Uyanmak için göz kapaklarımla savaşırken, elimi yatağın içinde gezdirip telefonu aramaya koyuldum. Tırnağıma sert bir biçimde çarpan aletin alarmını susturdum ve yatağın içinde tekrar kaybolmasına izin verdim.
Nihayet kafamı kaldırıp camdan dışarı baktığımda saatin yedi olmasına inanamamıştım. Havaya gri tonları hakimdi ve sabah olduğuna dair tek ipucu saatimdi. Yataktan doğrularak ayaklarımı sallandırdım ve yavaş adımlarla banyoya doğru ilerledim. Gözlerim aynayla buluştuğunda, bitkinliğim suratımdan okunuyordu. Kendime gelebilmek için uzun saçlarımı bağladım ve yüzüme soğuk su çarptım. Odama geri dönerken henüz evdeki herkesin uyuduğunu fark ettim. Kapımı ses çıkarmamaya özen göstererek kapattım.
"Bir gün daha," diye mırıldandım aynanın karşısında vücudumu izlerken.
"Bir gün daha bitecek."
*
Okula geldiğimde yavaş adımlarla kantin tarafına doğru ilerledim. Parıldayan sarı saçlar gözüme çarpınca, derin bir oh çekerek Asena'nın yanına doğru ilerlemeye başladım. Adım attıkça, önünde Tuğra'nın olduğunu fark ettim ve çektiğim oh kursağımdan bir toz bulutu gibi süzülerek uzaklaştı. O da beni fark etmiş ve gözlerini üzerime dikmişti.
Yine o bakış, tüylerimi ürpertiyordu.
Gözlerimi devirdiğim esnada, olduğum yerde duraksadım ve Asena fark etmeden burdan uzaklaşmayı umdum. Tam arkamı dönememişken, Asena Tuğra'nın bakışlarını takip ederek arkasına döndü ve beni görür görmez yüzü aydınlandı.
Her zamanki cilveli ses tonuyla, "Hey! Buradayız!" diye seslendiğini duydum.
Ah, biliyorum.
Buradasınız.
Yüzüme telaşlı bir gülümseme yerleştirip yönümü tekrar onlara çevirdim. Surat ifademi korumaya çalışırken çekingen adımlarla onlara ilerliyordum, bu sırada Tuğra'nın kolları göğsünde kavuştu ve duvara doğru yaslandı. Bakışlarını üzerimden hiç çekmiyordu.
Pekala.
Bu hiçte rahatsız edici değildi. Yani, gerçekten.
Memnuniyetsiz ve mesafeli bir şekilde selam verdim. Bir an önce ordan ayrılmak istiyordum ama Asena hiç susmuyordu. Konuşan Asena olmasına rağmen Tuğra'nın bakışları hala üstümdeydi ve artık dayanamayarak ben de gözlerimi ona diktim. Gözlerini üstümden hiç ayırmamasına rağmen, göz göze geldiğimiz an bakışlarını çekiyordu.
Oyun mu oynuyorduk?
"Neye bakıyorsun Tuğra?"
Elleri çenesine doğru gitti ve çarpık gülümsemesini takındı. Ah, cevabım işte buydu. Tuğra gerçekten aranıyordu.
"Neye bakıyorsun dedim sana?"
"Ayı oynuyor, ona bakıyorum."
Tırnaklarımı avuç içlerime geçirerek sinirimi yatıştırmaya çalıştım ama nafileydi. "Hadi canım," diye homurdandım. "Bir daha düşün. Trene bakan öküz olmayasın?"
"Tren mi?" dedikten sonra gerçekçi olduğunu düşündüğü bir kahkaha koyuverdi. "Benim bildiğim trenler ince, uzun falan olur. Sen..."
Tuğra'nın öfkeyle giriştiği cümlesini Asena yarıda keserek araya girdi. Neler söylediğini anlayamayacağım bir mesafede, ona bir şeyler mırıldandı. Bu sırada, Tuğra bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmiyordu. Sanki bakışları kılıç kuşanmıştı ve adeta benimkilerle savaşıyordu. Dişlerini sıktığını, ifadesinde görebiliyordum. Kemikli bir suratı vardı, bu yüzden öfkesi yüzünden okunabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Ficção Adolescente"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014