Kapının kolunu tuttu ancak kulaklarına gelen, duymaya alışık olmadığı irite edici sesle duraksadı. Kolu bırakıp arkasını döndü. Bembeyaz bir kadın karşısında duruyordu. Su gibi duru saçları dalgalanarak omuzlarından düşüp, yerlere kadar uzanıyordu. Yüz hatları mükemmelin ötesindeydi, yaratılmadan önce yüzlerce kez planlanmış gibiydi. Eğer onu gören bir insan olsaydı çoktan kalbi, güzelliğinin ve zarafetinin karşısında durmuş olurdu. Kadın çıplak ayaklarıyla yerde yürürken hiçbir ses çıkarmıyordu, sanki bir tüy kadar hafifti.
"Anne?" diye sordu isteksizce. Onu hayatında sadece bir kez görmüş olmasına rağmen tanıyordu. 'O kişiden' başkası olamazdı. Meleğe tamamen dönerken devam etti. "Neden buradasın?"
Melek ona daha fazla yaklaşmadan olduğu yerde durakladı. "Nedenini biliyorsun."
Cael, onunla uğraşmak istemiyordu. Bir an önce odasından çıkmak ve yapması gerekenleri işlere başlamak istiyordu. Umutsuzlukla iç çekerek söyledi. "Bilmiyorum."
"O çocuk." Annesinin sesi düzdü, daha fazla üstelemeden konuya girdi. "Ne olduğunu biliyoruz. Bize onu getir."
O çocuk? Azuma'dan bahsediyordu. Cael bunu duymasıyla ciddileşerek hâlâ oldukça uzağında olan annesine doğru sakince bir adım attı. "Kimden bahsettiğini bilmiyorum."
"Biliyorsun." dedi annesi, sesi sakindi. "Onun üzerine mühür bile çizdin. Yapman gereken bu olmamalıydı."
Deinde onlarla da konuşmuştu, değil mi? Yoksa meleklerin asla onun varlığını hissetmemeleri gerekiyordu. O medyum kadını boğma isteği kat kat artarken yutkunarak sert ve kendinden emin bir sesle inkâr etmeye devam etti. "Bilmiyorum."
Annesi bunun üzerine sessizliğe büründü ve boş, iris olmayan gözlerle ona bakmaya devam etti. Aralarındaki sessizlik rahatsız edici bir seviyeye ulaştığında yeniden dudaklarını araladı. "Aydınlık ve karanlık aynı anda yeniden dünyaya düştüğünde, Lychinus da onunla beraber küllerine gömülecek."
Bunu söyledikten sonra hiç orada olmamış gibi birden ortadan kaybolmuştu. Saniyeler önce duruyor olduğu yere yalnızca bembeyaz, parıldayan bir adet tüy düştü. Cael bir süre karşısındaki manzaraya göz kırpmadan baktıktan sonra oraya doğru ilerledi ve eğilerek geniş, uzun tüyü parmaklarının arasına aldı. Bununla beraber kadının sesi yeniden kafasında yankılanmıştı. "Meleklerin ülkesini tehlikeye atmayacağını biliyorum. Onda iyilik olduğu kadar kötülük de var, yok edilmesi gerek. Git, onu bul ve getir. Aksi takdirde kardeşlerin güvende olmayacaklar."
Cael parmaklarının arasındaki muazzam tüyü avcunda buruşturup ezdi, bir süre olduğu yerde öylece kaldı. Tekrar ayağa kalktığında odasının kapısı açılmıştı. Yuna; daha önce hissetmediği bir varlığın geldiğini hissetmesiyle koşarak oraya gelmişti, nefes nefese kalmış bir şekilde odaya daldı, yanakları kızarmıştı. Kapıyı arkasından çarptı ve hemen abisinin başına gitti. "Cael, ne oldu?"
Cael elindeki, kırılmış tüyü ona uzattı. Yuna eğilerek onun uzattığı nesneyi aldıktan sonra ayağa acelesiz bir şekilde kalktı. Cael açıkladı. "Annemiz geldi."
"Ne istiyor?" diye sordu Yuna beklemeden. Abisi tüyü kırdığına göre bu ziyaretin nedeni iyi bir şey olmamalıydı. Gözlerini onunkilerle buluşturdu. Cael bir süre daha boşluğa baktıktan sonra sonunda kardeşine döndü. "Azuma'yı."
Yuna ona bir adım daha yaklaşmıştı, içinde kötü bir his vardı. "Neden?"
"Aydınlık ve karanlık aynı anda yeniden dünyaya düştüğünde, Lychinus da onunla beraber küllerine gömülecek." diye tekrarladı annesinin dediklerini umutsuz bir sesle. Bunu duymasıyla Yuna'nın gözleri kocaman açılmıştı, hemen öne atılarak abisinin suratını avuçlarını içine aldı. "Azuma mı? Öyle bir şey olsa..."
Cael onun sözünü böldü. "Üzerine mühür koydum."
Bununla Yuna susmuştu. Her şey kafasında yerli yerine oturmuştu. Sakin bir sesle sordu. "Ne zaman anladın?"
"İlk gördüğüm andan beri." diye cevapladı Cael yüzünü Yuna'nın ellerinin arasından kurtarırken. Birkaç adım geriye gitti ve sandalyeye oturup başını tuttu. "Kehanetler... Başta bunun için onu saraya getirmek istemiştim ama sonra... Sonra..."
Yuna hemen abisinin başına gitti ve başka bir sandalye daha çekip yanına oturdu. Cael yorgun gözüküyordu, hem de hiç görmediği kadar. Onu tanımasa yaşamaktan bıkmış olduğunu söyleyebilirdi. Abisinin devam etmemesiyle kendisi konuştu. "Ona âşıksın."
Cael kısa bir süreliğine Yuna'yla göz göze gelmişti. Yuna hemen devam etti, hızlı konuşuyordu, sinirlenmiş bir hâli vardı. "Onu meleklere vermene gerek yok. Birkaç medyum birkaç yüzyıl önce saçma sapan kehanetlerde bulundu diye söyledikleri gerçek çıkacak değil ve..."
"Yuna." Cael onu durdurdu. "Eğer onu getirmezsem sizi öldürecekler."
Bunu o kadar sakin bir sesle söylemişti ki sakinliği normal bir insanın kanını dondurmaya yeterdi. Yuna'nın dudakları aralandı ve şaşkınlıkla, inanamayan bir şekilde ona bakmaya başladı. Cael devam etti. "Böyle bir şeye izin veremem."
Yuna'nın kendini toparlaması zamanını almıştı. Abisinin ilk kez kardeşleri dışında birine değer verdiğini görüyordu ve melekler bunu ondan öylece, değersiz bir şeymiş gibi, alacak mıydı? Onlar için değersiz olabilirdi ama bu, onun için en az abisi için olduğu kadar değerliydi. Meleklerin böyle bir şey yapmasına izin vermesinin imkânı yoktu. Sinirle ayağa fırladı, sesi yüksekti. "Böyle bir şeyi yapamazlar! Melek onlar, blöf yapıyorlardır. Hem biz yeterince güçlüyüz..."
"Yuna." Cael onu yeniden durdurmuştu. Sesinden bir an önce her şeyin bitmesini istediği belliydi. Sanki mezarına girmeye hazırlanan bir adam gibiydi. "Melekler ne zamandan beri blöf yapıyor?"
Yuna söylediklerinin anlamsız olduğunu biliyordu ama o; aşka inanan biriydi ve aşk başkalarının öyle kolayca çalabileceği bir şey olmamalıydı, olamazdı. Sonunda dudaklarını kapatıp kendine çeki düzen verdi fakat kaşları hâlâ çatıktı. Yutkunduktan sonra konuştu. "Gidecek misin?"
Cael'in cevap vermesi uzun sürmüştü. "... Sadece onu görmek istiyorum."
-
Azuma genelde toplandıkları odaya gittiğinde Claudio'yu esneyerek Ayama ile bir şeyler konuşuyorken buldu. Destin ise hâlâ uyanmamış olmalıydı. Azuma'nın gelmesiyle ikisi de ona döndü, saçlarından akan sular Claudio'yu şaşırtmıştı. "Neden bu kadar erken yıkandın?"
Azuma kız kardeşinin suratına kısa bir bakış attıktan sonra Claudio'ya döndü ve basitçe cevapladı. "İyi uyamadım."
"Ah." dedi Claudio anlarcasına. "Bugün yemek bulmak için sizin sıranızdı. Yorgunsan ben Destin'le gidebilirim, başka bir gün sen Ange ile gidersin."
"Gerek yok." dedi Azuma bu fikri hemen reddederek. Geçen sefer de onlar gitmişti, tekrar onları yollayacak kadar kalpsiz değildi. Hem gece uyuyamadı diye yorgun olacak hâli yoktu. "Yorgun değilim."
"Tamam o zaman." diye anlaşmaya vardı Claudio üstelemeden, belki de dışarı çıkmak ona iyi gelecekti. Bunu duyduktan sonra Azuma bir kez daha pencerenin kenarında oturan Ayama'ya baktı. Aralarının düzelmesi için uğraşıp uğraşmayacağından emin değildi ancak oradaki varlığı gerçekten garip hissetmesine neden oluyordu. "Ange'i görün mü?" diye sordu hemen oradan kaçmak istercesine.
"Hayır." diye cevapladı Claudio. "Muhtemelen uyuyordur."
Bunun üzerine Azuma ona hafifçe gülümsedi ve ikisini orada bırakarak odadan çıktı. Genelde onu ilk bulan Ange olurdu, bu yüzden onu aramaya alışık değildi. Kendi odasının yanındaki odayı temizleyip oraya yerleştiğini biliyordu. Ne kadar onun yanına gitmek istemese de yavaş adımlarla odaya doğru ilerledi. Uyuyorsa uyanana kadar kapıda bekleyebilirdi.
Kapının başına geldiğinde planladığı gibi biraz bekledi ancak sonrasında Ange'in orada olup olmadığından bile emin olmadığının aklına gelmesiyle odaya girip girmemek arasında bir süre kararsız kalmıştı. Kafasındaki seçenekleri iyice tarttıktan sonra en sonunda dayanamayarak kapıyı açtı ve içeriye daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Melek [BL]
FantasyHalf & Half serisinin ikinci kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)