//ASENA
Ada kapıyı çarpıp çıktığı zaman bir an olduğum yerde sabit durdum. Bu şekilde tepki vermesinin hiçbir mantığı yoktu, onu hiçbir zaman Rana'yla bir tutmamıştım. Rana benim canımdan bir parçayı öldürmeye çalışmıştı, tepkim bu yüzdendi. Neden kişisel algılıyordu ki? Madem kimse bana bir şey anlatmıyordu, ben de kendim öğrenirdim. Başka yolu mu vardı?Kendimi toparladıktan sonra ayaklandım ve bir an önce gitmek için hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. "Ya bir sabit durun be!" diye bağıran Seher'e aldırmadım ama arkamdan geldiğinin farkındaydım. Ben koşuyordum, o da beni kovalıyordu.
Rana'yı arıyordum. Her yerde.
Okulun arkasına açılan kapıdan dışarıya çıktım ve hiç düşünmeden sola doğru döndüm. Spor salonunun arkasındaki büyük ağaçların altı hepimizin her zaman saklandığı tek yerdi. Rana'yı orada bulacağımı biliyordum.
Ağladığını duyabiliyordum. Beni görür görmez gözleri büyüdü ve anında ayağa kalktı. "Ne istiyorsun benden?" diye sordu ona yaklaşmama izin vermeden. Kendimden emin bir ses tonuyla, "Nedenini istiyorum Rana." dedim. Ağlamayı kesmeden gülmeye çalıştı ve tam o sırada yaptığım şeyden pişmanlık duydum. Evet, Tuğra benim için her şeydi ama Rana'da benim için kıymetliydi. Yaptığımın telafisi yoktu, tıpkı onun Tuğra'ya yaptığı gibi davranmıştım. Bakışlarımdan gerçekten ona zarar vermeyeceğimi anlamış olmalı ki derin bir nefes alarak yönünü bana çevirdi.
"Tuğra'yla neden ayrıldığımızı biliyor musun?" dedi net bir şekilde. Bilmiyordum. Tuğra asla kendi hayatına dair bir şeyleri bana anlatmazdı, Rana ise o zamanlarda rapor alıp okula gelmemişti. Bilmiyordum. Bu yüzden lafı çevirmeden "Bilmiyorum." dedim. Gözlerimi ona dikiyordum çünkü bu şekilde yalan söyleyemesin istiyordum. Bütün hareketlerini, bütün tepkilerini tek tek inceliyordum. Dizlerini göğsüne doğru çekti ve oturuşunu düzeltti. Aynı şekilde o da gözlerimin ta içine bakarak konuşmaya başladı.
"Tuğra'yla onun evinde buluşacaktık. Feridun Amca her zamanki gibi yurtdışına çıkmıştı ve böyle zamanlarda İnci Teyze evde tek olmayı sevmez. Tuğra'nın eve giriş çıkış saatleri belli olmadığından annesi teyzesine gider kalır. Birlikte bu fırsatları hep değerlendirirdik, yine öyle bir akşamdı." dedi ve hıçkırmaya başladı. Sakinleşmesi için hiçbir şey yapmıyordum. Hiçbir teselli de bulunmuyordum. Çünkü onu izlemek istiyordum. "Eve gittim. Yemek sipariş edeceğimizi düşündüm ama Tuğra bu sefer kendi elleriyle yemek yapmıştı. O kadar mutlu olmuştumki... Neredeyse ağlayacaktım. Boynuna sarıldım ve masaya oturdum. Yemeğin yanında bir kaç kadeh şarap içtik ve odasına gittik..." Siktir, daha fazlasını duymak istediğime pek emin değildim. Bu yüzden, "Ayrıntıları geç, Rana." dedim. "Pek bir şey olmadı Asena. Yani en azından düşündüğün gibi bir şey olmadı." dedi ve iki parmağını gözlerine bastırdı. "Tabi bütün bunlar onun beni tehdit etmesine engel olmadı."
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Nasıl baktığımı, yüzümün nasıl bir hal aldığını bilmiyorum ama Rana korkmuş olmalı ki ayağa kalkarak beni kendinden uzaklaştırdı. "Olanı biteni kaydettiğini çok sonradan fark ettim!" diye bağırdı. Ayağa fırladım ve tek elimle ağzını örttüm. Bu daha kuvvetli ağlamasına sebep olmaktan başka bir işe yaramadı. Bu yüzden elimi çektim ve "Devam et." dedim. "Korkumdan ne yapacağımı bilemedim. Aklıma Ada'yı aramak geldi. Seni arayamazdım, Seher'le zaten o kadar yakın bile değilim. Aklım sadece Ada'ya gitti ve onu aradım." Yalan söylüyordu. Ada biliyor olsaydı bunu bana çok daha önceden anlatırdı. Anlatırdı, değil mi? "Evden pek fazla uzaklaşacak halim yoktu. Gözümün önünü bile göremiyordum. Şoka girmiştim. Kaybolmaktan korktuğum için sadece bir sokak arkaya gittim ve bir köşeye çöküp sessizce ağladım. Sadece ağladım. Ada'nın gelip beni bulmasını bekleyene kadar." Sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi yere çöktü ve başını iki elinin arasına aldı. Öyle şiddetli titriyordu ki dayanamadım ve yaklaşık bir saat önce yolduğum saçlarından geriye kalanını okşadım. "Ada yanıma gelmeden önce Tuğra'nın evine uğramış. Doğru düzgün ne halt döndüğünü ona anlatamamıştım, sadece olduğum yeri söyleyip kapatmıştım. O da oraya gitmiş. Aralarında ne geçti bilmiyorum, Tuğra ona ne söyledi bilmiyorum..." Son cümlesini kurarken sesini yükseltmişti. "Yanıma geldi, hiçbir şey söylemeden beni ayağa kaldırdı ve eve bıraktı. Zaten sonra okula gelmedim, rapor aldım ve toparlanana kadar öylece bekledim. Hiçbir şey yapamadım Asena! Hiçbir şey! Tuğra sert olduğu zaman nasıl baktığını çok iyi bilirsin. O bakışlarını unutana kadar öldüm ben!" Tuğra böyle bir adam olamazdı. O da beni hayalkırıklığına uğratamazdı. O kadar çok kendimi sıkmıştımki başıma giren ağrıyla birlikte gözümden bir damla yaş aktı. "Elinde ne var ne yok önce okula dağıtacağını, sonra da aileme yollayacağını söyledi. Bir anlığına ne olacaksa olsun diye düşündüğüm çok oldu ama her an bunu yapabileceğini bilme düşüncesiyle yaşamak ölmekten beterdi. Ben de kendimi öldürmek istedim." cümlesini tamamlar tamamlamaz güldü. "Peki ne oldu biliyor musun? Kurtuldum! Ve bu okula hiçbir bok olmamış gibi gelmeye devam ettim. Geldiğimde ilk gördüğüm manzara neydi, bilmek ister misin?" Tekrar ayaklandı ve ben daha fazla onu izleyemiyordum. Bakışlarımı yere sabitleyip onu dinliyordum. Sadece acı içinde anlattığı her şeyi kelimesi kelimesine dinliyordum. "Seni onunla gördüm, Asena! Onun kolundaydın. Bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu tahmin edebilir misin? Bilebilir misin?" Konuşmaya devam ettiği sırada yavaş adımlarla yanıma yaklaşıyordu. "O boktan günün her anına şahit olan Ada bile onun ebesinin amının nişanına gitti be! Sen geldin bugün onun için üzerimde tepindin Asena! Ben hangi birini hak etmiştim? Tuğra beni ne zaman düşünmüştü de ben onu düşünecektim? Söylesene, Asena. Ne zaman? Hangi birine üzüleceğimi şaşırmıştım. Çok sevdiğim birini o adamın kollarında görmek mi beni daha çok üzmüştü yoksa giderek ona gerçekten bağlandığını görmek mi?" Dirseğimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Hiçbir hamlesine karşılık veremiyordum. Kendimi hiç bu kadar aciz hissettiğim daha başka hiçbir an olmamıştı. "Ben geberemedim, o gebersin istedim. Çünkü bu iş mezarda bitecek. Anladın mı?" dedi ve dengemi kaybetmemi sağlayacak şekilde beni oturduğum yere geri itti.
Adımları ve ağlama sesi, yavaş yavaş benden uzaklaştı.
*
Kaç saniye, kaç dakika, kaç saat orada öylece oturdum bilmiyordum. Rana'nın ağzından çıkan her kelime beynimde dönüp duruyordu ve hepsini algılamaya çalışıyordum. Kendime geldiğim zaman Seher'in yanımda olduğunu fark ettim. O da duymuş muydu? Bilmiyordum. Ona olan bakışlarımdan sonra "Hepsini duydum." dedi. Sesi o kadar çekingen çıkmıştı ki gözlerimden yaşlar akmasına engel olamadım. Bütün bunlar gerçek olamazdı. Benim tanıdığım Tuğra... Bu değildi.
Ayağa fırladım. Gözümden akan yaşlardan önümü bile göremiyordum ama umrumda değildi. Sınıfa gittim ve Tuğra'yı yerinde buldum. Onu orada öylece otururken görmek beni sakinleştirmemişti, sınıfta bir tek Onur vardı ve "Onur, çık dışarı." dedim. Bir an neye uğradığını şaşırsa da aynı şeyi daha sert bir ses tonuyla tekrarlayınca söylenerek dışarıya çıktı. Tuğra'nın yüz ifadesinden hiçbir şey okuyamıyordum, ne bir korku, ne bir merak, ne bir öfke... Sadece... Bakıyordu.
Çenem titriyordu. "Nasıl?" diyebildim sadece. Dudaklarımdan dökülen tek şey bu olmuştu. "Sen nasıl..." dedim ve devam edemedim. Ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı ama "Yaklaşma." diye tısladım. "Yüzün bembeyaz oldu." dedi. Sanki umrumdaymış gibi. "Sen bile, Tuğra..." bütün cümlelerim kesik kesikti. Hiçbirinin sonunu getiremiyordum. "Sen bile!" diye bağırdım ve dizlerimin bağı çözüldü. Bağırarak ağlamaya başladım ve yere çöktüm. Tuğra yanıma yaklaştı ve beni kucağına oturttu. Kendini sıktığı için saçlarımın arasına ellerini acıtacak bir şekilde geçirdi. Şefkat gösterirken bile öyle sertti ki.. Ona karşı gelmek istiyordum, kollarından kurtulmak istiyordum ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. "Sakinleş, her şeyi anlatayım." dedi ve bu beni güldürmekten ötesine götürmedi. "Kapat çeneni ve sakinleş Asena! Hepsini anlatacağım."
Son söylediğinin üzerine onu kendimden uzaklaştırarak ittim ve ayağa kalktım. O da benimle birlikte ayaklandı ve yapacağım en ufak hareketi beklemeye başladı. Ona doğru yaklaştım, "Ne gereği var? Nasılsa bir cümlesine bile inanmayacağım." dedim.
Ve o orada öylece dururken kapıyı çarparak uzaklaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Ficção Adolescente"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014