Tepede kalan dağ kasabasına doğru ilerlerken arabanın çıkardığı ses dışında müthiş bir sessizlik vardı. Kimse konuşmuyordu. Konuşulacak ne vardı diye düşünüyordum bende. Leo'nun dirilebilme ihtimali yavaş yavaş beynime nüfuz etmeye başlarken kalbim de aynı şekilde hızlanmaya başlamıştı ve endişe etrafımı sarmıştı.
Elim çenemde kapıya yasladığım kolum uyuşmaya başlamıştı. Sessizliği bozan Eric olmuştu.
"Ne düşünüyorsun Lily?" dediğinde acı ve alayla gülmüştüm.
"Hiç bir şey." dedim ama aslında çok şey düşünüyordum.
"Eğer, o.. yani Leo yeniden hayata döndüyse ne yapacaksın?" diye sorduğunda sol omzumun üstünden ona baktım. Demeye çalıştığı şeyi düşündüm. En sonunda hayal kırıklığına uğramış gibi baktım ona.
"David'i bırakıp bırakmayacağımı mı soruyorsun?" dedim kaşlarım çatılı bir şekilde, sanki David yanımızda yokmuşcasına.
"Sonuçta o senin savaşçındı, yani o senin bir parçan gibiydi. Ve sana aşıktı."
Ben cevap vermeyip yolu izlemeye devam ederken David'in sinirlendiğini ve gerginliğini hissedebiliyordum. Daha doğrusu koklayabiliyordum.
Leo benim arkadaşımdı. En iyi arkadaşımdı. Ve evet bir parçamdı. Bundan fazlası olmamıştı. Bi aşkı paylaşmamıştık. Ama en özel sevgiyi paylaşmıştık. Arkadaşlık sevgisini. Onu seviyordum. Belki de şu an hayatımda olan herkesten fazla onu seviyordum. Ama hayır, bu sevgi aşk değildi ya da aşka giden yolda bir sevgi değildi. Bu daha çok anne veya babanızı sevmek gibi bir şeydi.
O ölünce bu değişmedi. Her geçen gün arttı. Yokluğu her geçen gün büyüdü. Belki de yalnız kalmak istememin sebebi buydu. Scott ve diğerlerinden belki de bu yüzden uzak kalmıştım. Peter'ın yaptıklarının farkına belki bu yüzden geç varmıştım. Belki de bu yüzden hala kim olduğum, neye dönüştüğüm konusunda tereddütlerim vardı.
David.. David'e olan sevgim Derek'e duyduğum sevgi gibiydi. Aşık mıydım? Bilmiyorum. Kendimden vazgeçip onun hayatını kurtarmak istemem kendi vicdanımı rahatlatmak istememden dolayı mıydı yoksa onun yokluğuna alışma fikri mi daha korkunç gelmişti.
Araba yavaş bir fren yapıp durunca geldiğimizi anlamıştım. Hava kararacak gibi duruyordu.
"Bundan sonrasında ne yapacaksın?" diye sordu David. Bir kurtkadın bile olsam dizlerim titriyordu.
"Bilmiyorum. Burada öldü. Belki diriltmek için buraya getirmişler." dedim çatallaşan sesimle.
"Buraya gelmemiz gerektiğini söyleyen sendin." dedi Eric gergin bir sesle.
"Çünkü ancak buradaki güç onu hayata döndürebilecek kadar güçlü." diye mırıldandım kafamı geriye atıp derin bir nefes alırken.
"Onun burada olduğunu biliyorsun." dedi Eric ona dönüp gözlerinin içine bakarken. "Hissediyorsun."
Gözlerimi ondan kaçırıp David'e çevirdiğimde anlamadığım bir ifadeyle bana bakıp ardından arabadan indi.
Ben de kapımı açıp indiğimde serin hava tenimi ürpertmişti. Önümdeki yol biraz daha tepede kalan mezarlığa çıkıyordu. Buradaki gücü şu an bile yoğun bir şekilde hissediyordum. Ve birini daha…
Adım atıp atmamakta kararsız kalmışken istemsizce yürümeye başladım. Önümdeki eğimli yolu çıkıp düzlüğe gelince kalbim daha da hızlı atmaya başlamıştı. Mezarlığa doğru adımlarımı yönlendirirken gözlerimi kapatmıştım.
Gözlerim sızlamaya başlayınca mezarlığın dışındaki demire tutundum. Arkama dönüp baktığımda David ve Eric bana kocaman açılmış gözleriyle bakıyorlardı. Hayır bana değil. Omzumun üstünden arkaya bakıyorlardı. Yavaşça kafamı çevirdiğimde mavi gözler bana bakıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
teen wolf: a new story
FanfictionBiyolojik babasını ararken, geldiği kasabada onu bulabileceğini düşünmüştü. Bulmuştu da. Ama daha bilmediği onlarca şey olduğunu ve hayatının normalken bir anda dibe çökmesini, onu bulunca engelleyememişti. Burada ilginç olan bir şeyler vardı, ve z...