"Azuma?"
Azuma olduğu yerde yavaşça döndü. Kapıda duran silueti karanlıktan ve görüşündeki bulanıklıktan dolayı iyi göremiyordu. Eli Leo'nun kafasını yarmış olan baltaya doğru giderken kısık bir sesle sordu. "Burada ne arıyorsun?"
Azuma geceleri evin gizli yerlerini dolaşmayı severdi ancak buna rağmen Sai ailesinde böyle bir yer olduğunu bilmiyordu. Sihirle o tarafa gelenleri kandırıp öyle bir kulübe olmadığını düşündürtebilirdi. Çoğu kez oranın önünden geçtiğini hatırlıyordu ancak hiçbir zaman bu ahşap kulübeye rastlamamıştı. Birinin oraya gelebilmek için oranın varlığını biliyor olması gerekiyordu.
"Seni arıyordum." diye cevapladı karşısındaki onu titrek bir sesle, Azuma'nın berbat görünüşüne rağmen paniklemiş gözükmüyordu. "Günlerdir gelmeyince endişelendim."
"Yalan söyleme!" diye gürledi Azuma. Sesinin ne kadar yüksek çıktığı onu bile şaşırtmıştı. Hızla karşısındakine doğru yürüdü ve o kişi direnmediği için kolayca onu yere devirip Leo'nun kafasından çıkarmış olduğu baltayı boynuna dayayarak karnına oturdu. "Anlat her şeyi."
Martim'in suratı hayalet görmüşe dönmüştü. Kekeledi. "Ne... Neden yalan söyle... Söyleyeyim ki?"
Azuma cevaplamadan ona ısrarcı bir şekilde baktı. Martim'in gözlerini kaçırmaktan başka çaresi kalmamıştı. Şaşkın ifadesinin yerini üzüntü aldı. "Leo... Leo'yu getirdiğin hâle bak."
Peki ya Leo'nun onu getirdiği hâle ne olacaktı? Yaptıklarının ne kadarını görmüştü? Onu da Leo'nun durumuna getirmeli miydi? Gerek yok, diye düşündü. Kendisinin birini daha öldürmesine gerek yoktu ancak doğruları bilmek istiyordu. O yüzden baltayı biraz daha boynuna yakınlaştırdı. Martim yutkunarak ona döndü. "Beni... Beni de öldürecek misin?"
Soru sormuş olmasına rağmen cevabını beklemeden devam etti. "Sır tutamayacağımı mı düşünüyorsun? Senin için her şeyi yaparım. Şu an beraber Sai ailesinden kaçabiliriz..."
"İstediğim cevap bu değil." diyerek onun sözünü kesti Azuma soğuk bir sesle.
"Ah... Anlıyorum. Benimle buradan gitmek istemiyorsun... Anlıyorum." Martim gözleri sulandı, Azuma'ya bakarak boşta kalan elini avcunun içine aldı. "Özür dilerim Azuma. Ben... Ben hatalıydım. Onunla iş birliği yapmamalıydım... Çok üzgünüm. Ben... Bilmiyordum. Senin bu kadar iyi biri olduğunu... Gerçekten harika birisin! Ama başka çarem olmadığını da anlamalısın!"
Konuştukça Martim'in gözleri büyümüş ve gözyaşları akmaya başlamıştı. Delirmiş birinin suratını taşıyordu. Sesi de anlatmaya devam ettikçe yükseldi. "Başka çarem yoktu! Ben senin Leo'yu neden öldürdüğünü anlıyorum... Sen de beni anlayabilirsin değil mi? Leo... Bayan Alba'nın oğlu, ailede en yetkili kişi, onun dediklerini nasıl yapmayabilirdim ki? Ama... Ama ne planladığını ben de bilmiyordum! Senin kim olduğunu bile bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum... Bana sadece seninle arkadaş olmamı söyledi, yemin ederim... Sana yaptıklarını yaşamamanı dilerdim, çok üzgünüm... Çok üzgünüm... Ama şu an... Şu an sana karşı olan duygularım gerçek! Bundan sonra sana tek bir yalan bile söylemeyeceğim, seni dünyanın en mutlu kişisi yapacağım! Sana söz veriyorum, buna inansan yeter... Hadi... Gidelim buradan."
Avcundaki Azuma'nın elini daha da çok sıktı ancak Azuma göğsündeki acı dışında hiçbir şey hissetmiyordu. Sadece üzerine atacak bir suç bulmak için Leo, Martim'in ona yakınlaşmasını sağlamıştı... Yani bunca zaman boyunca kullanılmış mıydı? Ve Martim her şeyden haberdardı? Hepsi... Gerçekten de bu kadar mıydı? Ancak en başında Sai ailesinde güvenebileceği birinin olduğunu düşünmesiyle hatalı olan oydu, bu başka birinin suçu değildi. Martim, Azuma'nın yüzündeki değişen ve gitgide kararan ifadeyi görünce elini çekip kendi gözyaşlarını sildi. "Çok özür dilerim... Çok özür..."
"Sus artık!" Azuma, onun sesini bile duymak istemediğini düşünmüştü. Azuma'nın bağırdığını duymasıyla Martim'in yüzüne panik yerleşmişti, kısık bir sesle hıçkırıklarının arasından devam etti.
"Çok özür dilerim... Çok özür dilerim... Yaptıklarımdan sonra... Beni... Affedemezsin... Ben... Ben olsam ben de edemezdim... Anlıyorum... Merak etme... Senden nefret etmeyeceğim... Çok özür dilerim..."
Azuma öyle bir durumun içinde ne yapacağını bilemiyordu. Kırık ifadesinin yerini küçümseme aldı. Karşısındaki de o aileden biriydi, ona karşı sempati hissetmesine gerek yoktu. Martim, biraz daha sızlandıktan sonra gözleri kocaman açıldı. Her şey çok hızlı gelişmişti.
"Ah! Biliyorum... Beni nasıl affedebileceğini biliyorum!" Eli, boynundaki baltanın üzerine gitti. Azuma'ya son kez baktı. "Böyle olursa... Beni affedeceksin değil mi?"
-
"Çıkan yangını söndürmek çok uzun sürmüş. Gece sesleri duymadım bile."
"Ben de... Bu biraz garip değil mi? Neyse onu boş ver de kim yangını çıkarmış onu söyle sen."
"Bilinmiyor. Ancak kulübe de üç kişi bulunmuş. İkisi ölü biri canlı..."
"Kim ki onlar?"
"Bayan Alba'nın oğlu Leo ve ikinci evden Martim ölmüşler..."
"Nasıl yani?"
"Baltayla öldürüldüğü düşünülüyor." Anlatan adam kısık sesle devam etti. "Martim muhtemelen Leo'nun kafasına baltayı geçirdikten sonra intihar etmiş. Kurtulan kişi ise dördüncü evden Azuma. Bayan Alba'nın torunu. Dur, iyi dinle. Devamı daha heyecan verici! Üzerinde tek bir yanık izi bile olmadan kurtulmayı başarmış ancak vücudunda birçok kırık ve yara izi varmış. Üstelik birkaç defa tecavüze de uğramış."
"O çocuktan hayırlı bir şey geleceğini sanmıyordum zaten. Kendisi yalvarmıştır..."
Adam diğer kişinin sözünü kesti. "Başka nasıl olabilir ki zaten? Yangını da o çıkarmıştır... Son zamanlarda oğullarıyla konuşuyormuş diye yakınıyordu Martim'in ailesi. Leo onları ağza alınmayacak şeyler yaparken yakaladıysa o yüzden onu öldürüp sonra intihara kalkışmıştır. Zaten Azuma gibi biriyle konuştuktan sonra düzgün kalabilmesinin imkânı var mıydı ki?"
"Yazık... Oysaki düzgün bir çocuktu."
"Haklısın... Ama en çok üzüldüğüm şey o şeytanın hayatta kalmış olması. Kim bilir bu ailenin başına daha neler getirecek. Keşke onun yerine Leo kurtulsaydı... Ne kadar da adaletsiz..."
Konuşmalarını kalın bir ses böldü. "Susun, hastaları rahatsız ediyorsunuz!"
"Ah," dedi dedikoduları başlatan adam, hastaların kaldığı odanın önündeydiler. Arkadaşını kolundan sürükleyerek ekledi. "Başka yere gidelim." Uzaklaşırlarken devam ettikleri dedikodular duyuluyordu.
Doktor kapıyı kapatmak için tamamen uzaklaşmalarını bekledi, ardından donuk bir şekilde yatan Azuma'ya ve yanında durmadan ağlayan annesine döndü. "Bu kadar çabuk uyanabilmiş olman bir mucize. Daha iyi olabilmek için vereceğim merhemleri düzgün kullanman gerekiyor."
Azuma cevaplamadı. Doktor duyduklarından etkilenmiş olabileceğini düşünüp onu teselli etmeye çalıştı, ne kadar işe yarayacağından emin olmasa da hiç yoktan iyiydi. "Dedikodulara aldırış etme, şu anki önceliğin tekrar sağlığına kavuşabilmek."
Azuma gözlerini kapatıp başını çevirdi. Böylece doktor ağlayan annesine döndü. "Daha fazla üzülmenize gerek yok. Merhemleri düzgün kullandığına emin olun, yakında iyi olacaktır."
Azuma, annesinin onun için ağlamadığını biliyordu. Ölen kardeşine ağlıyordu, yalnız kalmak istediğini düşündü. Doktor daha fazla bir şey demeden odadan çıkmıştı ve zaten başka hasta yoktu. Normalde insanlar işten kaçmak için oraya gelip hasta numarası yaparak yatmayı severlerdi ancak o gün... Gerçekten de bomboştu. Azuma doktorun ayrılmasıyla annesine döndü. "Sen de git."
Annesi ona kızarmış gözlerle baktı. Burnunu çekip bir nefeste konuştu. "Gerçekten neler olduğunu anlat."
"Hatırlamıyorum." diye cevapladı Azuma koruduğu sakinlikle. "Git artık."
Annesi başka bir şey demeden ayaklandı ve arkasına bakmadan odadan çıktı. Böylece Azuma tekrar yalnız başına kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Melek [BL]
FantasíaHalf & Half serisinin ikinci kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)