|33 Bölüm: Biraz insan|

249 38 1
                                    

Kyungsoo yeni melekten gözlerini alamıyordu. Suratı... hiç böyle bir şey görmemişti. Sol tarafı baştan başa incecik noktalar ve kıvrımlı sarmal desenlerden oluşan, egzotik bir dövmeyle kaplıydı ve mürekkep, pırıldayan te­ninin üstünde simsiyah duruyordu. Bir Polinezya esintisi gizliydi o tende, o dövmede ama yüz hatlarının keskinli­ği Kyungsoo'nun kendi atalarına da çalıyordu sanki. Eski bir
Avrupalı'yla karışık egzotik Pasifik rüzgârların manyak güzel bir karışımıydı.

"Wooyoung," diye selamladı Jongin onu.

"Yaralanmışsın." Yeni meleğin gözleri Jongin'in kana­dına kaydı. "Haberim acil değil, bekleyebilir."

Wooyoung hafifçe kımıldanınca kanatlarının hışırtısı Kyungsoo'ya kanatları tam olarak görmediğini hatırlattı. Kyungsoo kaşlarını çatıp vitray camın güneşin ışınlarını mat bir şekilde geçirdiği holün loş ışığında gözlerini kıstı ama hâlâ belirsiz bir gölge dışında bir şey seçemiyordu.

Sormak zorundaydı. "Kanatların nerede?"

Wooyounh öylesine bir bakış fırlatıp sessizce tek kanadını açtı. Koyu, külümsü bir siyahtı. Kanat ışığı yansıtmıyor, adeta ışığı emiyordu, kenarları karanlıkta belirsizdi.

"Vay canına," dedi Kyungsoo. "Sen tam bir gece bekçisisindir."

Wooyoung ondan Jongin'e döndü. "Rapor bekleyebilir ama duyman çok önemli."

"Bir saat sonra buluşuruz."

"Efendim, akşamın erken saatleri uygunsa eğer, önce­sinde uçup başka bir şeye bakmak istiyorum."

"Dönünce benimle temasa geç."

Wooyoung kısa bir kafa sallayışla yanlarından ayrıldı. İkisi de temizlendikten ve vampirin getirdiği yiyeceklere gömüldükten sonrasına kadar ağzını açmadı Kyungsoo.

"Kâhyan giysilerimi yıkamış," dedi yatağın üstünde bağdaş kurmuş otururken.

Dünkü kargo pantolon ve tişört yıkanmış ve ütülenmiş vaziyette onu bekliyordu. Jongin de yatağa oturmayı tercih ettiğinden tam karşısındaydı ve o da tek kaşını kaldırdı, bir bacağı şiltenin üstünde, bir ayağı yerde, yaralı kanadı en hızlı iyileşmeye ulaşmak için yatağın üstünde serili vaziyetteydi. Jongin­ , yaralı bölgeye özel bir merhem sürmesini rica ederek Kyungsoo'yu çok sevindirmişti ve Kyungsoo başmeleğin ona yaşattı­ğı hisler konusunda yalan söyleyemeyecek kadar ağrılı ve hayal kırıklığı içindeydi.

Jongin yaralıyken onu yanında tutarak Kyungsoo'ya ilişkilerinin nasıl da değiştiğini gösteri­yordu aslında. Bu kez Minhyuk'a falan onu sandalyeye bağlatmamıştı.

"Ondan şüpheliyim," dedi Jongin. "O ev işlerini yönetiyor, hiçbir zaman çamaşır yıkamaya tenezzül etmez."

"Ne demek istediğimi anladın, Başmelek. Tıpkı bir ev cini gibi, sadece daha iyisi!"

"Her nedense onu bir ev cini olarak hayal
etmek, bende sende yarattığı etkiyi yaratmıyor."

"Zamana bırak." Kyungsoo içinde-bir-ben-eksiğim sandvi­çinden bir ısırık aldı. "Demek Wooyoung senin casusun. Ya da özel ajanın mı demeliyim?"

"Çok iyi, Lonca Avcısı." Jongin sandviçin geri kalanı­nı üç ısırıkta mideye indirdi. "Gerçi bazıları yüzünün çok göze çarptığını söyler."

"O dövme, herhalde çok acımıştır."

Kyungsoo yüzünü bu­ruşturdu, kendisi dövme yaptıramayacak kadar korkaktı çünkü. Jisoo koluna bir şerit çizdirdiği zaman Kyungsoo'ya da yaptırması için ikna etmeye çalışmıştı. Jisoo'nun deri­sinden kan sızışını izlemek Kyungsoo'yu arkadaşını takip etme­ye teşvik etmemişti.

"Ne kadar sürmüştür sence?"

"Tamı tamına on sene," dedi Jongin, Kyungsoo'nun ruhunu okuyan gözlerle onu süzerek.

Kyungsoo sandviçini bitirirken başını iki yana salladı. "Çıl­gınlık her biçimde kendini gösteriyor herhalde."

Jongin ona bir elma ikram etti. "Bir ısırık alır mısın?"

"Beni ayartmaya mı çalışıyorsun, Başmelek?"

"Ah, ama sen çoktan düştün, avcı." Keskin bir bıçakla meyveyi kesip bir dilimi Kyungsoo'nun dudaklarına koydu, yo­ğun bir ilgiyle elmayı ısırışını izledi. "Ağzın çok hoşuma gidiyor."

Kyungsoo'nun vücudunda başlayan, Jongin'in yanındayken hiç geçmeyen tembel sıcaklık arttı, yayıldı, ta ki her hücresine sızıp yaşayan, talepkâr bir nabız halini alana ka­dar. Kyungsoo ağzındaki elmayı yutup yiyeceklerin etrafından
emekledi ve Jongin'in önünde dizlerinin üstünde dur­du. Jongin dilimin geri kalanını ağzına getirince ısırıp

Jongin'in bileğini tuttu.

Gözleri birbirine kenetlendi, başmeleğin canlı sıcaklığı parmak uçlarında kaldı, herhangi birisiyle öpüşmekten daha erotikti. Kyungsoo'nun dudakları Jongin'in parmaklarına sürtün­dü. Başmeleğin yüzüne sıcak ve güzel bir his yayıldı, Kyungsoo'ya dudaklarını tamı tamına nereye koymasını iste­ diğini anlatan bir bakış.

Ama konuştuğunda, "Bir dilim
daha?" dedi.

Kyungsoo pişmanlıkla hayır anlamında başını salladı. "Se­nin iyileşmen gerek ve benim tekrar iz sürmem lazım."

Feix fazla uzaklaşmış olamazdı. Büyük ihtimalle, önce­den saklandığı yerlerden birine girmek zorunda kalmıştı. Ki büyük ihtimalle çoktan haritasını çıkardıkları bölge dahilindeydi.

"En büyük fırsatımız bu olabilir."

Jongin bıçağı ve elmanın geri kalanını bırakıp parmak­larını Kyungsoo'nun dudaklarında dolaştırdı.

"Jimin'in ne dediğini duydun mu?"

"Canavara dönüşmesini mi?" Kyungsop şehvet baş döndü­rücü bir parfüm gibi üstüne yayılırken omuz silkti. "Depo­da gördüklerimizden sonra şaşırmadım."

"Beni avlar mıydm, Kyungsoo? Kandandoğan olsaydım?"

Kyungsoo'nun kalbi birden dondu. "Evet," dedi. "Ama sen asla bir canavara dönüşmezsin."

Yine de elini kesen bıçağı hatırladı, Han nehrindeki o vampiri de hatırladı. Esprisiz bir bakışla güldü Jongin.

"Bu bilgi değil, umut." Başını iki yana salladı. "Hepimiz gücün çekicili­ğine meyilliyiz. Kan onu güçlendiriyor, yenilmesi zor biri yapıyor."

Kyungsoo başmeleğin yüzünü elleri arasına alıp kendisi ev­renin ufkunda bir toz parçası bile değilken binlerce gün doğumu görmüş gözlerinin içine baktı.

"Ama senin bir avantajın var," diye fısıldadı. "Artık biraz insansın.


********

Angel's Blood||KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin