Dakikalardır Tuğra'nın gelmesini bekliyordum.
İlk derse hep geç kalırdı, biliyordum ama yine de bir umut okulun yanındaki parkın ara sokaklarında öylece onu bekliyordum. Onunla konuşmaya ihtiyacım vardı, beni tehdit ettiğinden bu yana tam on beş saat geçmişti ama hiçbir mesajıma cevap vermemişti. Ne yapayım? Ben de önünü kesecektim.
Onur'un tamir edip Tuğra'ya teslim ettiği parlak siyah motorun sesiyle derin bir oh çektim. Motora binmesini kesinlikle istemiyordum ama tabi ki bu düşüncem onu kaskıyla Pars'ın üstünde görünce alt üst oluyordu. Bir insana her şey mi yakışırdı? Yakışıyordu işte.
Kasktan dolayı yüz ifadesini göremesemde beni çoktan gördüğüne emindim. Motorun okula girmesine izni yoktu bu yüzden parkın oralardaki ara sokakların birine bırakıyordu. Motordan ineceğini sandım ama bir an duraksadı ve öylece bana baktı. Gözlerimi üzerinden hiç ayırmadan ben de ona bakıyordum çünkü ondan korktuğumu bilmesini istemiyordum. Motordan inip kaskını çıkarırken hayranlıkla onu izlemeye koyuldum. Beni görmezden gelerek okula doğru ilerlediğini fark edince yolunu kestim önünde dimdik durdum. "Ne istiyorsun?" bu soruyu yüzüme bile bakmadan sormuştu. Boğazımı temizledim ve "Konuşmak istiyorum." dedim. "Ders başlayacak, Ada." dedi. Yüzüme bile bakmamıştı. Yine. Telefonumu çıkartıp suratına doğru salladım ve "Ders başlayalı altı dakika oluyor, Tuğra." dedim. Tıpkı onun yaptığı gibi ismini vurgulayarak söyledim. Tuhaf bir ses tonuyla güldü ve "Tamam işte yürü önümden." dedi ve sert olmayan bir şekilde kolumdan öne doğru itti. "Konuşacağız dediysem, konuşacağız." dedim kararlı bir ses tonuyla. Yere yığılıp kalacak gibi hissetsem de kararlılığımı korumak zorundaydım, çünkü Tuğra asla başka türlü beni umursamazdı. Biliyordum. Cevap vermeyerek yoluna devam ettiğini görünce tekrar önüne geçtim ve çenemi tutamadım. "Ya bu kadar mı umrunda değil? Bu kadar mı sorumsuz bir insansın? Ben... Ben bu kadar mı umrunda değilim..." dedim. Son cümlemde sesim giderek kısılmıştı. Gözlerim dolmayacaktı ve ben de ağlamayacaktım, sakın. Sağ eliyle kendisini işaret ederek, "Sen mi benim umrumda değilsin? Bunu söyleyebiliyor musun gerçekten? Bu soruyu kendine sor gerizekalı!" dedi. Sesi kurduğu her cümlede daha da yükselmeye başlamıştı. Sesini bastırmayı umdum ve daha kuvvetli bağırarak, "Umrumdasın!" dedim. "Umrumda olmasan on beş saattir ettiğin iki cümleyi düşünmezdim! Ya ben senin için bir şeyler yapmak istedim, iyi şeyler... Böyle olsun istemedimki." O gittikçe ne kadar hırçınlaşıyorsa, ben de o kadar pasif kalıyordum. Çünkü ben duygusaldım ve o değildi. "Yapma!" diye bağırdı geriye doğru uzaklaşarak. "Sen benim için hiçbir şey yapma Ada, senden iyilik isteyen oldu mu?" Yine suçlu ben olmuştum. Bu adamdan nefret ediyordum. Nefret. Birkaç adımla bana doğru yaklaştı ve iki eliyle çenemi kavradı. "Anlamıyorsun." dedi yavaş bir ses tonuyla. "Her şeyi düzeltemezsin. Her şeyi kontrol edemezsin. Bazı şeyler kırıldığı zaman bir araya gelemez." dedi. Başımı yere eğerek onu dinlemeye devam ettim.
"Ne romantik bir an." sesi duyduğum yöne hızla başımı çevirdim ve Tuğra'dan uzaklaştım. Konuşan Onur'du. "Bu güzel anı bozmak istemezdim kardeşim ama Ada'yla konuşmam gerek." parmağıyla beni işaret etmesine rağmen gözleri bana hiç değmiyordu. Ben gerilmiş olmama rağmen Tuğra'nın yüzünde tek bir mimik yoktu. Sakinliğini koruyarak, "Ne söyleyeceksen bana söyle." dedi Onur'a. Tekrar Onur'a baktım ve o da ellerini göğüs hizzasında birleştirerek güldü ve bize doğru yürümeye başladı. "Hey yavrum hey... Siz ne ara buralara geldiniz ya? Manitayı işe dahil etmemecilikler falan." Anında yüzüm kızarmıştı. Ben utanmıştım ama Tuğra tam tersine sinirlenmişti ve o da hiç çekinmeden Onur'a doğru yürümeye devam etti. Dünden beri konuşmadıklarına emindim çünkü ikisini de tanıyordum. Üçümüz en son aynı odada olduğumuzda Onur da ben de tehdit yemiştik. Aralarındaki asıl gerginliğin sebebi buydu. Olayın daha fazla büyümesini istemediğim için araya girdim ve "Sorun yok. Biz konuşur geliriz, sen derse git." dedim Tuğra'ya. Hiçbir şey söylemeden öylece baktı. Ben de bundan cesaret bularak onu ikna etmek için konuşmaya devam ettim. "Sorun yok dedim, ilk ders bitmeden geleceğim. Söz veriyorum." Onur ikimizin arasındaki konuşmayı suratındaki sahte gülücükle izliyordu. Sebebini bilmiyordum ama bu çocuğu bazen çok seviyordum, bazense nefret ediyordum. Tuğra, Onur'a doğru eğilerek "Seninle daha işimiz bitmedi kardeşim. Birini halletmeden başına başka bir bela daha açma. " diye fısıldadı ve bana hiç bakmadan yoluna devam etti. Tuğra'nın yeterince uzaklaştığına emin olduktan sonra "Bir şey mi istiyorsun?" diye sordum Onur'a. Bu iş her neyse bir an önce bitirmek istiyordum. Onur adımlarını bana doğru atarak, "Bir şey değil, iki şey istiyorum." dedi. "Birincisi, Tuğra'yla aramı düzelteceksin." o cümlesini tamamlar tamamlamaz tiz bir şekilde güldüm. "Bunu nasıl yapmamı bekliyorsun acaba? Benimle konuşuyor sanki." dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Onur neşeli bir kahkaha attı ve "Beni onunla bununla karıştırma, Ada. Ben her şeyin farkındayım." dedi. Onur her şeyi fazla abartan bir çocuktu bu yüzden söylediklerini ciddiye almamak en mantıklısıydı. Ben de öyle yapmaya çalışarak omuz silktim ve "Ne saçmalıyorsun?" dedim. Onur sabır diler gibi derin bir nefes aldı ve,"Tuğra'ya nasıl baktığını, Asena'nın doğum günündeki yakınlaşmanızı, hastanede herkesten çok senin ağlamanı bilmediğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Tuğra'nın kızlara ilgisine yıllardır alışığım, benim bu işte en çok sevdiğim kısım neresi biliyor musun? Her defasında Tuğra bir köpekmiş gibi onu sakinleştirmen." bunu söylerken gülmeye başladı. "İtiraf ediyorum, ne zaman 'şimdi sıçtık' diye düşünsem her seferinde Tuğra'yı kollarının arasına alıp tatlı tatlı sakinleştirmelerin yok mu... Beni çok etkiliyorlar." Her cümleyi tane tane, bastırarak ve gülümseyerek söylüyordu. "Fazla bir şey istemiyorum. Yine aynısını yapacaksın işte. Bu kadar." dedi ve tıpkı Tuğra gibi, bir elini çenesine götürerek öylece bekledi. Bunu bilerek yaptığını biliyordum. Bunlar benim için yeni şeyler değildi, Onur'un bir süredir izlediğinin farkındaydım ama bütün bunlardan sanki birbirimize aşıkmışız gibi sonuç çıkartması garip geliyordu. Evet, belki de Tuğra'yla aramda anlatamadığım bir şey vardı ama en azından bunun karşılığının aşk olmadığını biliyordum. Onur'un bütün zarflarını duymazdan gelerek, "İkinci isteğin ne?" diye sordum. O da konuyu hiç uzatmadı ve, "Ha.. O mu? Uzun zamandır Seher'e açılmayı düşünüyordum ama sizin bu entrikalarınızdan pek mümkün olmuyordu. Araya daha da zaman girmeden bunu da halletmek istiyorum." Tamam, en azından bu bir öncekine göre daha güzel bir konuydu. Seher'e açılacaktı ha? En azından birimizin güzel şeyler yaşayacağını bilmek beni sevindirmişti. "Tamam, sana yardım edeceğim. Bütün bunları çıkışta tekrar konuşuruz. Derse biraz daha gecikirsek sen de ben de yok yazılacağız." dedim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. "Ben derse girmeyeceğim! Hazırlık yapmam lazım, elti getiriyorum kızım sana!" diye arkamdan bağırdı. Lanet olsun! Ne demek elti getiriyorum ya? "Kapat çeneni Onur!" diye arkama bile dönmeden ben de ona bağırdım. "Emriniz olur!" diyerek o da bana karşılık verdi ama duymazdan gelerek yoluma devam ettim. Ellerimi yanaklarıma götürdüğümde ateş gibi yandığını fark ettim. Umarım hissettirdiği kadar kızarmış bir surat ifadem olmaması için dua ettim çünkü böylesi daha da mahcup olmamdan başka bir işe yaramazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Roman pour Adolescents"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014