"Kyungsoo."Başını telefonundan, bana baktığında kirpikleri göz bebeklerini örtecek kadar kaldırıyor.
"Efendim Jongin?" diyor.
Yaklaşık yarım saat kadar telefonunda birisiyle mesajlaşırken put gibi oturarak gözlerimi ayırmadan onu izledim. Arada karşıdakinden gelecek mesajı beklerken tırnak diplerindeki kalkmış derileri ısırıyordu. Onu izlediğimi fark etti büyük ihtimalle ama ses etmedi. Ya da umursamadı. Ya da fark etmedi. Bilmiyorum. Üzerinde v yaka siyah bir tişört vardı, teni şimdi mermer kadar beyaz görünüyordu.
"Festival oyunlarına bilet aldın mı?" dedim sade bir gülümsemeyle. Bir an için dikleşti. Telefonun kilit tuşuna basarken, "Sadece iki oyuna biletim var." dedi ve ardından telefonunu masanın üzerine bırakıp tekrar omuzlarını düşürdü. İçimden sinsi sinsi gülüyorum o dakika. Önünde duran kağıt bardaktaki kahveye uzanıyor, soğumuş. Aldığı yudumun yüzündeki tesirinden belli.
Büyük sahnenin kantini bugün pek bir doluydu. Festival zamanının yaklaşıyor olmasına ve yapılacak bir yığın işin olmasına rağmen buraya kursa gelen ergen bir çocuk topluluğundan amatör oyuncu topluluğuna, temizlik görevlilerinden ışık-ses ekibine kadar herkes buradaydı. Nedenini bilmiyorum, herhalde hepsi aynı anda kaytarıyor. Hepsi aynı anda sıkıldı ve bir şeyler içmek istedi. Gerçi bizim de pek bir farkımız yok. Biz de onlardanız. Aman Chanyeol'un kulağına gitmesin.
"Yu Jin ile ikimize aldım." geriniyor, "Bir de fiyatlar ön taraflarda artış gösteriyor. Çile resmen."
Chanyeol'u biletlerin fiyatlarına karar verirken hayal ettim bir an için. Zevkli bir iş gibiydi.
"Arkalardan mı?" diye sordum.
"Sayılır."
"Diğerleri?"
"Daha siteye giriş yapamadan tükenmiş." hâlâ gerinmeye devam ediyor, "Zaten bir tanesini görmek istiyordum, diğerini de Yu Jin görmek istedi."
Kafa sallıyorum. Ancak durumun beklediğim gibi gelişmemesi beni afallatıyor. Bendeniz, Kyungsoo'nun, tiyatro oyunlarından tutun da operalara kadar her gösteriyi görmek için can atacağını varsayıyordum. Hepsi için deli olacağını ve hepsini görmek için canını bile verecek duruma geleceğini bu yüzden de kahramanı olacağımı. Ama şimdi, ağzından çıkan laflar bana sadece bir tanesini görmek istediğini söylüyor. Açıkça şaşırıyor ve afallıyorum. Arada sırada hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde vuruyor beni. Ben ondan A'yı beklerken o bana B'yi veriyor. Kafam karışıyor. Böyle zamanlarda kapalı bir kutu olduğunu içinde de bir labirent olduğunu düşünüyorum ve bu beni ürkütüyor. Ne kadar ileriye gidersem gideyim onu hiçbir zaman tam olarak tanıyamamış olmanın ve belki de hiç tanıyamayacak olmanın korkusunu yaşıyorum. Ama bu durumda bile öyle kuvvetli bir çekim gücü var ki herifin, kendimi sürekli rüzgarına kapılmamak için sıkı sıkı tutmam gerekiyor. Eğer aksi olursa ondan çok uzaklaşacakmışım gibi. İçime dert oluyor. Tam olarak onu mutlu edecek kişi kim, bugün nerededir yarın ne yapıyordur bilemiyorum. Yu Jin olduğunu hiç sanmıyorum. Hiç ama hiç. Bazen de her ne kadar kendi kuruntuma versem dahi Yu Jin'i bile tam anlamıyla sevdiğine inanamıyorum. İnsanları sadece vakit geçirme aracı olarak kullanacak kadar yüce bir varlık kalıbına koyuyorum onu. Bana o kadar uzak ki aynı şekilde başka herkese de çok uzak olduğunu düşünüyorum. Hatta bazen onun bile kendinden ne istediğini bildiğini sanmıyorum.
Kimsin sen?Kendine gel diye bağırmak geliyor içimden sürekli. Beni gör diyebilmek. Beni gör. Seni tanımak istiyorum, demek. Annemin yüzünü tanıdığım gibi tanımak. Bu yürek acısıyla, yapabilseydim eğer, bütün hıncımı çıkaracak şekilde onu sarsmak isterdim.