|18. Bölüm: Anshara|

316 53 14
                                    

Kyungaoo çıtını bile çıkarmadı, kendini kocaman dişleri olan çok büyük ve çok kötü bir kedinin önündeki küçük bir fare
gibi hissetti.

"Jongin?" diye fısıldadı, gerçi o temiz, taze, yağmursu kokuyu kendi kokusu kadar iyi bilirdi.

Bu da ona hiç mantıklı gelmedi, Kyungaoo nasıl beyninin içinde başmeleğin kokusunu alabiliyordu?

Hadi uyu, Kyungsoo. Düşünmen beni de uyanık tutuyor.

Kyungsoo derin bir nefes aldı. "Nasılsın...Yaran nasıl?"

Elin kolun bağlı mı?

"Evet." Kyungsoo sorusuna bir cevap bekledi.

Güzel. Silah düşkünlüğün hakkında sohbet edemeden ortadan kaybolmanı istemezdim.

Ardından beynindeki Jongin hissi kayboldu. Kyungsoo tekrar adını fısıldadı ama başmeleğin artık dinlemediğini anlamıştı. Vicdan azabı değişip öfkeye dönüştü. Piç herif, Kyungsoo'yu serbest bıraktırabilirdi ama onu bağlatmıştı. Bilekleri morarmıştı, bu uyuz sandalyede sırtı tutulmuştu ve...

"Ve de sinirlenme hakkına o sahip."

Jongin bu gece ca­mın kenarında ödünü patlatmıştı ama aslında ona zarar vermemişti. Öte yandan Kyungsoo onu vurmuştu. Başmelek küplere binmekte haklıydı. Ama bu demek değildi ki, Kyungsoo'un hoşuna gidecekti. Artı ne kadar aşağılayıcı olursa olsun, Kyungsoo o gece ona doğ­ruyu söylemişti; Jongin biraz bekleseydi, muhtemelen Kyungsoo ilk fırsatta kendi isteğiyle üstüne başına atlardı.

Buradan çıkar çıkmaz ilk iş alnına geri zekâlı dövmesi yaptıracaktı. İlk baştan temkinli olmayı, Jongin için kullanılıp atılacak bir oyuncaktan faz­lası olmadığını unutmamayı kendine telkin etmişti.

Başmelek onu yakıyordu.

En kötüsü de, Kyungsoo bu çekimin sebebini sadece şehvete bağlayamazdı. Jongin o kadar basit çözülemeyecek kadar çetrefilli birisiydi. Ancak bu gece, bu gece haklıydı.

Ya da belki de, diye fısıldadı Kyungsoo'nun başka bir parçası, haklı çık­mıştı; ya Kyungsoo'nun vurduğu o yabancı gerçek Jongin ise...

Seul Başmeleği, başka bir varlığa o kişi çığlıklar atan, parçalanmış bir canavarlık sanatına dönüşene kadar işkence çektirme kapasitesine sahip bir yaratıksa.

*****

Jongin'in gözleri kapalıydı ama esasında uyumuyordu. Yarı bilinçli bir komadaydı, insanların ya da vampirlerin dünyasında eşi olmayan bir durumdaydı. Melekler bunu anshara, sadece yarı binyıldan uzun yaşamış olanlar tara­fından başarılan bir hal olarak bilirdi, içinde hem mantık hem de derin istirahat gizliydi.

Şimdiyse şuuru açık yanı, Kyungsoo'nun küçük silahıyla sebep olduğu yarayı dokumak­la meşguldü, diğer kısımlarıysa uykudaydı. Kullanışlı bir haldi bu. Ancak insanın kendi seçimiyle içine girmek iste­yeceği bir hal değildi.

Anshara yalnızca bir melek kötü bir şekilde yaralanın­ca geçerliydi.

Jongin'in varlığının son sekiz yüz yılında nadiren yaşanmıştı. Jongin genç ve tecrübesizken birkaç kez kendine hasar vermişti ya da ona hasar verilmişti. Kanatları birbirine dolanmadan ve kanının çimenliği
kıpkırmızı boyayacağından emin halde burun üstü yere doğru düşüşünden önce gökyüzünde dans etme görüntü­sü zihninde canlandı.

Antika anılar.

Bir zamanlar gençken.

Kırık kollar, kırık bacaklar, çarpılmış bir ağızdan akan kan.

Ve o. Başında dikiliyordu. "Şşş, ca­nım. Şşş."

Jongin'in kanıyla birlikte saf bir korku aktı, onu... an­nesini, en büyük kâbusunu durduramayacağını bilmenin ağırlığıyla yüreği sıkışmıştı. Siyah saçlı ve güzel gözlü annesi. Ama o zamanlar annesi yaşlıydı, çok yaşlıy­dı, dış görünüş olarak değil, zihin olarak, ruh olarak. Ve Youngjae'nin aksine, Jongin'im annesi hiç evrim geçirmemişti.

Tersine... evrilmişti.

Jongin şu anda kanatlarının lime lime birbirine geçip dokunduğunu görüyordu ama bu hatıraları geri itmeye yetmiyordu. Anshara esnasında beyin çok uzun zaman önce kilitli kalmış şeyleri salıverirdi, hiçbir ölümlünün anlayamayacağı bir opaklık sarardı ruhu. Yüz farklı ölümlü yaşamın anılarıydı bunlar. Jongin yaşlıydı, o kadar yaş­lıydı ki... ama hayır, ihtiyar değildi. Bu anıların hepsi ona ait değildi. Bazıları onun ırkına aitti, çocukların zihinlerin­
de saklı duran, tüm bilgilerinin gizli deposuydu.

Yerdeki çocuk konuşamadı, kendi kanında boğuluyor­du.

"Ölmeyeceksin, Jongin. Sen ölemezsin. Ölümsüzsün."

Taeyeon'un anıları yüzeye çıktı.

Jongin çömeldiği pozisyondan kanayan, kırık bedeni­ ne bakıyor, onun elinin saçlarını okşayarak yüzünden geri­ye itişini seyrediyordu.

"Şimdi canın acıyor ama yapılmak zorundaydı." Çocuğun kan revan içinde parçalanmış yanağına serin bir öpücük kondurmak için yere eğildi. "Sen iki başmeleğin oğlusun."

Çocuğun mucizevi bir şekilde hasar almamış gözleri ihanetle doldu. Babası ölmüştü. Ölümsüzler de ölebilirdi.

Taeyeon hüzünle irkildi. "O ölmek zorundaydı, canım. Eğer ölmeseydi, cehennem dünyaya yeniden hâkim olacaktı."

Çocuğun gözleri kapkara oldu, daha suçlayıcı bir bakış­la doldu. Taeyeon önce iç geçirdi, sonra gülümsedi.

"Ben de öyle... o yüzden beni öldürmeye geldin, değil mi?" Yumu­şak, zevkten dört köşe bir kahkaha. "Beni öldüremezsin, tatlı oğlum. Bir başmeleği ancak Onlar Meclisi'nin bir başka üyesi öldürebilir sadece. Ve beni asla bulamayacak­lar."

Kendi zihnine, kendi anılarına şoke edici bir hızla geçiş yaptı Jongin. Çünkü bunun ardından Taeyeon'un hiçbir anısına sahip değildi, Jongin takip eden aylar boyunca
emekleyemeyecek kadar kötü yara almış vaziyette yerde yatarken Taeyeon bu anıyı ona aktarmıştı. Aynı zamanda Jongin, Taeyeon'un uçup gidişini izlemek için bile gözle­rini yukarı çevirememişti. Onun yerine, annesine dair son anısı çıplak ayaklarının yemyeşil çimenlere basıp yürürken arkasında pırıl pırıl melek tozundan bir yol bırakmasıydı.

"Anne," demeye çalışmıştı.

"Şşş, canım. Şşş."

Ardından bir rüzgâr Jongin'in gözü­ne toz kaçırmıştı.

Gözlerini kırpıştırıp uyandığında Taeyeon gitmişti.

Ve Jongin bir vampirin suratına bakıyordu.


**********
Elyas..

Angel's Blood||KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin