PROLOG-1

109 44 94
                                    

Selamlar. Güncellemeyle uğraştığım için bölümlerde gecikme yaşayacağım. Bu yüzden prolog bölümle karşınıza çıkmaya karar verdim. Çok ileriye ait bir kısım. Umarım hoşunuza gider.

Mutlimedya: Kelebeğin Ölümü

••••••••

Saat, sabahın beşiydi.

Zaman, akreple yelkovan arasında can çekişirken; gece, bir adım öteye gitmiş olmalıydı gökyüzünde. Ay, solgun ışığını söndürmeye hazırlanırken, yıldızlar şafağın kuytu karanlıklarına sinmiş olmalıydı.

Sol gözümden, buz tutmuş bir damla şakağımdan yere doğru süzülürken göremesem de biliyordum, gökyüzü yanıyordu. Ve ben sızlayan ciğerlerime bir nefes daha çektim yanan gökyüzünden.

Saat, beşi iki geçiyordu.

Ömrüm, kör bir testereyle dilimlenmeye başlanmıştı. Çıplak ayaklarıyla dikenlere basa basa yürüyen masum çocukluğum; umudun kıyısından bile geçmeye cesareti olmayan gençliğim, şimdi ulu orta serilmişti aç kurtların sofrasına. Üzerinde akbabalar uçuşuyordu; sabırla son nefesimi bekliyorlardı. Kan gülleri takılmıştı saçlarıma. Beni, sessiz sonsuzluğa hazırlıyorlardı.

Ama aklım hâlâ gökyüzündeydi. Son kez bakmak istiyordum yıldızlara. Kollarımı, ufuklara kadar açıp son kez haykırmak istiyordum geçmişime.

Saat, beşi beş geçiyordu.

Haramiler, hayal bahçemi yağmalıyorlardı. Herkes payına düşeni alıp giderken, ben öylece kalakalmıştım. Bütün çıplaklığımla, çaresizliğimle... Ama en çok da yalnızlığımla. Ölümün koynunda, yapayalnız, kimsesiz...

Gözümden bir damla daha süzülürken, dilimde bozuk kan tadı vardı. Üşüyordum. Ölüm, buz kesmişti dört bir yanımı. Geçmişim, ölü bir yılan gibi yanıma uzanmıştı; kirli, yorgun ve mutsuzdu. Ölümün tadı acıydı. Yutkunamadım.

Saat, beşi yedi geçiyordu.
Kalbimden kopan bir parça, nihayet okyanusun dibine ulaşmıştı.

Hayatın bana ödemesi gereken borçları vardı; sormam gereken hesaplar vardı. Geride bıraktıklarım vardı. Beni, kırılmayan bir oyuncak sanıyorlardı. Ama artık sırtımdaki yük kalbime batıyordu.

Saat, beşi dokuz geçiyordu.

Ellerimde çırpınan kana baktım. Pul pul dökülüyordum artık. Raylarımdan çıkıyordum. Vagonlarım kopuyordu bir bir ellerimden. Çığlıklarım, dipsiz kuyularda yankılanıyordu. Ruhum, etrafa savruluyordu.

Saat, beşi on geçiyordu.

İntikam süsü verilmiş bir cinayete kurban gidiyordum. Faili meçhul bir ölümün kefenini biçiyordu terzi bana, kan damlayan tezgahında. Bir tabutun çivilerini çakıyordu tabutçu; gözleri kanla dolu bir cehennem çukuruydu. Evim, bana mezar oluyordu.

Saat beşi on geçiyordu.

Kuş cıvıltıları kulağıma doluşurken sanki gökyüzü yarılıyordu. Gitmem için bir yol açılıyordu. Veda ediyordum işte hayatımın gam dolu rüyasına. Muradıma eriyordum.

Garip bir uğultuyla karışıyordu ruhum, çaresizliğin asaletine. Annemin kokusunu duyuyordum. Beni bekliyordu. Elinden tutup gitmek istiyordum. Her şey son buluyordu; sevinmeliydim. Ama aklım hâlâ benim için çarpan o kalpteydi. Son kez bakmak isterdim gözlerine, son kez dinlemek isterdim kalbinin çarpıntısını. Son kez dokunmak isterdim yüzüne. Son kez vedalaşmak isterdim.

Kuşlar susmuştu. Duvardaki ses kesilmişti; saat, durmuştu. Yelkovan, akrebe takılıp kalmıştı. Bir adım öteye gidemiyordu. Kalbim gibi...

"Eve gitme vakti..." diye mırıldandım tükenen gücümün son zerresiyle.

Gözlerimi yumdum.

Saat, beşi on geçiyordu.

••••••••••

Zamanınızı ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda güncellemeyi bitirir ve daha iyi ilerleyen, daha sürükleyici bir hikayeyle kaldığımız yerden devam ederiz.

Sevgilerimle...

ÖLÜ YILDIZLAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin