Gözlerimi açtığımda henüz gün doğmamıştı. Bu benim için nadir bir durumdu, çünkü on dakika daha uyumak için yalvaranlardandım. Ama böyle olmasının sebebi de zaten, her insanın hayatında başına bir kez gelebilecek bir gündü.
"Lisenin ilk günü."
İnsanların "En güzel yıllar lise yıllarıdır." lafından olsa gerek, o yaz bütün beklentimi yüksek tutmuştum. Pek sevilen biri sayılmazdım, bu yüzden yeni arkadaşlıklar , yeni ortamlar , yeni insanlar gözüme çok güzel gözüküyordu.
Ta ki gideceğim liseyi görene kadar..
Tercihler açıklandıktan sonra ilk işim orayı görmek oldu. Hayatımı bir an önce düzene sokmak istiyordum. Yanlış anlaşılmalarımı düzeltmek, bu sefer doğru adımlar atmak istiyordum. Kötü birisi sayılmazdım, ama beni seven insanlara ben bile hayret ederdim. Zaten bir elin parmağını geçmezlerdi. Ama bütün bunlara rağmen tek bildiğim, o okula gitmek istemeyişimdi. Ama olmadı. Sanki bir şeyler beni dönüp dolaştırıp, duvarlarında tuhaf desenleri olan o okula çekiyordu. Böyle olması bana "kadermiş, böyle olmalıymış" dedirtmiyordu. Aksine, gün geçtikçe hırslanıyordum. Kendimi hiçbir yere ait hissedemiyordum, hiçbir yere ve hiçbir insana. Hele o okula hiç. Yapılacak hiçbir şey yoktu ve ben o okula gidecektim.
Vakit dolana kadar yatağımda oturup bunları düşündüm. Aklımdan son yılımda yaptıklarım, aldığım kararlar, hepsi geçti. Hiçbirini yerine getirememiştim. Kendime verdiğim hiçbir sözü tutamamıştım, bunlar içimi yiyip bitiriyordu. 2 saatin sonunda yatağımdan doğruldum ve camdan dışarı baktım. Sonra ağzımdan bu cümleler döküldü: "İşte başlıyoruz.."
"Ne zamandan beri kahvaltı hazırlıyorsun?" diye seslendim mutfakta ondan beklenmeyecek neşeyle şarkılar söyleyen anneme. Ela gözleri bir an için kıyafetlerimi süzdü. Bakışlarındaki memnuniyetsizliği hemen anlamıştım. Ne zaman bir şeyler onun için ters gitse hep böyle bakardı. "Sen liseye başladığından beri. Hazırlanmayı düşünmüyor musun?"
Aslında bir karar almıştım. İstediğim yer olmadıkça ne kılımı kıpırdatacaktım ne de bundan pişmanlık duyacaktım. Ama herkesin elinden gelen her şeyi yaptığını biliyordum. Çocukluğun anlamı yoktu, hem artık hayatımda yeni bir dönem açılıyordu. O döneme de hata olduğunu bildiğim şeyleri yaparak devam edemezdim. Bu yüzden annemi memnun etmek için dar koridorlardan geçip odama geri döndüm. Kapımı kapattım ve lisenin bir yılını çoktan devirmiş olan arkadaşımın "Alışveriş yaparken ceketi ve kazağı alma, nasılsa hiçbir zaman giyemeyeceksin." tavsiyesine uymayan babama bir kez daha sinirlendim. Bunları giymek istemiyordum. Bunların hiçbirisini istemiyordum. Kendi kendime "İlk bir haftayı atlatacaksın, sadece ilk bir hafta, sonra her şey yoluna girecek." diyordum. Bunları kendimi iyi hissetmek için söylediğimi biliyordum ama gerçek olmaları için bir yandan da dua ediyordum.
Gözlerimi odamın mor-gri duvarlarına çevirdim. Takvimime göz attım: "19 Eylül 2011" yazısına gözlerimi diktim. "Bu tarihe iyi bak" dedim kendi kendime. "Ya söverek ya severek hatırlayacaksın.."
Arabadan indiğimde annemi dinlemeyip o ceketi giymemem gerektiğini anında anlamıştım. Kollarını sündürerek ani bir hareketle ceketten kurtuldum. İsmimi duymuştum, ama kendimi öylesine oraya ait hissetmiyordum ki üstüme bile alınmadım. Ses gittikçe yaklaşıyordu. Artık görmezden gelemeyecek yakınlığa ulaştığında yüzüme tahmin ettiğim kadar yapmacık durmaması için dua ettiğim bir gülücük yapıştırdım. "Ada! Gelebildiğine sevindim. Ne yalan söyleyeyim, bir an için okulu bırakacağını bile düşündüm." Duyduğum ses Hale'ye aitti. Benden bir sınıf üstteydi, bu okulda 2. yılıydı. Açık kahverengi denilebilecek, güneşteyse yeşile çalan gözleri vardı. Yapıca iriydi; yürüyüşü vahşi hayvanları andırsa da konuşmaya başladığı andan itibaren bütün sempatik haline bürünürdü. Okulu gördükten sonra, ona bu okula koskoca bir yıl nasıl dayandığını sormuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Ficção Adolescente"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014