Kyungsoo insanlara vampir avcısı olduğunu söylediği zaman ilk tepki olarak önce bir nefesleri kesilir, arkasından da, hiç
şaşmaz, "O iğrenç kalplerine sivri kazıklar mı saplıyorsun yani?" sorusu gelirdi.Tamam, belki kullandıkları kelimeler farklıydı ama his aynıydı. Kyungsoo bu tepkiler karşısında, bu efsaneyi ilk uyduran on beşinci yüzyıl hikâye anlatıcısının izini sürüp, o geri zekâlıyı ortadan kaldırmak istiyordu. Elbette vampirler çoktan onu haklamıştı, ilk birkaçı o günlerin koşullarıyla acil servis odası denen yerlerde gözünü açtıktan sonra yani. Kyungsoo vampirlere kazık saplamıyordu. İzlerini sürüyor, ardından onları bir çuvala atıp efendilerine, meleklere iade ediyordu. Bazıları onun gibilere ödül avcısı diyordu ama Lonca kartında yazan açıklamaya göre Kyungsoo, 'Vampir ve Benzeri Türleri Avlama Ruhsatlı' birisiydi, bu da onu bir vampir avcısı yapıyor, mesela tehlike ödeneği gibi nimetlerinden faydalandırıyordu. O ödenek çok dişe dokunurdu. Avcıların ara sıra gırtlağının yarılıp açılması ihtimalini telafi etmek için dolgun olmak zorundaydı zaten.
Gelgelelim Kyungsoo, baldır kasları itiraz etmeye başlarken maaşına zam yapılması gerektiğine karar verdi. Son iki saattir Seon'da, daracık bir sokağın köşesinde iki büklüm kalmıştı.
Arkasında bir hışırtı oldu.
Kyungsoo hemen döndü... ve onu takip eden bir kediyle burun buruna geldi, hayvanın gözleri karanlıkta gümüş gibi parladı. Kyungsoo hayvanın tam da göründüğü yaratık olduğuna ikna olunca dikkatini kaldırıma çevirip acaba kendi gözleri de o kedi gibi tüyler ürpertici bir şekilde mi parlıyor diye merak etti.
"Hangi cehennemdesin?" diye söylendi, eğilip baldırını kaşıyarak.
Bu vampir onu, kendi saf aptallığı yüzünden
anlamsız bir kovalamacaya sokmuştu. Vampir herif ne halt ettiğini kendi de bilmiyordu, bu yüzden hareketlerini önceden tahmin etmek zordu. Jisoo bir keresinde Kyungsoo'ya, çaresiz vampirleri köşeye kıstırıp zavallıcıkları resmen bir kölelik hayatına sürüklemek canını sıkıyor mu hiç, diye sormuştu. O sırada gülme krizine girmişti sorarken. Hayır, hiç canını sıkmıyordu.Tıpkı vampirin de kafasına takmadığı gibi. Vampirler bir meleğe gidip onları neredeyse ölümsüz Yaratmaları için dilekçe verdiklerinde o köleliği yüzyıl boyunca kendileri tercih etmiş oluyordu. Eğer insan kalsalardı, huzurla mezarlarına yatsalardı, o zaman kanla imzalanmış bir anlaşmanın koşullarına bağlı kalmazlardı. Tamam, melekler de bulundukları konumdan faydalanıyordu ama ne yapalım, anlaşma böyleydi.
Sokakta bir ışık çaktı.
Tam isabet!
Hedef oradaydı, purosunu tüttürüyor ve artık yartılmış biri olduğunu ve kaprisleri bitmeyen meleğin tekinden emir almayacağını anlatarak böbürleniyordu. Aralarında ki metrelerce mesafeye rağmen Kyungsoo, vampirin koltuk altlarından sızan terin kokusunu alabiliyordu. Vampirliği, adamın üstüne ikinci bir ceket gibi giydiği yağları eritecek kadar ilerlememişti henüz, bir de herif bir melekle imzaladığı kontratını çiğneyebileceğini mi sanıyordu?
Geri zekâlı.
Kyungsoo saklandığı köşeden dışarı yürüyerek örgü beresini çıkarıp arka cebine soktu. Belki
buralı tipler onu çok iyi tanıyordu ama bu vampirde hafif bir Avustralyalı aksan vardı. Sydney'den yeni gelmişti ve efendisi onu derhal geri çağırıyordu."Ateşin var mı?"
Vampir yerinden fırlayıp telefonu elinden düşürdü. Kyungsoo gözlerini devirmekten kendini alıkoyamadı. Herif daha tam oturmamıştı bile, şaşkınlıkla beliren köpek dişleri daha bebek dişiydi. Efendisinin ona niye sinirlendiği malumdu. Kuş beyinli kesin bir yıl hizmet etmiş etmemiş, sonra alıp başını kaçmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel's Blood||KaiSoo
FanfictionTehlikeli bir yakışıklılığa sahip Seul başmeleği Jongin, vampir avcısı Kyungsoo'ya bir iş teklifi etmişti.