Acını dindirmeyeceğim,
Gerginliğini rahatlatmayacağım.
Boşluğun içinde bekliyor olacaksın,
Senin ilerlemen için hiçbir şey almadım.
Ateşin içindeki gözlerin,
Cesaretin parlak,
Bazı düşmanları deviriyorum,
Bakışlarımla...
Bölüm Şarkısı - Blue Foundation-Eyes On Fire
Okul çıkışına kadar hiçbir şey yememiştim. Bu yüzden başım sancıyordu ve midem burkuluyordu. Sürekli uyku halinde olduğum içinde algım çok düşüktü. Tam anlamıyla zombi gibiydim, evet.
Tıpkı İlhan'ın tanımladığı gibi.
Boş boş dolanıyordum ve boş boş bakıyordum.
Bu yüzden merdivenlerden inerken İlhan'ın yardımını geri çevirmedim. Aslında, kaçmak için İlhan'ın yanını seçmek konusunda hataya düşmüştüm. Birinci sebep, ağzının çok iyi laf yapmasıydı. İkinci sebepse neresinden bakarsanız bakın Tuğra'ya çok benzemesiydi. Ela gözleri, ne çok uzun ne çok kısa olmayan boyu, gülüşü...
Hepsi Tuğra'yı andırıyordu.
Belki de bu yüzden buraya kaçtın, diye fısıldadı zihnim. Ah, bu düşünceler hiç susmak bilmeyecekti.
O konuşup bir şeyler anlatıyordu fakat ben suratına bakarak bunları düşünüyordum. Cümlesini tamamladığında sırıttı ve merdivenlerin de sonuna gelmiştik. Kolundan çıkıp onunla vedalaştım. "Gider gitmez bir şeyler ye," diye tembihledi. "Yoksa anneni ararım."
Evet, arardı. İlhan'ın annemle arası çok iyiydi. Ne zaman görse nazikçe elinden öpüyor, her zamanki ben bir hanım evladıyım hallerine bürünüyordu.
Evde kimsenin olmayacağını az çok tahmin edebiliyordum, genelde babam çok geç saatlerde gelirdi ve annemde okul saatlerimde dışarıda olurdu. Yalnızlık genelde benim kaderimdi. Çok küçük bir çocukken tek başıma evin içinde oyunlar oynadığımı hatırlıyorum. Hiç kimse yoktu, bez bebeklerimle konuşuyor ve yalandan oyunlarımı tek başıma oynuyordum.
Bu düzene alışmam söz konusu değildi, ben zaten böyle büyümüştüm.
Yalnız.
Ve diğer yalnız insanların aksine, bundan yakınmayı bırakıp olduğu gibi kabullenmiştim. Zihnimde iyi ve kötü tarafımı yansıtan iki tane Ada vardı ve onların savaşını uzaktan izliyordum. Hangisi kontrolümü ele geçirirse onun esiri oluyor, bana hükmetmesine izin veriyordum.
Okulun dışına kendimi attığımda, Onur'un gülümseyerek tanımadığım biriyle sohbet ettiğini gördüm. Gözleri bana takılı kaldı ve yanındakini geçiştirip bana doğru yürümeye başladı.
"Servise gelmiyor musun?" dedi eliyle işaret ederken. Onur'la aynı servise biniyorduk, fakat onun da pek uğradığı söylenemezdi. Genelde ya arabasıyla gelirdi, ya da Tuğra'yla birlikte. Bugün ikisi de ortalıkta yoktu.
"Hayır," dedim gülümsemeye çalışarak. "Biraz yürümek istiyorum." Eliyle omzumu sıvazladıktan sonra, "Açılırsın," dedi. "Bir şey olursa ara, gelir seni alırım." Yanağıma eğilip minik bir öpücük bıraktı ve ben de ona gülümsedim. Bakışları hala üzerimde olunca, ben gitmeden gitmeyeceğini fark ettim ve el sallayarak yoluma devam ettim. Hala orada olup olmadığını merak ettiğim için arkama döndüm ve bana arkası dönük bir şekilde birisiyle telefonda konuştuğunu fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERT KARANLIK
Roman pour Adolescents"En parlak yıldızlar bile, karanlık olmadan parlayamaz." 13/12/2014