Hey! 1 ayın sonunda geri dönebildik. Belki de daha fazla. Bu bölüm biraz duygusal oldu, sanırız ki her yazar ruh halini yazılarına yansıtır. Bölümün fazla güzel olmadığının farkındayız, desteklerinizle toparlanacağız.
Sizden çok, çok özür dileriz. Bizi bırakmadığınız için çok mutluyuz. Her şey sizin sayenizde. Size layık bir bölüm olmasa da çok beklediniz, gerçekten minnettarız, zor zamanlar geçirdik iki yazar olarak da. İlerki bölümleri size layık olarak yazmaya çalışacağız, hikayenin mizah ve eğlenceli kısımlarını ağırlıklı yazacağız. Keyifli okumalar..
Barkın parkın girişinde bir kaç saniye boyunca bana öylece baktı. Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da sanki buna izin vermiyor gibiydi. Yanıma geldiğinde sırıttı, ama hafiften sinirli gibiydi. "Bana neden böyle davrandığını anlatacak mısın? Sevgilim." Son kelimeyi üstüne basarak söylediğinde kalbim cızırdadı, yandı adeta.
"Nasıl davranıyormuşum?" Barkın'a açıklamak istemiyordum, ona güvenmek istesem de içim içimi yiyordu işte. "Melisa ile geceniz nasıl geçti?" Sorumdan sonra Barkın'ın yüzü garip bir şekil aldı. "Ne demek istiyorsun sen?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. İçimde büyük, çok büyük bir korku vardı. "Melisa yattığınızı söyledi. Ben..inanmak istemedim ama.." Barkın sinirlenmeye başladığını ilk olarak ses tonu olarak belli etmeye başladı.
"Ama ne, Miray? Ama ne? Sonuçta inanmışsın bunun aması mı var?" Etrafta yürümeye başladı. Başını iki elinin arasına almıştı. "Sana inanmıyorum. Seni aldattığımı nasıl düşünürsün?!" Bir anda haksız duruma düştüğümü fark ettim. O bunu yapmamıştı. Yapmamıştı!
"Özür dilerim Barkın. Ama-"
"Artık ama, kelimesini duymak istemiyorum Miray anladın mı? Gerçekten, gerçekten alkış sana. Kocaman alkış. Öküz Barkın'ının artık yok. Ve bir erkeğin gururunu incitirsen, bir daha asla toparlayamazsın. Aklında bulunsun." Barkın parktan koşarak çıkarken, ayaklarımın beni daha fazla taşıyamadığını fark ederek banka geri oturdum.
***
"Burcu Allah aşkına saçmalama. Rüzgar'ın kapısına gül koyarsam beni affeder de ne demek? Kız mı bu? Ayrıca bu o kadar kolay affedilmez. Affedilseydi ben..."
"Sen? Yoksa Barkın ile küs müsünüz?" Dedi büyük bir heyecanla. Gözlerinde hafif mutlu olmuş bir tavırla, yapmacık bir üzüntü gördüm. Gerçekten sevinmiş olamaz, öyle değil mi? Saçımdaki bukleyi kulağımın arkasına iterek pis pis ona baktım.
"Konumuz Rüzgar." Oturduğumuz cafe oldukça sosyetikti. Bu tür yerlere nadiren gelirdik, genelde gittiğimiz belirli mekanlar vardı hep. Masamız tam karşı kapıya bakıyordu. Bu cafe, Barkın'ın en sevdiği yerdi. İçim acıyordu. Çocuğa resmen hakaret etmiştim, ona güvenmemiştim. Gururunu incitmiştim. Son söylediği sözler ise kalbimi delip geçmişti. Koskoca bir cam parçası gibiydi ve hala kalbimin içinde duruyordu. Onu çıkarıp iyileştirebilecek tek insan Barkın'dı. Ama o artık yoktu, Artık öküzüm yoktu, bana uyuyan orangutan diyen Barkın yoktu. Bezelye Kafalım yoktu. Bitmişti. Onu, sonsuza dek kaybetmiştim. Hem de iftiracı bir sürtük yüzünden.
Oturduğum masadan sertçe kalktım. "Burcu akşam konuşuruz. Rüzgar'a mesaj atmayı dene." Bir söz söylemesine fırsat vermeden cafeden çıktım. Lapa lapa yağan kar siyah, annemin örmüş olduğu boyunluğu ve onun takımı olan siyah bereyi beyazla buluşturuyordu. Eve gitmek için acele eden insanlar, kar topu oynayan çocuklar, poşetle kaymaya insanlar, onları görmek bana keyif verirdi. Ama şu an değil. Barkın yanımda yokken değil. İnanın bana, en sevdiğiniz insanı kaybettiğiniz zaman etrafınızda ne kadar çok insan olursa olsun yine de kendinizi dünyadaki en yalnız insan gibi hissediyordunuz.
Eve girdiğimde ıslak kıyafetlerimle anneme sarıldım. O, kaybetmek istemediğim tek insandı artık. Onunla iki cümle konuştuktan sonra odama çıkıp pijamalarımı giydim. Yatağımın kenarına sindim. Kilitli çekmecemde sakladığım, asla atmadığım ve tüm düşüncelerimi yazdığım bir defter olurdu. Anahtarla dolabı açıp defteri çıkardım. Baştan sona okumaya başladım. Hayatım, kontrolü elimden olmaksızın değişiyordu. İlk sayfalarda Rüzgar'ı öylesine övüp göklere çıkarırken, son sayfada Barkın ile ne kadar mutlu olduğumu yazmıştım.
Şimdi ise Barkın'ı nasıl kaybettiğimi yazıyordum.
Kesinlikle kendimi nasıl toparlayabileceğim hakkımda en ufak bir fikrim yoktu. Belki de saçlarımı kestirmeliydim. Madem kalbimin kırıklarını alamıyordum, en azından onun yerine saç kırıklarımı alabilirdim.
Her kadının yaptığı gibi.
Barkın'ın Ağzından
Parktan çıktığımda hala şoku üzerimden atamamıştım. Bunca zaman Rüzgar ile mutluluğunu izlediğim kız, bir anda benim oluvermişti. Ve beni terk etmişti. Beni incitmişti. Bana hakaret etmişti belki de, onun gözünde belki de öyle piç bir insandım. Onu aldatacak kadar, onu böylesine severken, böylesine beklerken, başkasıyla izlemişken onu aldattığımı sanmıştı. Dünyadaki en aptal insana bu denli aşık olduğumu bilmiyordum. Eve döndüğümde dolapların üzerine asmış olduğum resimleri alıp bir hışımla çöpe attım. Miray ile çektirdiğimiz saçma sapan fotoğrafları. Ben, gerçekten bunu hak etmemiştim.
Hem de hiç.
Kendime yiyecek bir şeyler ve iki bardak alkol koyduktan sonra, playstation oynamaya karar verdim. Yiyeceklerimin sonuna gelmiş tuşlara sinirle basarken kapı zilini duydum.
Ya o geldiyse?
hayır, o gelmedi.
İç sesimi susturmaya çalışarak kalktım ve kapıyı açtım. Karşımda Rüzgar'ı görünce yine de rahatladım. İçeri girmesini beklemeden salona geri döndüm ve oyuna devam ettim. Rüzgar soğuktan kaskatı kesilmiş ve ısınmaya çalışıyordu. "Tuşlara o kadar sinirli basacak kadar ne yaşadın? O oyun senin her şeyindir hayatta kıyamazsın. Anlat hadi." Gözümü oyundan ayırıp ona baktım. "Şimdi de sen mi? Bir şey olduğu yok."
"Miray'la mı ayrıldınız?" diye sordu, merak dolu bir ifadeyle. Elimdeki aleti sinirle yere fırlatırken, "Evet lanet olası! Ayrıldık." Şimd mutlu olabilirsiniz. Miray belki de beni hiç sevmemişti. Belki Rüzgar'ı unutabilmek için beni kullanmıştı.
"Tamam dostum sakin" dedi ve gülerek yanıma yaklaştı. "Bir maça var mısın?"
Hızlı nefes alış-verişlerimin arasından, "Her zaman, biliyorsun. Her konuda"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocukluk Hislerim
HumorDört yakın çocukluk arkadaşı. Gizlenen aşklar. Karşılıksız sevgiler. Oyunlar, kötülükler. Eğlenceler, en mutlu anlar. Yaşamak ve ölüm arasındaki o ince çizgiler. Bu dört yakın arkadaş, gençliklerinin en güzel zamanlarında bütün bu duyguları tattılar...