Bebeğim, dışarısı soğuk olduğunda
Seni sıcak tutacağım
Seni bu fırtınadan kurtaracağım
Ve bir ateş yakacağım.
Bölüm Şarkısı : Rachel Taylor - Light A Fire
"Aşık mısın Asena." dedim, ama sorar gibi çıkmamıştı cümle ağzımdan.
Dümdüz.
İfadesiz.
"Ada... Anlatamıyorum." Yutkundu ve gözlerini ellerine dikti. "Bunu sadece aşk olarak açıklayamam. Bildiğim tek bir şey var. Ben çok korktum, Ada." Gözlerine bakamıyordum. Sanırım aynı şey onun içinde geçerliydi.
"Başına bir şey gelecek diye, çok korktum. Benim hayatımda çok büyük eksiklikler oldu," diyerek utanan bir surat ifadesine büründü. Söyleyecekleri ben de merak uyandırmıştı. "Benim sırtımı dayayıp da güvenebileceğim annemden başka kimsem olmadı. Babam olmadı, abim olmadı. Ben onlara hiç sahip olmadan kaybettiğimi düşünürdüm hep. Böylesinin daha zor olduğunu düşünürdüm. Ama değilmiş öyle. Sahipmişim, bunu çok geç fark ettim. Sahip olma duygusuyla kaybetme duygusunu aynı anda yaşadım." Cesaretimi topladım ve onu izlemeye koyuldum. Her hareketini.
"Ne hissettiğimi ben de bilmiyorum. Bildiğim tek şeyler bunlar. Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum." Elleri boynuna gitti ve Tuğra'nın aldığı kolyeyi sıktı. Güçlü görünmeye çalışıyordu. "Yine abarttım değil mi," diyerek gülümsedi ve ayaklandı. "İyi olacak." Bunu benden onay bekliyormuş gibi söyledi. Ben de gülümseyerek kafamı salladım ve istediği onayı ona verdim.
Bu ihtimali hiç göz önünde bulundurmadığımı fark ettim. Veya yok saydığımı. Asena'nın Tuğra'ya ciddi anlamda bir şeyler hissediyor olması, doğal değil miydi?
Göz ardı ettiğim her gerçekle aynı gün içerisinde yüzleşiyor olmak bana ağır gelmişti. Asena ve ben, bugün bir yıldız gibi parıldayan duygularımızı fark etmiştik ve işte; Asena yine benden önce davranmıştı.
Kaybeden, ben olmuştum.
*
Tuğra odaya çıkmadan önce, okul çıkışında ziyarete gelenler olmuştu. İlhan ve Meriç, birkaç parça kıyafet ve yiyecek bir şeyler getirmişti. Kalabalık etmek istemedikleri ve Tuğra'yı isteseler de göremeyecekleri için yarım saat bizimle görüşüp gitmişlerdi.
Tuğra odaya çıkalı yaklaşık bir saat oluyordu. Onur, odaya çıkmadan ailesine haber vermenin doğru olmayacağını söylemişti ve biz de ona uyum sağlamıştık. Sonuçta burada Tuğra'ya aile kadar yakın olan tek insan, Onur'du. Zaten okul saatlerinde burada bulunduğumuz için, Tuğra'nın yokluğundan şüphelenmeyeceklerini düşünüyordum.
Yirmili yaşlarını biraz geçmiş, esmer ve oldukça Tuğra'yı andıran bir adam Onur'un yanına doğru ilerledi. Birlikte koridorun öteki tarafına doğru gittiklerinde yanımda oturan Seher'i dürttüm. "Kim bu?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Tuğra'nın amcası, sanırım. Annesi ve babası şehir dışında." Seher konuşurken ondan tarafa bakmıyordum. Tuğra'nın amcası, doktorla konuşmaya başlayıp bilgi aldı. Bir hemşire adama eşlik ederken, Onur'da bizim yanımıza geldi.
"Neler oluyor?"
"Tuğra'nın babası, yani Feridun Amcalar burada değillermiş. O yüzden Doğan abi geldi, Tuğra'nın yanına girecek. Doktor belirli aralıklarla bizim de yanına girebileceğimizi söyledi."
"Gece neden bu kadar dağıttığı belli oluyor," dedim mırıltıyla.
"O nasıl bir amca?" diye söylendi Seher. "Amca olmak için fazla küçük değil mi?"
Onur'un dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Feridun Amca'nın üvey kardeşi. Yani, babasının ikinci eşinden."
Düşüncelerim başka yerde olduğu için aralarında geçen sohbete katılmıyordum. Onu görebilmek için yanıp tutuşuyordum fakat buna cesaretim yoktu. Tuğra'nın amcası dışarı çıktıktan sonra, içeriye Onur girdi.
Sonra Asena.
Ve sonra Seher.
"Hala uyuyor ama yine de iyi görünüyor," dedi Seher. Diğerleri onu onaylarken ben sessiz kaldım. "Sen de gir Ada, aklın kalmasın. Hadi canım," dedikten sonra ayağa kalkabilmem için dirseğimi yakaladı Seher. Sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuş gibi cesaretlendim. İşte, Seher'i bu yüzden çok seviyordum. İçten içe beni anlayabildiğini, tenimin onun için şeffaf bir tabakadan ibaret olduğunu görebiliyordum.
(Şarkıyı burada başlatabilirsiniz.)
Terleyen ellerimi bacaklarıma sürdüm ve odadan içeri girdim.
Yavaş adımlarla ona doğru ilerlerken duraksadım. Kabusun tekrar gözümde canlanmasıyla bakışlarımı tavana çevirdim ve duygularımı sabit tutmaya çalıştım.
İyi olacak, diye mırıldanım.
İyi olacak.
Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattım ve kollarında takılı olan seruma baktım. Yanında duran sandalyeye oturup, bembeyaz kesilen suretini incelemeye başladım. Surat hatları öyle keskindi ki, bir insanın uyurken bile nasıl bu kadar sert olabileceğini düşündüm. Daha önce yüzünü bu kadar uzun süre inceleme fırsatım hiç olmamıştı. Kaşları çatık olmadığı ve suratında o alay eden ifadesi olmadığı zaman aslında ne kadar da savunmasız duruyordu. Ya da şu an hissettiğim duygular onu böyle görmemi sağlıyordu. Başına doğru gittim ve elini tuttum. Onu görmek gerçekten de içimi rahatlatmıştı. Kask sayesinde suratında hiçbir iz bulunmuyordu. Bu yüzden iyi görünüyordu.
"O gün," dedim derin bir nefes alarak. Beni duyacağı yoktu belki, ama bir şeyler söylemek istiyordum. Bu sessizlik bize fazlaydı. "Eve gideceğimiz gün. Sınıfın kapısının önünde, beş dakika seni beklettim diye beni azarlamıştın." Gözlerimi kapattım ve o anki hali gözümün önüne geldi. Şu an karşımda uyuyan Tuğra'yla, bana bağıran Tuğra'nın hiçbir alakası yoktu. "Sonsuza kadar seni mi bekleyeceğim ben, demiştin. Bak ama, ben seni saatlerdir bekliyorum burada," dedim. Boğazımın düğümünü çözebilmek için yutkundum. "Sen uyan diye. Uyan ki, gözlerinin içine doya doya bakabileyim diye." Gözümden bir damla yaş akıp yanaklarımı ıslatınca kendimi toparlamaya çalıştım. Dışarıya bu halde çıkamayacağımı biliyordum. "Sert kız ayaklarımda buraya kadarmış. Gerçi, uyanık olsaydın bunların hiçbirini sana asla söyleyemezdim," dedim.
Söyleyemezdim.
İlk defa onunla ilgili düşüncelerimi açtığımda, beni öpmüştü.
Bütün bunları cesaret edip asla söyleyemezdim.
"Biliyorum. Korkağım çünkü ben, kaçmaktan başka ne yapıyorum ki? Sen de söylemiştin." Tuğra'nın elini tutmayan elimle, saçlarımı karıştırdım. "Sen haklıydın," dedim. Gözlerimi kapattım ve bunu sindirebilmek için kendime zaman tanıdım. "Hiçbir şeyden mutlu olmayan çocuğun tekiyim ben. Ama şu an, tam şu an nasıl mutlu olacağımı çok iyi biliyorum." Avuçlarımın içinde duran elini dudaklarıma götürerek öptüm. "Bu elini çenene götürerek imalı imalı bana tekrar sırıttığın zaman. İşte o zaman, yine sana çaktırmamak adına başımı çevirip gülümseyeceğim. Ama öyle ya da böyle, sana yakalanacağım."
Oturduğum yerden kalkıp, onu rahatsız etmemeye özen göstererek yatağın kenarına yavaşça oturdum. "Artık kaçmayacağım ve hayatımdaki yerini inkar etmeyeceğim. Ateşin varlığını kabul edeceğim," dedim. "Gözlerini açtığında hala burada bekliyor olacağım. Bu sonsuza kadar sürse bile, gözlerine bakabilmek için bekliyor olacağım." Bunları ona söylüyor olsam da, aslında kendimle konuştuğumu iyi biliyordum.
Dışarı çıkmak için kendimi toparladıktan sonra ayağa kalktım ve arkamı döndüm.
Ne kadardır orada dikilip beni izlediğini bilmiyordum ama Onur'un bakışları, aramızdaki ince camı delercesine üzerimdeydi.
Hepsini görmüş müydü?
Ağladığımı.
Ellerinden öptüğümü.
Bundan önceki öpücüğe şahit olup olmadığını bilmezken, şimdi bir yenisi eklenmişti.
Bu sefer tek bir fark vardı.
Bu sefer gördüğüne emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Teen Fiction"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014