Faye.Kahkahası tüm kafeyi zelzeleye veriyor. Başından beri ona kınayıcı bakışlar atan garson bizi kovmak için yer arıyor, oturan müşterilerin de durumu pek farklı değil. Çünkü o bir trans. Erkekten kadına döndüğü çok belli olan bir trans. Kyungsoo gibi değil. Ona çok yakışan sarı bukleli saçları, zarifliği dışında da geride bıraktığı şeyler hâlâ bir yerlerde kendisini göstermekte.
Peki ya ben? Burda onunla olmaktan utanıyor muyum?
Belki.Olanlardan sonra ertesi gece gidip onu yine pastanenin arka sokağında aradım ancak bulamadım. Oradaki sözde kadınlardan bir tanesine sordum, Faye'nin izin günüymüş. İnsanın kendi işinde kendisine istediği zaman izin vermesi nasıl bir şeydir diye düşündüm bir de. Neyse ki sözde kadın o kadar ısrarlarıma karşın bana numarasını vermekte razı oldu çünkü kadına her seferinde müşteri kaybettirmeye başlamıştım. Duran her araba yanında beni görünce yoluna devam ediyordu. Neyse ki kafama çanta veya topuklu ayakkabı yemeden telefon numarasını almayı başarmıştım. Faye'ye ise oturup konuşmamız gerektiğini, ölüm kalım meselesi olduğunu söyledim. Yarın benimle buluşacağını söylemişti.
Nihayetinde oturuyoruz. Vakit öğle vakti, Faye yine güzel görünüyor. Elinde sigarası, dediğim şeye kahkahalar atıyor. Bense kendimi önümdeki fincanda boğmak istiyorum. Diyorum Faye'ye, ben bir sersemim; diyor ki sen aslında derin sularda yüzen bir aşıksın.
"Gülme. Bana yardım edecek misin onu söyle." diyorum umutsuzca. Biraz da yalvarıyorum aslında. Sigarasından bir nefes daha çekiyor küçük kahkahaları arasında, kırmızı ruju sigaranın beyaz ucunu boyuyor. "Bilmiyorum." diyor. Beni şöyle bir süzüyor. "Bir dahaki görüşmemizin yine bir seks için olmasını dilerdim aslında. O işi daha iyi yapıyorum şekerim."
"İstersen para da veririm."
"İstediğin her şekilde sevişebilirim ama benden bir flört olmamı istiyorsun. Belki de bir sevgili. Bense aşk yok diyorum, unuttun mu?"
"Girme şu zırvalıklara Faye, lütfen." diyorum yine çaresizce. Garson kül tablasını boşaltmaya geliyor o arada. Konuşmamıza ara veriyoruz. Göz ucuyla da Faye'ye şöyle kınayıcı kınayıcı bakıyor yine. Bakmaması gerektiğini biliyor ama yapamıyor. Ben ise boş olarak geri gelen kül tablasından sonra Faye'nin tekrar konuşmasını bekliyorum. Beklerken içeriyle dışarıyı ayıran camlı bölmede yansımamı görüyorum. Şişmiş gözler, uzadıkça modelini kaybetmeye başlamış saçlar ve iyice yaza doğru yaklaşmamıza rağmen giymekte ısrarcı olduğum kazaklardan bir tanesi.
"Aslında Kyungsoo ile iyi anlaşırız gibi geliyor. Ne de olsa o benim istediğim cinsiyetten, ben de onun istediği cinsiyetten vazgeçmişim. Belki de Tanrı bizi birbirimizin bedenlerine koymalıydı." gülüyor yine ufak bir kahkahayla. Eğlendiriyor sanırım bu durum onu. Ancak benim derdim başka, ben hiç mi hiç eğlenmiyorum. Şu hayatta insanın gönül derdine düşmesinden daha acı verici bir şey yok sanırım. Göz deviriyorum bu yüzden açıkça, Faye de görüyor bunu. Anlıyor derdimin çok büyük olduğunu, gittikçe elime yüzüme bulaştırdığımı, bu yüzden konuşmaya hazırlanıyor, yeni bir sigara yakıyor:
"Bak Jongin. Seninle açık konuşalım şekerim. Birincisi, beni bu iş için kullandığın her seferde ödeme alırım. İkincisi umutsuz vakanın tekisin, bunu bil. Kyungsoo zaten kendini erkek gibi hissedip kadınlardan hoşlandığını farkına varmış. Umut et ki bu seninki sadece bir ilgiden ibaret olsun. Çünkü hiç şansın yok."
Kalbimi kırıyordu. Fena hâlde.
Önümdeki fincandan bir yudum alıyorum; soğumuş. Faye sonuna kadar haklıydı ancak bende bu gerçekleri kaldırabilecek direnç yoktu çünkü zaten hissettiğim karşılıksız ve farkındalığı yaşanmayan sevgi kalbimi kırmış, belimi bükmüştü. Tüm mutsuz sonla biten aşk filmlerini düşünüyorum, benimkine bir yönetmen gerek.