|8. Bölüm: Vampir kokteyl partisi|

409 59 24
                                    

Kyungso çığlık attı... ve popo üstü sertçe yere çakıldı, elleri pahalı fayansların sert zeminiyle buluştu.

"Aah."

Ani şaş­kınlıkla çıkardığı sese içinden küfrederek yerde oturup ne­fesini düzene sokmaya çalıştı. Jongin tam tepesindeydi,
cennet ve cehennem resminden çıkmış bir görüntü gibiydi.İkisinden biriydi. İkisi birdendi. Atalarının, onun türüne neden tanrıların muhafızı olmayı yakıştırdığını anlıyor­du ama Jongin'in bir iblis olmadığından da emin değil­di.

"Burası Lonca binası değil," diyebildi çok uzun zaman sonra. "Burada konuşmaya karar verdim." Jongin elini uzattı.

Kyungsoo onu duymazdan gelip kendi kendine ayağa kalktı ve moraran belini ovuşturmamak için zor da­yandı.

"Yolcularını hep böyle yere mi atarsın?" diye mırıl­dandı. "Hiç kibar olmadı."

"Sen asırlardır taşıdığım ilk insansın," dedi Jongin. "Ne kadar kırılgan olduğunuzu unutmuşum. Yüzün ka­nıyor."

"Ne?" Kyungsoo elini yanağındaki bir noktaya götürdü. O kadar ince bir kesikti ki, aslında hissetmiyordu. "Nasıl?"

"Rüzgâr." Jongin arkasını dönüp camlı bölmeye doğru yürümeye başladı. "Kule vampirlerine gece kapanışı olmak istemiyorsan, sil bence."

Kyungsoo gömleğinin koluyla sildi yanağını, ardından elle­rini yumruk yapıp Jongin'in sırtına doğru hançerler savurarak baktı. "Eğer yavru köpek gibi seni takip edeceğimi sanıyorsan..."

Jongin omzunun üstünden arkaya bakış attı. "İster­sem seni emekletirim Kyungsoo."

Yüzünde insanlığın i'si yok­tu, yalnızca Kyungsoo'nun saklanmak istediği müthiş güç oku­nuyordu. Kyungsoo sendeleyerek geri adım atmamak için özel çaba sarf etti.

"Seni dört ayak üstünde yürümeye zorlama­ mı gerçekten istiyor musun?"

Kyungsoo o saniye, Jongin'in bunu gayet rahat bir şekilde yapacağını anladı. Söylediği ya da yaptığı bir şey sonun­ da başmeleğin sabır taşını çatlatmıştı. Eğer bu durumdan ruhu bakir sağ çıkmak istiyorsa, gururunu bir kenara bırakmak zorundaydı... yoksa Jongin onu haklayacaktı. Bunu fark etmesiyle içi dağlandı ve midesine bir kaya otur­du.

"Hayır," diye cevap verdi, elinde olsa gururunu böylesine incittiği için adamın gırtlağına bir bıçak saplayacağını biliyordu.

Jongin onu uzun uzun seyretti, bu soğuk bekleyiş kar­şısında Kyungsoo'nun kanı dondu. Etrafında bir milyon şehir ışığı yanıyordu, ancak bu tepesinde sadece karanlık vardı, Jongin'den yayılan ışık haricinde. Kyungsoo insanların bu kavram hakkında fısıldaştıklarını duymuş, ancak ken­disi daha önce hiç şahit olmamıştı. Çünkü bir melek parla­dığı zaman, safi güç varlığına dönüşüyordu, öldürmeye ya da yok etmeye yöneltilen güç. Bir melek, sizi paramparça etmeden birkaç saniye önce parlardı.

Kyungsoo pes etmeye isteksiz; pes etmekten aciz dimdik baktı başmeleğe. Sınırlarım yeterince zorlamıştı. Tek keli­me daha etse, belki yerde emekleyecekti. Dizlerinin üstüne çöküp yalvarırsan belki tekrar düşünürüm. O zaman yapmamıştı. Şimdi de yapmayacaktı. Bedeli ne olursa olsun.

Tam geçti derken Jongin dönüp kafes şeklindeki asan­söre yürüdü. Parıldaması iki nefes arasında sona ermişti. Kyungsoo omurgasından aşağı kayan terin, dilinin ucuna gelen korku tadının farkına varıp tiksinerek onu takip etti. Fakat bunların hemen altında derin, çok derin bir öfke vardı. Başmelek Jongin artık Kyungsoo'nun evreninde en nefret
edilen kişiydi.

Angel's Blood||KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin