Ozan denen herif, bana sunduğu teklifle Tuğra'nın sinirlerini bozalı yarım saat oluyordu. Yarım saattir piyanonun başında öylece bekleyerek birbirine aykırı olan tuşlara basıyordum. Seher'in Onur'u affetmesi için saatlerdir buradaydık ama buna değip değmeyeceğini kestiremiyordum. Seher karmaşık bir insandı, ona çok yakın olmama rağmen bütün bunlar onu etkilemeye yeter miydi, emin olamıyordum.
"Kes artık şu zımbırtıyı," dedi Tuğra. Ayaklanıp sağ elindeki bağlamayı oturduğu tabureye yasladı. Beni görebileceğini bildiğim bir anda bariz bir şekilde gözlerimi ona devirdim.
"Gözlerini oyarım, Ada."
"Oyarsan," dedim ben de tabureden kalkıp. "Şarkıda sana eşlik edemem. Sevgili yengen, kardeşinle barışmaz."
"Hem gözsüz, hem eltisiz kalırsın," dedi Tuğra, tek elini çenesine yaslarken. Sahnenin kahverengi parkelerinde ses çıkartarak ilerlerken, "Bu elti muhabbetin yetti. Seher benim en yakın arkadaşım," dedim.
"Eltin."
"En yakın arkadaşım."
"Bunu sana beş yıl sonra tekrar soracağım," dedi. Aramızdaki mesafeyi gittikçe kapatıyordu ve ela gözlerindeki alay hala devam ediyordu.
"Ne olacakmış beş yıl sonra?"
"Evlendikten sonra," dedi. "Gerçekten akraba olduğunuz zaman hala en yakın arkadaşım diye hitap edemeyeceksin. Kızlar kıskançtır." Burnuma işaret parmağıyla belli belirsiz dokunmuştu.
Yüzümü buruşturarak, "Seninle evleneceğimi kim söyledi?" dedim.
"Benimle evleneceksin," diyerek başıyla kendini onayladı. "Başkasıyla evlenirsen düğün gününde seni de o herifi de öldürürüm."
"Lütfen, Tuğra," dedim ondan uzaklaşıp sahnenin önüne doğru ilerlerken. Göz temasımızı kesmiştim, çünkü verdiği her cevapta suratımdaki gülüş daha da geniş bir hal alıyordu. "Asıl seninle evlenirsem, beni düğün günü öldür."
"Nedenmiş o?" Yüzünü göremesem de, dudaklarındaki tebessüm sesine yansıyordu ve ben bunu hissedebiliyordum. "Eltinle birlikte çifte düğün yapardınız."
Ayaklarımın yönünü ona doğru çevirirken kendi etrafımda döndüm. "Bakıyorum pek bir meraklısın," dedim iğneleyici bir sırıtışla. "Hani bizim hayatımızda sıradanlığa yer yoktu? Hani kız çocuğu olan bir çift olmayacaktık?"
"Olmayacağız," dedi. Bunu kendinden o kadar emin bir şekilde söylemişti ki, bu durum mana veremediğim bir şekilde yüreğimde bir yerleri sızlatmıştı. Böyle söylemesinin sebebi ben miydim, durmak bilmeyen hayat düzenimiz miydi yoksa gelecek kaygısı mı? Cevabını bilmediğim soruları Tuğra'ya yöneltmekte hiçbir zaman başarılı olamamıştım. O benden tarafa hiç bakmadan sahnedeki işlerini halletmeye devam ederken bütün bunları gözden geçirdim. Zihnim ona verilebilecek herhangi bir cevap ararken, gözlerimiz buluştu.
"Olmayacağız çünkü kız çocuklarından nefret ettiğini söylemiştin."
Ah, durumu toparlamaya çalışıyordu. Bu hallere girdiğinde öyle tuhaflaşıyordu ki, bunu yapmaya çalıştığı için bile minnettar oluyordum.
"Ama adını bile koyduğunu söylemiştin."
"Doğmamış bir çocuğu kıskanıyorsun, Ada." Burnunu kırıştırdı. Gözlerimi kısıp ona en kötü bakışlarımdan attım.
"Asıl sen erkek çocuğu kıskanacağın için kız istiyor olabilir misin acaba?" dedim. Bunun üzerine gülmemek için başını sola doğru çevirdi ve sahnenin arkasına doğru yürüyüp gözden kayboldu. "Sana kızınla mutluluklar," diye bağırdım beni duyabilmesi için. "Çünkü asla bir kız doğurmayacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Teen Fiction"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014