Bütün gece hiçbir detayı atlamadan kutunun içinde ne varsa döktüm. Evet, Rana ve Tuğra'nın o meşhur kutusunu.
Pek iyi şeyler bulmayacağımın farkındaydım. Aşk mektuplarından, küçük hediyelerden oluşan bir kutudan ne bekliyordum, ben de bilmiyordum. Ama yine de.. Kalbimin kırılmasına engel olamamıştım.
İki gün önce kollarında uyuyup kaldığım adamın bir başkasına olan cümlelerini okuyup, en ufak detaylara bile takılarak düşünüp, elime geçen her eşyanın hikayesini kafamda uydurmaya çalışmak bana çok ağır gelmişti. Uyumayı başarabildiğimde hava çoktan aydınlanmıştı, ve iki saatliklik uykuyla okula gitmek zorundaydım. Mükemmel.
Okula geldiğimde kutu da benimleydi. Bunu Tuğra'nın kafasına geçirmekte kararlıydım. Tamam, belki böyle bir şeye hakkım yoktu ama eğer içimden geleni yapmazsam kin besleyen bir insandım. Ne kadar korkutucu olabileceği umrumda değildi, kalbim çok kırılmıştı. Henüz Rana'yla yüzleşmemiştim. Daha doğrusu bunu ne Asena, ne ben yapmamıştık.
İlk tenefüs on beş dakika olduğu için bu işi şimdi yapacaktım. Öğle arasına kadar dayanabileceğimi sanmıyordum. Kutuyu da yanıma alarak arka merdivenlerden aşağıya indim ve Tuğra'yı aramaya başladım. Merdivenlerin sonunda Tuğra'nın arkası bana dönük bir şekilde durduğunu gördüm. Tam önünde birisi vardı ve onunla konuşuyordu, ama boyundan dolayı kim olduğunu göremiyordum. Basamakları birer birer indikçe görüntü netleşiyordu ve ben bunun gerçek olmaması için içimden dua ediyordum. Yanlış görmüş olabileceğimi düşünerek gözlerimi ovuşturdum ama faydası yoktu. Tuğra, Rana'yla konuşuyordu. Bu cümleyi aklımdan geçirdiğim anda dizlerimin bağı çözülecek gibi oldu ve elimi merdivenin demirlerine dayadım. Bir süre ne söylediklerini duyabilmek için çabaladım ama kulağım öyle uğulduyordu ki bu mümkün değildi. Derin bir nefes aldıktan sonra hızlı adımlarla yanlarına doğru ilerledim ve elimdeki kutuyu parçalanmasına sebep olacak hızda yere fırlattım. Bu sırada kantinde kim var kim yoksa bize doğru baktığını gördüm, ama umrumda bile değildi. Tuğra gözlerini ayırarak önce suratıma, sonra yere dökülenlere baktı. Zaten, Rana'ya dönüp bakmaya tahammülüm bile yoktu. "Ne yapıyorsun sen be?" diye cırlamasını duymazdan gelerek merdivenlere geri döndüm. Tuğra'nın arkamdan geldiğini hissedebiliyordum, bir kereliğine bile olsa beni yalnız bırakamaz mıydı?
Sınıfa girdim ve çantamı aldım. Burada daha fazla beklemek istemiyordum. Tuğra hiçbir şey söylemeden beni takip ediyordu ve okuldan çıktığımız anda arkama dönerek, "Ne istiyorsun benden?" diye bağırdım. Benim bağırmama karşılık sessizce ve tuhaf bir şaşkınlıkla "Sen ne yapıyorsun?" diye sordu. "Yalanlarına inanmaktan vazgeçiyorum! Ne oldu, işine mi gelmedi?" dedim ve büyük adımlarla yürümeye başladım. "Dur." dediğini duydum ama emin olamıyordum. Kulaklarımda tuhaf bir uğultu vardı ve ben her an yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Tam bu sırada Tuğra omzumdan tutarak beni kendine çevirdi ve "Sana dur dedim!" diye bağırdı. Sanki bağırmasını bekliyormuş gibi olduğum yere çöktüm ve ağlamaya başladım. Hiçbir şey söylemeden yanıma çöktü ve beni kendine çekti. İşte, dünyanın en aciz hissettiren duygularından birisi buydu. Canımı yakan oydu ama ben yine onun kollarında ağlıyordum. "Yalan söyledin." dedim tıslar gibi. Fısıldayarak, "Ben sana asla yalan söylemedim." dedi. "Hala da söylemeye devam ediyorsun." dedim. Cümlemi tamamlar tamamlamaz ayağa kalktım ve o da benimle aynı şeyi yaptı. "Ya senin o kızla hala ne işin var! Ne konuşuyor olabilirsin daha?" Bu kadar sulugöz olmaktan nefret ediyordum. Daha çok üzüldüğüm zaman değil, sinirlendiğim zaman ağlayanlardandım. Ve şimdi de ağlıyordum. "Çeneni kapatırsan anlatacağım." dedi. O kadar sakin konuşuyordu ki, bu sakinliği daha da sinirlenmemi sağlamaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. "Ya nasıl bir bahanen olabilir Tuğra? Yalanlarından yoruldum artık!" dedim ve tam bu sırada çenemden tutarak beni susturdu. "Bana bak. Sence ben yalanlara ihtiyaç duyacak bir adam mıyım? Bana iyi bak, Ada! Bir bok yiyeceksem, okulun içinde yapmayacak kadar beynim çalışıyor. Herkesi kendin kadar gerizekalı zannetmeyi bırak." Cümlesini tamamlar tamamlamaz beni geriye doğru itti. Birkaç adım geriye uzaklaştı ve kollarını iki yana açarak konuşmaya devam etti. "Daha iki gün öncesine kadar biri görecek diye ödün kopuyordu! İşine gelince tüm okulu birbirine katmasını biliyorsun, değil mi? Nereden geldi bu cesaret, söyle hadi!" dedi. Neşeden yoksun bir şekilde güldüm ve, "Sen daha yaptığın hiçbir şeyin arkasında duramayacak kadar çocuksun! Rana'yla ne işin olduğuna bile doğru düzgün cevap bile veremiyorsun!" dedim ve o cümlemi tamamlar tamamlamaz birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattı ve dudaklarını dudaklarımın üstüne örttü. Bir yandan onu öpmek, bir yandan ağlamak tuhaf bir duyguydu ama kendime engel olamıyordum. Aklımdan ne kadar aciz olduğum geçse de bir yandan kollarımla onu sarmaktan kendimi alamıyordum. Başını yere doğru eğip alnını alnıma dayadı. "Sinirliyken ne düşündüğün umrumda değil. Seni öptüğüm zaman ne hissettiğin umrumda. Sen gerçekten az önce, seni sahiplenemeyecek bir adamın kollarında gibi mi hissettin?" dedi ve gözlerimin içine bakmaya başladı. "O okul başıma da yıkılsa, ne seni ne de kendimi bu histen mahrum bırakmaya hiç niyetim yok." dedi. Derin bir nefes aldım ve ona sımsıkı sarıldım. Tam bu sırada öten korna sesiyle panikledim ve yanımızda duran arabanın Onur'un beyaz arabası olduğunu fark ettim. Benim kendime çeki düzen vermemin aksine Tuğra hala kendinden emin bir şekilde arabadan inen Onur'u izledi. Onur arabanın anahtarını Tuğra'ya verdi ve, "Uzaklaşın şurdan." dedi. Tuğra tek kelime etmeden anahtarı aldı ve elimden tutarak beni de peşinde sürükledi. Onur arabaya binmemizi ve uzaklaşmamızı izledi. Geri okula nasıl dönecek, hiç bilmiyordum. Okuldan ne kadar mesafe uzaktaydık, onu da bilmiyordum...
Buraya daha önce Kerim'le gelmiştim. Şehrin tepesindeydik. Tuğra arabadan inince ben de kemerimi çözüp arabadan indim ve onu takip etmeye başladım. Artık emirler yağdırmasına gerek yoktu, o ne yapıyorsa ben de onu yapıyordum. Kayalık bir yere oturduğunu görünce ben de yanına oturdum. Uzun bir süre hiçbir şey söylemeden öylece bekledik. Sessizliği bozan ben oldum ve, "Anlat." dedim. "Rana'nın çakıyı ele vermesi, Pars'ı parçalaması... O bu tür şeylere kalkışıyor çünkü ben onu tehdit etmeye devam ediyorum." dedi. Evet, doğru duymuştum. Aynen böyle söylemişti. "Videoyu sildiğini söylemiştin..." dedim ama lafımı keserek "Sildim!" diye bağırdı. Ben de ona karşılık olarak, "Bir şeyleri eksik anlatmandan nefret ediyorum." dedim. Bunun üzerine gözlerimin tam içine baktı ve, "O kast ettiğin bir şeyleri birine anlatabilmek benim için yeni bir olay, Ada. Çabalıyorum işte, baksan göreceksin." dedi. Bunun üzerine elimi yanağına götürdüm ve, "Bakıyorum." dedim. Ve o bu hareketi yoksayarak konuşmaya devam etti. "Sadece videodaki orospu çocuğunun kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Hepsi bu." dedi. Bu cevap beni olduğumdan daha da mutsuz etmişti ama belli etmek istemiyordum. "Neden peşini bırakmıyorsun?" dedim. Onu anlamak istiyordum ama bu benim için çok zordu. Sorumu görmezden gelerek devam etti. "İlk önce videoyu yollayanın kim olduğunu araştırdım... Çünkü videodaki şerefsizle aynı kişi olmayadabilirdi." dedi. Hiçbir tepki vermeden onu dinlemeye devam ediyordum. Derin bir nefes aldıktan sonra, "Çok araştırdım, tahmin edemeyeceğin şeyler yaptım. Aylardır tek öğrenebildiğim, bana o kargoyu yollayanın erkek değil kadın olduğu. Ve adım kadar eminim, Ada, bu kişi Rana değildi. Bütün bunları bilen bir başkası daha var." dedi ve ayağa kalktı. "Sorunun cevabına gelince. Başlarda kendi hırsımdan, öfkemden peşini bırakamıyordum. Ama kurcaladıkça öğrendiklerim beni daha da içine çekti. Ve öğreneceğim daha çok şey olduğuna eminim." dedi. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum, tam ağzımı açmıştım ki konuşmaya devam etti. "Videodaki kimdi? Bana videoyu kim gönderdi? Ve içimden bir ses..." cümlesini yarıda kesip güldü. "... gönderen her kimse, bunu benim iyiliğim için yaptığını söylemiyor." dedi. "Bunun altında ne gibi bir kötülük olabilir ki? Sonuçta seni bir yalandan kurtarmış.." dedim. Bunun üzerine bana doğru bir kaç adım attı ve sarıldı. "Bu kadar iyimser olmana katlanamıyorum." dedi. Başımı yukarıya kaldırıp gözlerinin içine baktım ve o da konuşmaya devam etti. "Aynı zamanda da böyle olman hoşuma gidiyor... Ben de olmayan her şey sende var ve kendi karanlığımda kaybolmayacağım her yanın beni cezbediyor." dedi
Ben de bunun üzerine ona daha sıkı sarıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Teen Fiction"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014