsin diye erken kalkmış gibi bir şey. O telaşın çok benzeri. Dayanamadım alt kattan Baekhyun'u çağırdım. Karıştırdı dolabımı iyice, arkalardan bir yerden bir şey buldu, bana bir takım giydirdi. Beyaz, ince ve güçsüz dikey çizgileri olan siyah bir takım, içine de siyah bir tişört. Bu tam senlik oldu, dedi. Sonra ekledi, "Ne zamandan beri takım alıyorsun sen?"
Üzerimdeki paçavraların nerden geldiğini anlamaya çabalarken vakti zamanında annemin, kenarda dursun al, diye verdiği bir takım olabileceğini düşündüm. Zaten pantolonu biraz bol ve uzundu, babamın filan mıydı acaba zamanında? Ya da amcamın?.. paçalarını kıvırdı Baekhyun. Bir de kemer oturttu belime. Çok iyi görünüyorsun diye yakarırken ellerini saçlarıma götürdü, dokundurtmadım.
"Seni her zaman böyle görmüyoruz, biraz şöyle giyinsen aslında..." demişti imalı imalı. Bir şey demedim. Tekrar bir meyil etti saçlarıma dokunmaya, dokundurtmadım ve öylece yataktan kalkmış gibi gittim. Şans işte, yemekte üzerime yağ sıçradı. Aksilikler dünyası bu ya, Kim Jongin bu akşam özgüvenli hissediyor diyerek bir tokat çarptı yüzüme. Şakam yok, heyecanlı olmasam, günlerdir bu günü hayal edip uyuyamamış olmasam kalkıp giderdim. Şimdi sorar zaten insan bu ne şıklık diye? Şöyle ki Baek ve Chan çifti kesinlikle loca kısmında hâlâ cebinde köstekli saat taşıyan erkeklerin ve kürk giyen kadınların arasında sırıtmamak için bunu yaparken ben bir ilk olarak bu şık paçavraları giyiniyordum çünkü hep söylediğim gibi aşık olmuştum. Malûmunuz. Aşk diye bir şey yoktur yalanına inandırıldığım geceden beri tam olarak aşıktım.
Yol boyunca acaba Kyungsoo beni beğenir mi diye düşünmekten içim içimi yedi bitirdi. Yolda gördüğüm tüm sokak lambaları güldüler bana. Aralarında bir dalga bir dalga ki sormayın!
Acaba Kyungsoo ne giymiştir? diye düşünüyorum içimden. O da benim gibi heyecanlı mıdır? Daha doğrusu beni görünce heyecanlanır mı o da?.. Umuyorum ki hisseder içinde bir yerlerde iyi ya da kötü. Hiç telaşı yok ama. Olur da göremezse bu kadar festival oyununu, oturur evinde.