Son derse girdiğimizden beri, bu işin nasıl olacağını düşünüyordum. Ben mi onun yanına gidecektim? Ya da kapıda bekliyor mu olacaktı? O mu gelecekti? Ah, hayır. Benim gitmeyeceğim kesindi. Kesinlikle gitmezdim. Benim problemim buydu: Çok düşünüyordum. Ayrıntılara çok takılıyordum. Ama elimde değildi işte. Küçüklüğümden bu yana, bu huyum hiç değişmemişti. Babamı maddi açıdan zorlayabileceğini düşündüğüm bir hediyeye sevinmek yerine, bir haftalık harçlığımı iki haftaya yayma planları yapardım. Haklı bile olsam, annemle kavga ettiğim zaman acaba onu üzüp üzmediğimi düşünürdüm. Hani bir anlık sinirle, annenize beddua edersiniz ve sonra pişman olup saatlerce o bedduanın gerçekleşmemesi için yalvarırsınız ya... O çocuklardandım ben işte. Hala da öyleyim.
Tüm bu düşüncelerden zilin çalmasıyla sıyrıldım. Ağır hareketlerle ayağa kalktım ve askılıktan gri montumu aldım. Sırama geri döndüğümde huysuz bir şekilde kapıya yönelen Rana'yı fark ettim. "Yarın görüşürüz," dedim gülümsemeye çalışarak. Acaba beni Tuğra ile görecek miydi? Görürse ne düşünecekti? Yanlış yapmıştım, keşke bu işe hiç bulaşmasaydım. Görmemesini umarak masamın üzerindeki eşyaları toparlamaya başladım. "Bravo sana Ada," diye mırıldandım kendi kendime. Sınıfın tamamının çıktığının farkındaydım ama oyalanmak işime geliyordu. "Aynı evde o herifle ne yapacaksın acaba? Aklından ne geçiyordu? Acaba gebertip seni bodrum kata fırlattığında da Asena'nın doğum gününü kutlayabilece-" Kapının çarpma sesiyle kelimelerim yerini tiz bir çığlığa bıraktı.
"Sonsuza kadar seni mi bekleyeceğim?" diye sordu Tuğra yüksek bir sesle. Bir küfür mırıldandım ve söylediklerimi duymadığını umdum. Ya da, duyabilirdi. Umrumda değildi. Tekrar önüme dönüp sıranın altına doğru eğildim ve unuttuğum bir şey var mı diye baktım. "Biraz beklesen ölmezsin." Panikle sıranın altında ne varsa çantama doldurdum ve omzuma geçirdim. Tam o an pişman olmuştum, çanta çok ağır bir hal almıştı ama geri dönüp boşaltmaya cesaretim yoktu. "Seni beklerken ölürsem zaten, gözlerim açık gider." Hiçbir cevap vermeden yanından yürümeye başladım. Onunla yan yana, tam anlamıyla yan yana ilerlemek tuhaf bir histi. Birisiyle birlikte yürümek ne kadar garip olabilirdi ki, değil mi? Ama garipti işte. Dostum değildi, arkadaşım değildi, sevdiğim birisi bile değildi. Tek bir olumlu his beslediğim birisi değildi. Bütün bunları düşünürken derin bir iç çektim ve okulun çıkış kapısına geldik. Benden tarafa hiç bakmadan, kapıyı benim için açtı ve o da arkamdan geldi. Tam okulun çıkışında servis alanımız vardı, bu yüzden neredeyse bir okul servisini orada bekliyordu. Tam o anda asıl oyalanma sebebimin bu olduğunu fark ettim. Ne kadar çok oyalanırsam servisler o kadar çabuk giderdi, o kadar az kişi beni onunla yalnız yakalardı. Ama gecikmem hiçbir işe yaramamıştı ve bu canımı daha da sıkmıştı. "Yürüyerek gitmek istiyorum," dedim kararlı bir sesle. Bütün bunlar bir yana, aylar önce üzerime sürerek beni korkuttuğu motoruna asla binmezdim. Evet, Tuğra zorbanın tekiydi ve bir kızın üzerine motor sürermiş gibi yaparak bu görüntüyle eğleniyordu. Şimdi o motora beni hiçbir kuvvet bindiremezdi. Bu görüntü midemi bulandırınca yüzümü buruşturdum."Tabi yürüyeceğiz," dedi güler gibi bir ses tonuyla. "Makam aracı mı istiyordun? Ya da seni Pars'a bindireceğimi mi?" Ah, neden böyle yapıyordu? Birbirimizi sevmiyor olabilirdik. Hatta hiç hoşlanmıyor olabilirdik, ama bu kadar çocukluğa gerek var mıydı? Eğer bu oyunu o sürdürecekse ben de sürdürecektim. Gözlerimi hiç kaçırmadan tam gözlerinin içine baktım. Gözlerinin elâsı beni ürpertmişti. İçimde tuhaf hisler belirmesine sebep oluyordu. Yine aklımı okuduğuna dair garip bir hisse kapılınca gözlerimi kaçırdım. "Pars mı dedin?" Kelimelerim yapmacık bir kahkahanın arasından fırlamıştı. "Motorsikletine isim mi koydun?" Sanki annesine küfretmişim, sanki yedi ceddine sövmüşüm gibi bir ifadeye bürünüp saçlarımı karıştırdı. "Evet, küçük mavi. Senin bile adın var, onun neden olmasın?" Ne? Küçük? Mavi? Ne? "Bir adım olduğunu biliyor olman güzel," dedim yüksek bir sesle. "Hem mavi de ne?" Etrafına bakınıp sırıtırken elinde olduğunu fark etmediğim anahtarları arka cebine koydu. "Gözlerin, mavi, haberin yoksa söyleyeyim. Ayrıca sadece mavi ne diye sorduğuna göre, küçük olduğunu kabul ediyorsun yani?" Ağzımı önce kocaman açıp, daha sonra gözlerimi kısarak yüzüne baktım. "Sana cevap vermiyorum," dedim işaret parmağımı suratına doğru sallayarak. "Ama umarım bu maviler seni boğar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Ficção Adolescente"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014