Erken uyuduğum için erken uyanmıştım ve kendimi duşa atmıştım. Fazla uyumak beni sersemletmişti ve hala uykum olduğunu hissetmeme neden oluyordu. Baştan aşağı siyah giyinip saçlarımı dağınık bir topuzla tepemde topladım. Belime kadar gelen uzun kahve-siyah saçlarım vardı. Ten rengim ve saçlarım birbirine çok zıttı, bu da yüz hatlarımı olduğundan sert gösteriyordu.
Bunu seviyordum.
Dışardan soğuk gözükmek işime geliyordu. Dersi dinlemek istemediğim zamanlarda düşüncelere dalmamak için çantama bir roman attım. Hafif bir göz makyajı yaptım ve evden çıktım.
İlk tenefüsümüz on beş dakikaydı ve sınıfta oturmak istemediğim için bahçeye çıktım. Okulun tam sağında spor salonu vardı, sol tarafındaysa kapalı bir bank. Banka doğru ilerledim ve soğuğa aldırış etmeden demir masanın üstüne oturdum. Geçen sene, okulun ilk gününde bu banka gelip oturduğumda gözlerimin dolduğunu hatırladım. Benim için zor günlerdi. Hala o günler bitmiş sayılmazdı ama tutunacağım insanlar, sevgiler bulmuştum en azından. Bilmiyorum. Bu daha çok siyahın içinde beyazın yer alması gibi bir şeydi. Bir gün o beyazın büyüyerek siyahı kamufle edeceğini umuyordum, hepsi bu.
Bunları düşünürken karşımdan birinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Buraya yalnız kalmak için gelmiştim ve tam şu anda, normal zamanda bile yanıma gelmesini dileyeceğim son insan kararlı adımlarla yanıma doğru ilerliyordu. Tuğra, ona baktığımı fark etmeden önce huzursuz bir şekilde etrafı inceliyordu. Gözlerimiz buluşunca, bakışlarını hiç çekmeden bir okun hedefi gibi üzerimde tutuyordu. İki eli de cebindeydi, suratındaki ifadeyi anlamakta imkansızdı. Onu çözemiyordum. Kendi kendinin hakimi olabilmeyi beceriyordu. Onun bilmesini istediği kadarını biliyordunuz ve gerisi sadece sırlardan ibaretti. Benim aksime tam karşımdaki banka oturdu ve iki ayağını da oturduğum masaya serdi. Bedenini geriye doğru kaydırırken, ellerini ensesinde birleştirdi ve rahat bir tavır sergiledi. İğneliyici bakışlarımı ayaklarına diktim ama bu onu zerre irite etmedi.
"Ne istiyorsun?" diye homurdandım. Ensesindeki ellerini, oturduğu bankın demirlerine doğru attı ve "Hiçbir şey. Sadece boynuna bakmak istedim." dedi. İstemsiz bir kahkaha attım. "Eserini görmek seni gururlandırıyor mu?" Kaşlarını havaya kaldırıp, başını aşağı yukarı salladı. "Bu tür morluklar bırakmak mı? Genelde evet. Ama bu, hayır." Ettiği tuhaf laflara karşın bir tepki bekledi. Yaptığım tek şey gözlerimi yuvalarından çıkartırcasına devirmek oldu. Pekala, ne? Gülmem mi gerekiyordu?
"Bak ben bu işleri beceremem," dedi ve ayaklarını yere doğru indirip dik bir duruşa geçti. "Bu işi kimin yaptığını biliyorum. Bıçağı götüren veleti buldum ve arkasındaki kişiyi de öğrendim."
Ah. İşte. Kıyamet yaklaşıyor, hazır olun!
"Aylar sonra neyin intikamıydı anlamadım, ama sana söylemek istediğim bir şey var. Hiçbir şey bilmiyorsun." Anlamayan bakışlarımı üstüne diktim. Şu an gerçekten endişeli bir görüntüsü vardı. Gerçekten, bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibi. Ciddiydi. "Ben gözündeki o adam değilim. Evet, geçmişte kötü anılar biriktirdik. Ama kafanda geçmişle ilgili her olay, parçaları eksik yapbozdan başka bir şey değil." Ayağa kalktı ve etrafına bakındı. "Bunu sana kanıtlamak zorunda değilim ama yine de bu olayın peşini bırakacağım." İçimden hiç inanmak gelmiyordu. Tuğra'ydı bu. Boğazımı temizleyip bir şeyler söylemek için ağzımı açmıştım ama eli dudaklarıma gitti ve işaret parmağını dudaklarıma değdirerek, "Şşş," diye mırıldandı. Bakışları dudaklarımın üzerindeyken, gözlerinin önünden geçen sis bulutu sanki beni boğuyormuş gibi hissettim. Hareketi bedenimdeki bütün kaslarımı hissetmeme sebep olacak kadar gerilmemi sağlamıştı. Bana kullandığı kaba kuvvetler dışında hiç dokunmamıştı. Bu bir ilkti. Aynı etkiyi o da yaşamış mıydı bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Fiksi Remaja"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014